Jale Sancak “Uyanan Güzel”de, okura yabancı gelmeyecek, yırtıcı metallerle kuşatılmış gri bir şehir yaratıp içinde hapsolmuş kahramanı Vahide’nin orta yaşlarından sonra kendini adım adım keşfini ve bir uyanışı anlatıyor. Sancak ile 'farkına varışlar üzerine kurulan' romanını konuştuk.

Toplumsal yapı, kaçınılmaz tezatlar yaratıyor’


- Şiirle başlayan yazın serüveniniz boyunca pek farklı alanda esere imza atsanız da yirmi beş yılı bulan bir öykü geçmişiniz göze çarpıyor. Uyanan Güzel’de teknik olarak öykünün izleri ne boyutta?- İlk romanım Fırtına Takvimi’nde olduğu gibi Uyanan Güzel’deki olaylar da kısa bir zaman diliminde geçer ve kronolojik bir sıralama ile hikâye edilmez. Geçmişe durumun içinden anımsama tekniği ile dönülür ve sadece ana meseleyi anlatacak en gerekli sahneler yer alır metinde. Bu yanlarıyla öykü formuna yakın durdukları, klasik roman formuna benzemedikleri söylenebilir. Ne var ki uzun yıllardır yazdığım türün getirdiği bir alışkanlık değil bu, tamamen tercih ettiğim bir şey. Öte yandan her iki roman da olay zinciri, devamlılıkları ve bağlantıları nedeniyle öyküye uzak.

BİR BELLEK YOKLAMASI OLUŞTURMAK İSTEDİM”
- Bu iki roman özelinden genele uzanalım. Bu yeni roman, Jale Sancak’ın edebiyatının -ve hatta dünyayı kavrayışının- neresinde konumlanıyor?- Bu güzel sorunun yanıtını ya da yorumunu -eğer lütfederlerse- edebiyat eleştirmenlerine bırakarak romandaki kişiler ve konular üzerine genel olarak şunu söyleyebilirim: Benim temalarımda ve karakterlerimde devamlılık vardır, hâl böyle olunca romanda anlattıklarım yeni bir kavrayışın ürünü ve ilk kez söz ettiğim olgular, durumlar değil. Öteden beri yaşadığımız, benim de kendime dert edindiğim bazı temel meseleler.- Romana çift katmanlı bir anlatım hâkim. Şehre dair genel bir durum aktarımının ardından yine karakterlerin iç dünyasına ve olaylara eğiliyorsunuz. Kimi zaman Tanrısal bir bakışla okura açılan olaylar, bazen de kahramanlar kendi kendine söyleniyormuşçasına ilerliyor. Neden böyle bir kurgu tercih ettiniz?- Dil ve bakış açısı dediğimiz öğeler bize birçok biçimde anlatma imkânı sunuyor. Neden bu güzelim imkânları reddedip tek bir anlatıcıyla yetinelim ve tektipleşelim... Ben epeydir klasik birinci tekil kişiyi kullanmıyorum. Daha inandırıcı, daha doğru ve geniş imkânlı bulduğum için çoğu zaman serbest dolaylı anlatımla birlikte bilinç akışı tekniğini ve iç monoloğu kullanıyorum. Karakterin anlatıcı olmasını pek de doğru bulmadığım yerlerde ise o anlatıcı alıyor sözü. Kurguya gelince “Gri Şehrin” yüzlerce yıllık macerasını bir kez daha hatırlatmak, bir bellek yoklaması oluşturmak isteyişimin yanı sıra şehrin durumu ile kahramanların ruh hâllerinin, yaşantılarının birbirine ne kadar benzediğini göstermek için bu tür bir olay örgüsü oluşturdum.

“DİSTOPYA YAZMAYI AMAÇLAMADIM”
- Kahramanların yaşı, meslekleri ve hayatı algılayış biçimleri düzleminde hep bir tezat içinde sanki. Ne dersiniz?- İnsanın kendini anlayıp gerçekleştirmesine, birey olabilmesine ve özgürleşmesine izin vermeyen, baskıcı, bağnaz, şiddeti yücelten bir zihniyetin egemen olduğu bir toplumsal yapı; ayıbın, günahın ve yasağın baş köşeye oturtulduğu ataerkil aile düzeni ve bu zihniyetin yarattığı yetiştirme tarzı kaçınılmaz olarak tezatları getiriyor. Bütün bunlardan mustarip ana karakter Vahide’nin durumu böyleyken yeğenini çok daha farklı yetiştirmesi nedeniyle tezatlık Deniz’de olumluya dönüşüyor.- Kitaptan başımızı kaldırıp etrafa baktığımızda gördüklerimiz, yarattığınız dünyayla pek çok açıdan örtüşüyor: Ruhunu kaybetmiş bir şehir, polis şiddeti, korku toplumu, hava kirliliği... Bu bağlamda sormak isterim; bir distopya mı kurduğunuz, yoksa yaşadığımız coğrafya bu noktaya mı geldi?- Distopya yazmayı amaçlamadım, ne var ki Uyanan Güzel’de yırtıcı metallerle kuşatılan şehir distopik bir atmosfer yaratıyor olabilir. İşin aslı sizin de belirttiğiniz ve bildiğiniz gibi romanda anlatılanların hemen hepsi gerçekleşti. Hatta çok daha sert, kıyıcı hâllerini yaşadık, yaşıyoruz. Gelinen nokta aynıyla vaki. Ayrıca distopyaların gerçekten ziyade düş ürünü olduğunu, gerçekleşmediğini, gerçekleşmeyeceğini kim iddia edebilir ki?..

BİREYİN ADIM ADIM KENDİNİ KEŞFETTİĞİ BİR ROMAN”
- Yapıtlarınızda sıklıkla yer bulan başka bir temaya da değinelim isterseniz. Kitaplarınızın satıraralarında çoğunlukla kadınların bastırılmışlığı üzerinden ataerkil düzene ve toplumsal kodlara eleştiri getiriyorsunuz. Bu tesadüf olmamalı...- Elbette tesadüf değil. Canımı yakan meselelerden biri. Uzun uzun söze dökmeme de gerek yok, kadınların hâli pürmelali, ataerkil düzenin korkunçluğu ortada. Herkes baskının, şiddetin, yıkıcılığın tanığı. Aslında sadece tek bir erki değil, iyice vahşileşen, durmadan boğazımızı sıkan her türlü erki, ona hizmet eden birçok şeyi eleştiriyorum desek daha doğru olur.- Bu kadar bunaltıcı gerçeklik içinde naif bir anlatım yakalayıp bunu sürdürüyorsunuz bir anlamda. Tümüyle toplumsal çürümeden söz eden, karamsar bir metin değil okuduğumuz. Hatta ilerledikçe ümit veriyor. Bu ikili nasıl bir dengeye oturuyor?- Naif yerine -o çok doğru bir tanımlama gibi gelmedi bana- karamsarlıktan uzak diyebiliriz, evet öyle bir anlatım gerekti bu kez. Gerekti diyorum çünkü Uyanan Güzel, bir oluşum romanı. Bireyin adım adım kendini keşfettiği, ruhsal ve davranışsal olarak olumlu yönde değiştiği, farkına varışlarla gelişip olgunlaştığı bir roman. Uyanışı anlatıyor. Ayrıca umut veren bir direnişe doğru yol alıyorlar. Tam da bu noktada içerikle dilin tutarlı olması gerekiyor.

09 12.2017
Cumhuriyet