Auguste Comte (Ogüst Kont,1798-1857), 1789 Fransız Devrimi’nin yarattığı bunalım döneminde yaşadığı için toplumsal sorunlara bilimsel yollardan
çözümler aramıştır. “Pozitif Felsefe Dersleri” adlı eserinde sosyolojiye bilimler arasında yer vermiş, ilk kez sosyoloji adını kullanmış, sosyolojinin ilkelerini ve yöntemlerini belirlemiştir. Ona göre 1789 Fransız Devrimi’nin yol açtığı toplumsal istikrarsızlığa karşı toplum, bilimsel temellere göre reformdan geçirilmelidir. Comte pozitivist bir sosyologdur. Onun için yalnızca gözlemlenebilir gerçekler önemlidir. Comte’a göre eğer sosyoloji bir bilim olacaksa konusunu fizik bilimi gibi sağlam bilimsel yöntemlerle ele almak zorundadır.
Karl Marx (Karl Marks, 1818-1883)’a göre tarih, iki temel sınıfın çatışmasına sahne olan bir süreçtir. Bunlar üretim araçlarına sahip olanlar sınıfı ile üretim
araçlarından yoksun olanlar sınıfıdır. Tarihsel ve toplumsal sürecin devam etmesini sağlayan temel etken uzlaşma ve dayanışma değil sınıflar arasındaki zorunlu çatışmadır. İnsanoğlunun yaşadığı bütün bir tarih sınıf çatışmalarının tarihidir. Her tarihsel dönem kendine özgü üretim biçimi ile birlikte özel bir sınıf çatışmasına sahne olur. Bu çatışmalar İlk Çağda köle efendi, Orta Çağda feodal bey-serf, Modern Çağda ise burjuva–proletarya şeklinde tezahür eder. Marx, günümüzde bütün sosyal olguları yalnızca ekonomik nedenlerle açıkladığı için indirgemeci bir sosyolog olarak eleştirilmektedir. Marx da tıpkı Comte gibi ilerlemeci ve pozitivist bir sosyologdur. Tarihin ve toplumun zorunlu bilimsel yasalara göre hareket ettiğine inanır.
Emile Durkheim (Emile Durkhaym,1858-1917), sanayi toplumunun sorunlarına yönelmiş kurucu sosyologlardan biridir. Tıpkı Comte gibi o da
sosyal istikrarsızlıktan kaygı duymuştur. Onun sosyolojisi sahaya inen ve toplumsal olguları etraflıca inceleyen bir sosyolojidir. Durkheim’a göre sosyal düzensizlik sanayi toplumlarının zorunlu bir parçası değildir, pekâlâ toplumsal reformlarla modern toplumun içine düştüğü anomali (bunalım) hafifletilebilir. Bu nedenle Durkheim, toplumu istikrara kavuşturacak pratik çalışmalara yönelmiştir. İş bölümü, uzmanlaşma, dinsel inançlar, toplumsal ilişkiler ve dayanışma gibi olgular üzerinde durmuştur.
Max Weber (Maks Veber,1864-1920)’in sosyolojisinin en önemli özelliği sosyal olguları açıklarken bireysel inanç, kanaat ve kültürel farklılıkları dikkate almasıdır. Bu açıdan sosyolojiye daha yorumsal bir boyut katmıştır. Sanayi kapitalizmini incelediği en temel eserinde Batı kapitalizminin gerisinde Protestan ahlakının yattığını öne sürer. Max Weber’e göre modern toplumu niteleyen iki temel özellik vardır: Biri, toplumsal ilişkilere akılcılığın hâkim olması yani meşhur anlatımıyla dünyanın büyüsünün bozulmasıdır. Diğeri ise akılcılıkla paralel bir şekilde yönetimde ve ekonomide bürokratikleşmenin egemen olmasıdır.