Tarihte Tenkit Fikri
Hattâ en mâlum târihî vakâlara dâir eski telâkkilerin katiyyetten ne kadar uzak oldukları görüldü. O vakâlar hakkında doğru bir fikir verebilmek içün evvelâ hükümlerimizin en mühim kısmını tâyin eden millî, dinî, siyâsî nüfuzları atmak lâzımdı. Bunların tesirleri iledir ki, aynı hâdiselere dair muhtelif memleketlerde yazılan kitaplardaki telakkîler, birbirine kat'iyyen zıt düşmektedir.
Dinî hurafât, hattâ kendilerini böyle tesîrlerden âzâde addeden müellifleri tesîrleri altında tutmaktadır. Meselâ; birçok müverrihler, bu yüzden İslâm medeniyetinin kıymeti hakkında pek yanlış hükümlerde bulunmuşlardır. Eski İslam âlemi aleyhine beslenen garâz, hattâ hâlâ devan etmektedir. Bu hakîkât karşısında orta devirler tarihinin, eski medeniyetlerin zamanımıza intikâline mütedâir kısımlarını yeniden teşkîl ve tertip etmek lâzımdır.
Fazla şahsî tefsirlerden ihtiraz maksadıyla bir takım müverrihler, her devre ait vak'âları onlara müteallik vesikâlardan alınıp toplanmış şahadetlerle teşkîl ve tertip etmeyi kurmuşlardı. Bu sûretle mâlumât toplamanın kifâyetsizliğini aşağıda ayrı bir bâbta mütalaâ edeceğiz.
Tarihi tetkik usulleri mükemmelleştikçe, hâdiselerin çoğunun, görünmeyen mütevâlî birtakım sebeplerle taayyün ettikleri sâbit olmaktadır. Tarihin onları kaâle aldığı yoktur; halbûki tarihi yapan onlardır.
Geçmiş zamanlara ait hâdiselerin tefsirinde hata menbalarının en mühimlerinden biri, müelliflerin o zamanların vakâlarını bugünün fikri (ve ideolojisi [Akhenaton Notu]) ile izâha tevessül etmeleridir. Halbuki onların her birini zuhûr ettikleri devrin ve yerin ihtirasat ve hayatı ile mütalaâ etmek lâzım gelir. Bu ise, kolay değildir. Meselâ bir kerre kanaatinin hükmü altına girmiş bir müellifin, dâimî tehlike altında bulunmak itibâriyle bizimkine benzer bir yeri olmayan bir derebeyinin, hayâlâtına ve mefkûresine (ideolojisine) esir düşmüş bir ihtilâlcinin (ilh.) tâ rûhuna nüfuz etmek lâzım gelir.
Jansenizm, devrinin münevver Fransızlarını o kadar derin bir sûrette tesîri altına alan affe dâir münâkaşalardan bugün kim bir şey duyar? Orta devir ve "terör" -tedhiş- devri adamlarının fikr-i hâletine bugün sadâkatle nasıl temessüle dilebilir? Bir mütebahhir, bugün yazı odasından Mariyüs'ü, Silla'yı, binlerce Romalı hemşehrilerini katletmeğe, Sezar'ı Rübikon'dan geçmeye, dokuzuncu Şarl'ı Bartelemi kıtâlının hakikî sebebi olan milletin irâdesini kabûle sevk eden zarûretleri görmekte pek zorluk çekmesi tabiîdir.
Tarihin falân veya filân hâdisesinin hakikî manasını kavrayabilmek içün son derece mütehavvil, bir zaman faaliyet gösteren, müteâkıben yorulup duran ve diğer biri tarafından halı olunan, o devrin rûhu tâbir edilebilecek hassasiyeti yeniden canlandırmak lâzımdır. Böyle bir mütalaâ neticesinde, Fransa XVI'ıncı Lui'nin Saltanatı nihâyetinden Restorasyon'a -ihyâ ve teceddüt devrine- kadar imtidat eden kısa zaman esnasında, meselâ XIV üncü ve XV inci Lui devirlerinden daha fazla değişmiş olacaktır.
Zamanımızda ilmin her türlü telakkilerine rağmen, tarihî şeeniyyetleri tayin etmek maksadiyle kullanılan usullerin tenkit ruhile Raysştag'ca, Almanya'nın umûmî harpte mağlubiyyeti tayin etmek üzere yaptırılan uzun ve çok masraflı tahkikleri göz önüne almak kifâyet eder. Bu tahkikât ile muvazzaf olan komisyon azası, yüksek kimselerden seçilmişti. Bunlar, sekiz sene çalıştılar. Dünya kadar masraf yaptılar. Vasıl oldukları biricik netice, şu oldu;
«Mağlûbiyet sebepleri, müttefiklerin askerî ve iktisâdînoktalardan faikiyyetlerine atfolunmak lâzım gelen Alman müdürani aleyhine gösterilecek bir kusur yoktur.»
Bu, su götürür bir neticedir. Çünkü Alman hezimetinin sebepleri hakkında kât'i bir fikir beyan etmek pek güç olsa da, bunun esas itibâriyle muhakkak rûhî bir âmilden, "nihâî muvaffakiyete itimadı kaybetmekten" neşet ettiğine şüphe yoktur, ki işte bu kadar mühim bir nokta, komisyonca unutulmuştur. Bu emniyyetin kaybolması da imparatorun evvelden görmek hasletinin noksanından ve bu sebepten mütevellit rûhî hatalar neticesinde her gün artan bir Amerika ordusunun da terazinin mukâbil kefesine atılmasından ileri gelmiştir. Pek çabuk bir zamanda vücûda getirilen o ordunun askerlikçe rolü hiç addolunabilse de, mânevî tesîri pek büyük olmuştur. Alman orduları ve Alman sivilleri, az sonra böyle nâmütenâhî bir âleme karşı muzaffer olmak ümidini kaybetmişler ve nihayet toplardan daha müessir olan rûhî tesirler altında mağlup düşmüşlerdir.
Hükümlerimizin istinat ettiği tarihi usuller, ne kadar ***rümükemmel olursa olsun; büyük terakkilere mazhar olduklarına şüphe yoktur. Bazı müesseselere, meselâ zaamet müessesine dair bugünkü fikirlerde, yarım asır evvelki - meselâ müverrih Gizo'nun fikirlerini - mukâyese etmek bu hakikâti ispat eder;
«Tarihimizin mecrasında yukarı doğru çıkılsın ve orada istenilen bir noktada durulsun: Her tarafta zaamet idaresinin halk tarafından bir düşman olarak görüldüğü, her ne pahasına olursa olsun ona hücum ederek vücudu kaldırılmak istenildiği anlaşılır. Doğduğu günden ölünceye kadar, şaşaâdâr bulunduğu devirlerde de zaamet idaresini halk hiçbir vakit iyi olarak kabul etmemiş, ona kin ve ***z ile tahammül göstermiş ve sırası gelince de üzerine ateşle atılmıştır.»
Görülüyor ki bu satırları yazan müverrih, bir çok muasırları gibi, siyâsî hâdiseleri tayin eden "zarûret"ler hakkında bir fikir sahibi değildir.
Zaamet devri hakkında derin bir tetkike ihtiyaç messetmeksizin teslim etmek lazım gelir ki, bu nev'i idare, Avrupa kavmlerinin bir çoğunda uzun zamanlar devam edebildiğine göre mübrem bir zarûrete tekâbül etmiştir.
Bir müverrihin hükümlerini daha muahhar müverrihlerin aynı mevzua dair hükümleriyle karşılaştırdığımız zaman, tenkit fikrinin inkişâfı sahasında tahakkuk eden terakki, derakap görülür. Ezcümle, Füstel dö Kulanj tarafından Kralliyetin istihaleleri hakkında yazılan kitapta, evvelce bu mertebe târizlere uğrayan şu müessesenin ne derece tahazzür edilemez ve faydalı bir müessese olduğu gösterilmektedir;
«Derebeyleri istihkâmları yapıldığı zaman, halk, ancak muhabbet ve minnetle mütehassıs olsu. Bunlar, kendilerine karşı değil; kendilerinin menfaati içün yapılmıştı. Bunlar, yükselmiş nöbet yerleri idi ve müdâfilerii orada müşterek düşmanı gözetip bekliyordu. Bunlar, aynı zamanda halkın biçtikleri ekinlerin ve servetlerin emin birer ambarı, mahzeni vazifesini görüyordu. Bir akın vuku bulunca, karılarına, çocuklarına ve kendilerine birer melce idi. Her müstahkem şato bir kantonun selamet hücceti idi. Şimdiki nesiller, o zaman mehâtîr ve mehâlikini bilmezler; bir yere ilticâ ederek halâs bulmak ne demektir, bu artık bilinmez...»
Görülüyor ki zaamet idaresi zuhur ettiği devirler içün, yani istıla, akın devirleri içün, bir vucûp, bir mukteza, bir zaruret hükmünde idi ve ettiği hizmetler, tahmil ettiği külfetleri karşılıyordu. Bu müessesenin gözden düşmesi, yük addolunması, vakti ile temin ettiği menfaate mahal kalmaması ve o halde artık hiç bir hikmet-i vücudu bulunmayan eski imtiyazlarını muhafaze etmek daiyesine devamile başlar.
Bir zaman olmuştur ki, derebeylik, merkez tarafından yüzüstü bırakılan Fransa'yı kurtarmış; fakat muahharan yine bir zaman gelmiştir ki, artık memleketin başına yalnız bela ve yük olmuş ve bu yüzden de buğz ve adavete uğramıştır.
Yeni bir istikamet aldıkça tefsiri üzerinde tebeddulat vukua getiren küçük menkıbeler haricinde tarih, bilhassa der devir hakkında nihayet istikrar bulmuş olan efkâr-ı umûmiyeden terekküp eder. Kitapların tercüman oldukları, bu efkâr-ı umûmiyeden ibarettir.
Tenkit fikrinin noksanından dolayı, bunlar son derece tahavvüller göstermiştir. Yalnız, son yüz elli seneden beri tekevün eden hadiseleri düşünsek, bunların menşeleri ve neticeleri itibarı ile birbirini tamamen nakz eder bir çok tefsirlere mahal verdiklerini anlarız. Fransız büyük ihtilali, buna en canlı bir misal teşkil eder. Üçrubu asır müddet, bu ihtilâl, Fransızların ekseriyeti tarafından hayatın her türlü şartlarını ıslah etmiş harikulâde bir hadise olarak terakki edilmiştir. [Yine bu telakkiye göre,] Fransa'yı zalimlerin boyunduruğundan kurtarmış, imtiyazatı ilga etmiş, diğer kavmler tarafından kabulleri halinde onların da bahtiyar olması, muhakkak, yeni yeni ahkâm koymuş idi. Avrupa'nın her tarafında yirmi yıl süren muharebeler sayesinde ihtilâl akideleri, bütün dünya içün bir kanun mahiyeti almıştı.
Tarihin enfeci devirlerinden birine ait olan bu hakikaten sırrî telakki, muhtelif müverrihler ve bilhassa Ten tarafından kat'î tenkit usulleri tatbike başlandığı güne kadar, ***ri mütezelzil kalmış ve nihayet bu tenkitler, hayâlâtı tardederek yerlerine şeeniyeti ikame etmişlerdir. O zaman gözler silinmiş ve görülmüştür ki, büyük ihtilâl tarafından yıkılmış, süprulmuş denilen imtiyazlar, o ihtilâlin vukuundan çok evvel bertaraf olmaya başlamış ve kanun huzurunda müsavat her tarafta kendini hissettirmek üzere bulunmuştu. İhtilal devrine hayâlâtçı müverrihler tarafından örtülen şeref halesinin ne kadar mahalsiz olduğu da yine böylelikle anlaşılmıştır. Konvansyon devleri, hakîkî seviyelerine iade edilmiş ve o vakit seviyelerinin pek vazî olduğu anlaşılmıştır. Onların hayalleri, vasî; hükümleri nâçiz idi.
Fransız ihtilâli, vatandaşlar arasında evvelce müesses bulunmayan bir hukuk müsavatı yarattı. Fakat buna mukâbil, evvelce o kadar faâl olan vilayet hayatında her türlü istikâli kaldırdı. Bir belediye meclisinin, bir umûmî meclisin (ilh.) dahiliye nezaretinden gelen emirlere mukavemet etmesi ve yeni matruh vergileri kabulden istinkâf edebilmeleri, eski idare zamanında ruzmerre adetler sırasında idi. Bu babta, bin misalden bir tanesini zikretmek içün Grinobl meclisinin kralın idaresine tebeiyyetten istinkâfı mutazaammin bir kararını hatırlamak kifâyet eder. Bir gazete, bu vakayı muahharan şu surette anlatmıştır;
Dofin valisi Kont Marsiyö, 1760'ta yeni vergiler tarheden bir irade-i Kralîyi cebren tescil ettirmişti. 1763'te Dofin parlâmentosu, Kralın emrine karşı târizde bulunmak cesaretini gösterdi. 1786'da bir iradeyi tescilden imtina etti. 1787'de hükümet, parlâmento yerine vilayet eşraf ve ayanını içtimâya davet etti. Parlâmento, bu içtimâya her kim iştirak ederse, krala ve millete hain addedileceğini ilân etti. Aza, 1788'de nefyolundu. Bunların hareketleri, münasebetile halk, büyük bir mikyasta kıyam etti. 14 Temmuz 1788 tarihinde, eşrâf ve âyân, Grinobl belediye dairesinde toplanarak sarayın tecavüzlerini protesto etti. ve Dofin parlâmentosunun imtiyazlarına riayet olunmasını istedi.
Saray, korkarak asker sevk etti. O zaman, üç sınıf mümessiller, Vizil şatosuna çekilerek müzakerelerine orada devam ettiler, ki bu şato, bu sûretle tarihe mal olmuştur.
Eski idare zamanında bu âzanın istiklâli, şimdikinden çok daha büyüktü.
Fransız ihtilâlinin büyük neticelerinden biri olmak üzere köylülerin azat olunması hususundan da bahsolunmaktadır; fakat bu, hükümdar tarafından idare edilen memleketlerde de temin olunmuştur. Netekim Avusturya imparatoru da bunu yapmış, Macaristan ticareti ve münakalâtı asrîleştirmişti. Zamanımızda Romanya da aynı hususu tatbik etmiştir. Bu tekâmül, bir ihtilâlin vukuuna muallak kalmamıştır.
Vaktinde kendiliğinden gelecek ıslahatı tesrien, tekaddümen temine tmekteki fayda, bunu daha evvel temin etmek içün tahribleri ve hasarları ve şiddetleri mueddi bir ihtilâle tevessülü tecviz eder mi? Fransız ihtilâline ve onun menşe teşkil ettiği asrî sair tezelzüllere dair verilebilecek hükümler, o suale verilecek cevaplara muallaktır.
Bu devre ait kör heyecan, uzun zaman sürmüş ise de, bugün zayıfladığı zannolunur. Tenkit fikri, bu büyük buhrandan çok ders çıkarır ve bilhassa ihtilâlden uzak kalmak isteyen milletlerin, dünyanın mütemadi tahavvülâtının doğurduğu yeni ihtiyaçlara tedricen tetabuk etmeleri lüzûmunu ispat eder.
Yukarıdaki mülâhazalardan tenkit fikrinin zuhuriyle tarihin eski telâkki suretlerinin ne büyük tadilata uğradığı anlaşılır. "Eski Müverrihler", hadiseleri kendi şahsî hayatlarına ve zamanlarının {ideoloji ve) itikadlarına göre tefsir ettikleri halde, "bugünün müverrihleri", dünyanın tâbî bulunduğu "lüzum ve vücup" mefhumuna gittikçe daha ziyade yaklaşmaktadırlar. Askerî, dinî, iktisâdî (ilh.) olan bu "lüzûmlar", her devirde değişmediklerinden, müverrihin rolü, milletlerin muhtelif tekâmül safhalarında bunlardan hangilerine tevafuk ve tebeiyyet edildiğini tayine matuf bulunur.
Mâziye ait hadiselere âşikâr bir derecede kat'iyyet veren vesikâlar, bu kâbil tefsirlerdeki müşkülâtı bir dereceye kadar bertaraf eder. Bu vesikâlar, meselâ taştan olur; abideler, heykeller, kitabeler gibi. Sırf hayâl addedilen eserlerden olur; hikâyeler, romanlar, terceme-i haller gibi. Bunlardan her biri, derslerle doludur. "Hakîkî tarih", içinde aranmadığı vesikâlardan zuhûr etmiştir.
1932, İstanbul.
Haydar Rıfat Bey