Bilim ve felsefe ilişkisi çok eskilere dayanır. Felsefenin bilimi de kapsayan bir anlamda kullanıldığı zamanlar bir tarafa; bilim ve felsefesinin birbirinden ayrılma sürecinde ve sonrasında dahi bu ilişki oldukça canlıdır. Bilim modern felsefenin de gözde ilgi alanlarından birisi olmaya devam etmiştir. Öyle ki bilime ilişkin birçok felsefi yazıda Aristoteles’ten, Democritus’a, Descartes’ten Einstein’a, Schrödinger’den, Heisenberg’e kadar birçok ünlü ismi duyabilirsiniz. Ayrıca bilim felsefesinde bilimden kast edilenin de çoğu kez fizik olduğuna şahit olabilirsiniz. Nitekim bu isimlerin birçoğunun fizikçi olması bir yana, popüler bilim felsefesi tartışmalarında kaçınılmaz olarak karşınıza çıkacak kavramların başında genel görelilik, kuantum teorisi ve bunlara ilişkin olarak ışık, kütlesel çekim, uzay gibi kavramların gelmesi de bu nedenledir.
Bilim ve felsefenin birinden ayrılma sürecinde felsefenin bilim olarak fiziği tanıması 1900’lü yılların ortalarına kadar kimya çevrelerinde çok dikkat çekmeyen bir durumdur. Ancak özellikle kuantum teorisi ile birlikte “fizikalizm (physicalism)” adı verilen ve kökleri modern bilim içerisinde Descartes’e kadar giden bir bilim anlayışının diğer fen bilimleri üzerindeki etkisini artırması ile bilim felsefesi kimyacıların da ilgisini çekmeye başlamıştır. Çünkü fizikalizm, fizikçi Rutherford’un deyimi ile “bilimler ya fiziktir ya da pul koleksiyonculuğudur” gibi keskin bir temele oturuyordu.[1] Oysa kimyacılar çok iyi biliyorlardı ki kimya fiziğin ardılı değildi. Tarihsel süreçte kimya farklı bir kökenden (örn. simya) gelmekte ve kendine has kavramları, yöntemleri olan bir bilimdi. Bu açıdan kimya fiziğe indirgenemezdi. Bu “indirgemecilik (reductionism)” probleminin tetiklediği bir refleks ile kimyayı tanımlamak isteği ister istemez kimyacıları kimya üzerinde bir felsefe yapmaya itti. İşe bu sürecin sonunda sistematik anlamda kimya felsefesi de gün yüzüne çıkmaya başladı.
Bu açıdan; “Kimyanın da felsefesi de olur mu?” sorusu anlamsızdır. Bilakis, Kimya gibi tarihsel kökleri çok güçlü, kendine has bilgi niteliği ve yöntemleri olan bir bilimin felsefesin olmaması mümkün değildir. İşte bu farklılık özellikle 1980’li yıllardan başlayarak kimya felsefesinin sistematik olarak yapılmasında itici bir güç oluşturmuştur. Bu süreçte sürekli artan bir kimya felsefesi literatürü oluşmaya başlamış ve bu konuda ilk kimya felsefesi kongresi 1994’te uluslararası bir nitelikte Londra da düzenlenmiştir. Bu süreçte kimya felsefesine yönelik birçok dergi ve kitap da yayınlanmış ve yayınlanmaktadır.
Peki, kimya felsefesi ne ile ilgilenir? Kimya felsefesi, kimyanın kavramları, teorileri, metotları ve bunlar arasındaki ilişkileri inceleyen ve bunlara diğer bilimlerin kavram, teori ve metotlarının hangi yollar ile yansıdığını ele alan eleştirel, sistematik bir çalışmadır. [2] Kimya felsefesi, kimyayı ve ürünlerini etik, estetik de dâhil çok geniş bir zeminde ele alır. Bu zeminde ayrıca; kimyasal bilginin niteliği, kimyasal mantık, kimyasal tür, kimyasal açıklama vb. birçok konu metodolojik, ontolojik ve epistemolojik açıdan ele alınmaktadır.[3]
Tekrar vurgulamak gerekir ki, kimyanın kendine has doğasını tanımlamayı amaçlayan kimya felsefesinde temel konu “kimyanın fiziğe indirgenip indirgenemeyeceği sorunu etrafında şekillenmektedir. Bu detaylı bir konudur ve epey bir literatür mevcuttur. Bu noktadaki bakış açımızı da ifade etmek adına hemen hemen herkesin rahatlıkla deneyimleyeceği bir şeyi ünlü kimyacı Linus Pauling’in deyimi ile tekrar etmek mümkündür; kimya maddelerin “primer bilimi”[1]dir. [4]