Arapça ‘asr’ (devir, zaman, çağ) ve ‘saadet’ (mutluluk, bahtiyarlık) kelimelerinden meydana gelen ‘asr-ı saadet’ terimi; “mutluluk dönemi, insanların en bahtiyar oldukları çağ” manasını taşımaktadır.
Asr-ı saadet tabiri, insanlık için hidayet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu, bütün insanlığa rahmet ve örnek olarak gönderilen Hz. Peygamber’in yaşadığı, ashabını eğitip yetiştirdiği, İslamiyet’in tebliğ edildiği ve tam anlamıyla uygulandığı zaman dilimini ifade etmektedir.
Müslümanlar, bu devri en ideal zaman olarak kabul ederek, özlem duyup saygıyla anmaktadırlar. Nitekim Hz. Peygamber (sav) Efendimiz de bir hadislerinde: “insanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır.” buyurmuştur.
Kuvvetli imana sahip olmaları
İman, her Müslüman’ın öncelikle sahip olması gereken bir özelliktir. Çünkü İslam, imanla başlar. İşte, Allah Resulünden sonra biz Müslümanlara en güzel örnek olan Sahabe-i Kiram, sağlam iman ve inanç sahibiydiler. Çünkü onlar, Peygamber Efendimiz (sav)’in rehberliğinde yetişmiş altın nesli oluşturmaktaydılar.
Sahabe-i Kiram’ın en önde gelenlerinden Hz. Ebu Bekir’in imanı ile ilgili Allah Resulü: “Bütün insanların imanı bir kefeye (Hz.) Ebu Bekir’inki de diğer kefeye konsa, Ebu Bekir’in imanı ağır gelirdi” buyurmuştur. Yine Sahabenin önde gelenlerinden biri olan Hz. Ali’nin “***b perdesi açılacak olsa, yine imanım değişmez” sözü, onların nasıl sağlam bir imana sahip olduklarını bizlere çok güzel bir şekilde göstermektedir.
Allah ve Resulüne olan bağlılık ve güvenlerinin tam olması
Hz. Peygamber’in eğitiminden geçmiş olan Ashab-ı Kiram, İslam davasına gönülden bağlı idiler. Samimiyet ve ihlâs içerisinde, yalnız bir Allah’a kul olmuşlar, O’nun Resulüne gönül vermişlerdi. Ashab-ı Kiram, Resulullah (sav)’in rehberlik ve liderliğinde İslam’ın dinî-dünyevî bütün emirlerini anlamış, yaşamış ve yaşatmışlardı.
Yaptıkları işlerde birinci ***elerinin Allah rızası olması
Onlar, yapacakları her işte, söyledikleri her sözde ‘acaba Yüce Allah’ın emrine uygun mu’ diye düşünerek, eğer Allah’ın emrine uygunsa yapıyorlar, uygun değilse terk ediyorlardı.
Onlar, şu iki şeyi asla akıllarından çıkarmamaktaydılar:
a) Allah’ın varlığını, birliğini ve Allah’ın kendilerini her yerde görüp gözettiğini,
b) Ölüm gerçeğini daima akıllarında canlı tutuyorlar ve ahireti unutmayıp, hem dünya hem de ahiret için çalışıyorlardı.
Dünya mal ve mülküne fazla önem vermeyip dünyaya ihtirasla sarılmamaları
Onlar, züht ve takva sahibi insanlardı. Dünya mal ve mülküne fazla önem vermezlerdi. Nitekim bu hususta İbn Mes’ud bir gün şöyle demiştir:
-“Siz oruç, namaz ve içtihat bakımından Hz. Muhammed’in ashabından daha fazlasını yapsanız da, onlar sizden daha hayırlıydılar.”
Bunun üzerine onu dinleyenler:
-“Ey Ebu Abdurrahman! (Bu tabir İbn Mes’ud’un künyesidir) Niçin böyle?” diye sorduklarında,
İbn Mes’ud şöyle cevap vermiştir:
-“Onlar, dünya hususunda daha zahit idiler, ahirete ise daha fazla rağbet ediyorlardı.” (Ebu Nuaym, Hilye, I, 136)
Birbirlerini çok sevmeleri, iyilik ve güzellikler hususunda mümin kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmeleri
İslam kardeşliğini en mükemmel bir şekilde onların hayatlarında görmemiz mümkündür. Zira onlar, birbirlerini çok seviyorlardı. Çok zor şartlarda dahi mümin kardeşlerini kendi nefislerine tercih ediyorlardı.
Nitekim Yüce Allah:
“Kendileri zaruret içerisinde bulunsalar bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler.” (Haşir, 59/9) buyurarak bu özelliklerini dile getirmekte ve onları övmektedir. Hicret sonrası Ensar’dan olan sahabelerin, muhacir sahabe kardeşlerine karşı tutum ve davranışları “isar” (kendileri muhtaç iken, kardeşlerini kendi nefislerine tercih etme) özelliğinin onlarda doruk noktasına ulaştığını göstermektedir.
Kanaatkâr oluşları
Onlar, Yüce Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu nimetler hususunda daima kanaatkârdılar. Eş ve çocuklarına yetecek kadar günlük rızık temin ettiklerinde bununla yetiniyorlar, aza kanaat ediyorlardı. Yani gözlerini dünya hırsı bürümemişti.
Cömert olmaları
Cömertlik Allah’ın en sevdiği özelliklerden biridir. Nitekim Kur’an’da bu vasıfta olan müminler övülmektedir. Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış olan Sahabe-i Kiram da cömert insanlardı. Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri, fakir ve yoksullara yardım ederek Allah yolunda harcıyorlar. Bu hususta asla cimrilik etmiyorlardı. Ensar’dan Medineli müminlerin muhacir müminlere yaptıkları yardım ve dayanışma, onların cömertlikte de zirve noktaya ulaştıklarını bize göstermektedir.
Allah ve Resulünün emir ve yasaklarına harfiyen uymaları
Onlar; ruhlarını, düşüncelerini, hal ve hareketlerini, bütün hayatlarını Allah ve Resulünün istediği şekilde şekillendirmişlerdi. Daima Kitap ve Sünnet, onların hayatına yön veriyordu. Bu sebeple de inandıkları ulvî davalarını her şeyin üstünde tutuyor; dinleri uğruna mallarını, canlarını feda etmede zerre kadar tereddüt etmiyorlardı.
Nitekim, kısa bir sürede İslam’ın geniş coğrafyalarda yayılması, onların bu konudaki ***retleri sayesinde olmuştur. Ashâb-ı Kiram, Allah yolunda her türlü zorluklara ve işkencelere katlanmışlar, Allah isminin en yüce olması uğrunda canlarını hiçe saymışlardır.
Dini konulara önem verme ve doğru bilgi sahibi olma, bildiklerini hayatlarında uygulamaları
Dinleri konusunda çok duyarlı idiler. Dinlerini direkt olarak Kur’an’dan öğrenmeye çalışıyorlar. Bilmedikleri veya Kur’an’da anlayamadıkları ayetlerin manasını Resulullah’a sorup öğreniyorlardı. Dinleriyle ilgili öğrendiklerini de hayatlarında hemen uyguluyorlardı.
Nitekim, Tâbiûnun ileri gelenlerinden Ebû Abdirrahman es-Sülemî (ö.74/693) şöyle demektedir: “Osman b. Affan, Abdullah b. Mes’ud ve Kur’an-ı Kerim’i bize öğreten diğer sahabeler, Hz. Peygamber’den on ayet öğrendiklerinde o ayetlerdeki ilim ve ameli bellemeden başka ayetlere geçmediklerini anlatırlardı. “Biz, Kur’an’ı, ilim ve ameli birlikte öğrendik.” diyorlardı. (ez-Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 50)
İbn Mes’ud (r.a)’ın şu sözü çok manidardır: “Bize, Kur’an’ın lafzını ezberlemek zor, onunla amel etmek ise kolay gelirdi; bizden sonrakilere de Kur’an’ı ezberlemek kolay, onunla amel etmek ise zor gelecektir.”