18. yüzyıl dar anlamda aydınlanma çağı olarak adlandırılır ve bu dönem felsefesine de aydınlanma felsefesi denir. İnsan için bu dönemde kuramsal ve pratik bağ- lamları içinde bilinçli bir aydınlanma çabası dikkati çekmektedir. Aydınlanma düşüncesi, din ve geleneksel düşünce ve uygulamaların baskısından kurtularak insanı n her alanda kendi aklının ışığında davranma ve sorun çözme kararlılığını anlatmaktadır. Özellikle Hıristiyan kilisesinin dinsel yaşam biçimini dayatan baskıcı ve tutucu uygulamaları, insanların düşünme ve davranış özgürlüğünü ellerinden aldığı gibi toplumsal gelişmeye ve ilerlemeye de ket vuruyordu. Bu nedenle kilisenin toplum düzeni üzerindeki etkisini ve yönetim gücünü kırmak için Batı dünyasının büyük bir bölümü din ve dinin uzantısındaki monarşi yönetimlerine karşı bilinçli bir başkaldırı devinimine girişti. Akıl ve aklı temsil eden bilimin yol göstericiliğine güvenmiş olarak bireyler, aydınlar ve düşünürler aynı ruh ve amaçlılık içinde düşünüp davranmaya başladılar.

Bu devinimin ana yurdu Fransa idi. Bu ülkede aydınlanmacı düşünceler sadece düşünürlerin tekelinde olmaktan çıkmış, aydınlar, gazeteciler ve bunlara benzer kişiler aracılığıyla kamuya açık merkezlerde üretilerek, tartışılarak halk katmanlarına ulaştırılmaya başlanmıştır. Kuşkusuz bu kültür aydınlanmasının öncüleri, aktivist yanları da ağır basan filozoflar grubudur. Bu kişilere Fransızca yazılışıyla le phlilosophe deniyordu; bunun nedeni kendilerini her bakımdan ustaları olarak gördükleri, İngilizce yazılışıyla philosopher John Locke’dan ayırmak içindir.

Bu filozoflar grubu, kuramsal felsefelerini genelde Locke’un deneyimciliği üzerine kurmuşlardır. Locke, onlar için hem kuramsal, hem pratik alanda gerçek bir filozoftur; öne sürdüğü epistemolojik ve politik görüşleriyle aydınlanmacı filozoflara aydınlanmanın temel gramerini sağlamıştır. Onlar için felsefede aklın kullanımı, doğuştan düşüncelerden ya da kendiliğinden açık ilk ilkelerden türeyen büyük felsefi sistemlerin kurulması anlamına gelmiyordu. Bu anlamda bir önceki yüzyılın kurgul metafiziğine sırt çevirdiler. Onlara göre aklın kullanımı görüngülerin (fenomenlerin) kendilerine gitmek, gözlem yoluyla bunların yasalarını ve nedenlerini öğrenmekti. Bu nedenle, bilimsel düşünceye ve gelişmeye büyük katkı yapması bakımından Newton’un yapıtından da etkilenmişlerdir. Böylece bilim alanında sağlanan gelişmenin, fizikten psikolojiye, ahlaka ve toplumsal yaşamın tüm alanlarına yayılacağına güçlü bir biçimde inanıyorlardı. Bundan böyle dinin engellemesinden kurtulan özgür akıl her alanda insan onuruna yakışır ilerlemeleri sağlayacak biricik araç olarak görünüyordu.
Aydınlanma düşünürlerine göre aklın kullanımı, fenomenlerin kendilerine gitmek, gözlem yoluyla onların yasa ve nedenlerini öğrenmekti.

Bu düşünürlerin tümünün dine karşı olan tutumları, daha çok dinsel kurumları n yozlaşmış ve çağdışı kalmış uygulamalarından kaynaklanıyordu. Aralarında Tanrı kavramını tümüyle dışlayanlar olmasına karşın, evrenin bir ilk ilkesi olarak inancı temsil eden deist bir yaklaşıma ya da bir akıl dinine inananlar da yok değildi. Kısacası, dinsel dogmaların, batıl inanışların ve akıl dışılıkların insan yaşamından uzaklaştırılması, insana onurluca bir yaşamın kapılarını açan temel hak ve özgürlükler için mücadele sürecine girilmesi, aydınlanma döneminin en temel yönelimidir. Bu dönemin başlıca düşünürleri arasında Bayle, Montesquieu, Voltaire, Condillac, Helvetius, Diderot, d’Alambert, Lametrie, d’Holbach ve Cabanis’in adlarını sayabiliriz. Ayrıca kısmen aydınlanmaya karşı, kısmen aydınlanmadan yana, kendine özgü bir düşünür olan Rousseau’nun da yerini yine bu dönem olarak göstermemiz gerekir. Kuşkusuz bu düşünürlerin tümünü bu kısıtlı sınırlar içinde ele almamız olanaklı görünmemektedir.