“Mademki milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür. Artık bu hükümetten iyilik ummak abestir. (…) Hep beraber Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız…” Vaiz Abdurrahman Kamil Efendi, 13 Haziran 1919, Amasya.
Atatürk, tam 98 yıl önce bugün, 26 Haziran 1919 sabahı karanlıkta, sessiz sedasız Amasya'dan ayrılıp Tokat'a gitti. Amasya'da kaldığı 14 günde Türk Devrimi'nin temellerini attı. Şimdi okuyacaklarınız o 14 günün gerçek hikayesidir.
AMASYA'YA DOĞRU
12 Haziran 1919, sıcak bir ramazan günü… Şafak sökmek üzere… O alacakaranlıkta Havza'da Ali Baba Oteli'nin önünde ufak bir kalabalık… Şehrin dışındaki köprüde, Samsun'dan gelirken kullandığı otomobil Atatürk'ü bekliyor… Atatürk, Belediye Başkanı'na son talimatları verirken Merzifon Amerikan Koleji'ndeki Amerikalıları taşıyan iki otomobil yanlarında durdu. Başkan sesini alçalttı. Atatürk'e de alçak sesle konuşmasını söyledi. Ama o inadına, meydan okur gibi yüksek sesle, “Saklayacak bir şeyimiz yok! Varsın duysunlar! Bu işte o kadar ileri gittik ki artık dönemeyiz” dedi.
AMASYA'DA KARŞILANIŞ
Amasyalılar Gezirlik'te toplanmışlar Atatürk'ü bekliyorlardı. Akşam karanlığı çökmek üzereydi. Eski Benz otomobilin kendinden önce motor homurtusu duyuldu. Jandarma Çavuşu Ziya'nın “Geliyorlar…” diye bağırmasıyla heyecan içindeki halk arasından “Çanakkale kahramanı geliyor…” sesi yükseldi. Amasya Mektebi Sultanisi öğrencileri yolun iki yanına dizilmişler, Atatürk'ü çılgınca alkışlıyorlardı.
Atatürk otomobilden indi. Kendisini bekleyen kalabalığa “Merhaba Amasyalılar…” diye seslendi. Halk hep bir ağızdan “Sağol… Çok yaşa Paşam…” diye karşılık verdi.
Atatürk, kendisini karşılamaya gelen vaiz Abdurrahman Kamil Efendi'nin elini öpmek için uzandığında yaşlı vaiz, “Estağfurullah paşa oğlum…” diyerek ona sarıldı.
Bu sırada Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi Atatürk'ün elini tutarak “Paşam, gazanız mübarek olsun!” dedi, sonra halka dönerek şunları söyledi: “Çanakkale'den sonra şimdi de vatanı ikinci defa kurtarmaya ahdettiniz. Her anı endişelerle dolu vatanın kurtuluşunu sağlayacak bir işe giriştiniz. Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Amasyalılar çıktığınız yolda emrinizde ve yanınızda olacaktır…”
Atatürk önde, arkadaşları arkada, kalabalık eşliğinde hükümet konağına gittiler.
DİRENİŞ KONUŞMASI
İftar saati gelmiş, top patlamıştı. Yorgun konuklara güzel bir iftar sofrası hazırlanmıştı. Hükümet konağının her yanı Atatürk'ü merak eden insanlarla dolup taşmıştı.
Atatürk yemekten sonra hükümet konağının bir salonunda Amasyalılara seslenecekti, ancak salon biraz karanlıktı. “Lütfen birkaç lamba daha getirelim, Amasyalıların samimi yüzlerini görmek istiyorum” dedi. Kalabalığın arasından şöyle bir ses işitildi: “Sizin aydınlık yüzünüz burayı aydınlatır paşam.”
Atatürk Amasyalılara şöyle seslendi:
“Aziz Amasyalılar!
Padişah ve hükümet, itilaf devletlerinin elinde esir durumdadır. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü duruma çare bulmak için sizlerle çalışmaya geldim. Hep beraber aziz vatanımızın kurtuluşu için ***ret sarf etmeliyiz. (…)
Amasyalılar!
Düşmanların… herhangi bir saldırısına karşı ayaklarımıza çarıklarımızı çekerek vatanı en son kayasına kadar savunacağız.
Allah milletimize yenilgiyi gösterirse bütün evlerimizi, mallarımızı, ateşe vererek ve vatanı bir harabeye çevirerek boş bir çöl halinde düşmana bırakacağız. Amasyalılar buna hep beraber yemin edelim…”
Bütün Amasyalılar, ellerini havaya kaldırarak “Yemin ederiz paşam!” diye bağırdılar.
Atatürk sözlerini, “İttihatçılık, itilafçılık bitmiştir. El ele vereceğiz ve vatanımızı kurtaracağız” diye bitirdi.
AMASYA'DA KUVVACI BİR VAİZ
Yaşlı vaiz Abdurrahman Kamil Efendi de orada, Atatürk'ü dinleyenler arasındaydı. Atatürk'ün konuşmasında Arapça ve Farsça kelimeleri çok yerinde kullanmasından etkilenip şöyle dedi: “Bu paşa başka paşa… Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil…”
Atatürk, Abdurrahman Kamil Efendi'den yarınki cuma hutbesinde düşmana karşı direnişten söz etmesini istedi. Yaşlı vaiz bunu kutsal bir görev olarak kabul etti.
Saat gece yarısını geçmişti. Atatürk yaşlı vaizin elini öptükten sonra, “Ortalık karanlıktır baba, yanınıza bir adam katayım” dedi.
Yaşlı vaiz hafifçe gülümseyip şöyle dedi: “Meraklanma paşa oğlum! Varsın karanlık olsun! Gözlerinin ışığı beni götürür…”
Atatürk babasıyla konuşan bir oğul gibi yaşlı vaizin ellerini tuttu: “Dikkat eyle baba, vatan uğrunda ölmek de var. Şayet başaramazsak beni asarlar, amma seni de ipe götürürler…”
Yaşlı vaiz gülümsedi: “Oğul oğul… Sen ki genç yaşta başını vatan millet uğrunda feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelle de koy senin uğrunda feda olsun…”
Atatürk duygulanmıştı. Yaşlı vaizin elini tekrar öptükten sonra Komiser Muavini Osman Efendi'den vaizi evine bırakmasını istedi.
DİRENİŞ VAAZI
13 Haziran Cuma…
Amasya'nın tarihi Beyazıt Camii, her zamankinden çok daha kalabalık… Şadırvan, abdest alan Amasyalılarla dolu… Derken bir motor sesi yaklaştı. Sesi duyan avludaki kalabalık dalgalanmaya başladı. Cemaat Çanakkale kahramanı Sarı Paşa'yı görmek istiyordu. Caminin girişinde Atatürk'ü, Müftü Hacı Hafız Tevfik Efendi, Kadı Ali Himmet Efendi ve Vaiz Abdurrahman Kamil Efendi karşıladılar.
Atatürk, Abdurrahman Kamil Efendi'nin elini tutup gözlerine bakarak “Hazır mısın baba?” diye sordu.
Kamil Efedi kendinden emin, “Tamamdır oğul tamamdır…” diye cevap verdi.
Atatürk ve yanındakiler, kalabalık arasından geçip camiye girdiler.
Kamil Efendi ağır adımlarla kürsüye çıktı ve cemaatin gözlerinin içine bakarak şunları söyledi:
“Muhterem evlatlarım!
Osmanlı devlet ve hükümetinin artık himmeti mevcudiyeti kalmamıştır. Mademki milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür. Artık bu hükümetten iyilik ummak abestir. (…)
Yegâne kurtuluş çaresi, halkın doğrudan doğruya egemenliğini eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız. Allah gazamızı mübarek eylesin.”
Cemaatin hemen sağındaki mahfilde Kamil Efendi'yi dinleyen Atatürk çok memnundu. (Bkz. Hüseyin Menç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, Ankara, 1992)
ATATÜRK'ÜN AMASYA GÜNLERİ
Amasya'da ilk gece hükümet konağında kalan Atatürk, sonraki günlerde 5. Kafkas Tümeni'nin karargâhı Saraydüzü Kışlası'nda ikamet etti.
Atatürk'ün Amasya'daki ilk işi Amasya Müdafaayı Hukuk Cemiyeti'ni kurdurmak oldu.
Bu arada kaldığı Saraydüzü Kışlası'nın bir odasını telgrafhane olarak hazırlattı. Amasya'dan ülkenin değişik yerlerine direniş telgrafları gönderdi: 15 Haziran'da Diyarbakır Valiliği'ne, yine aynı gün Uceymi Sadun Paşa'ya ve 18 Haziran'da Edirne'de I. Ordu Komutanı Cafer Tayyar Bey'e telgraflar gönderdi. 16 Haziran'da Vahidettin'e de bir telgraf çekerek, gerekirse görevinden istifa edip sine-i millete döneceğini belirtti.
17 Haziran'da Yunan ordusu Menemen'de kıyım yaptı. 100 kadar sivil Türk öldürüldü.
17 Haziran'da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Atatürk'ün geri çağrılmasını istedi.
17 Haziran'da Atatürk, K. Karabekir'e çektiği telgrafta, ülkenin “ancak milli birlikle kurtarılacağını anlatmak ve bunun için her çeşit siyasi ve kişisel ihtiraslardan uzak ve yalnız milleti özgür ve bağımsız yaşatmaya yönelik örgütün, yani Müdafaayı Hukukun her bucağa varıncaya kadar yayılmasını sağlamaya” çalıştığını belirtti.
18 Haziran'da İçişleri Bakanlığı, Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri kurulmasını ve telgraflarının çekilmesini yasakladı; milli kuvvetlerin dağıtılmasını istedi. Bunun üzerine Atatürk 20 Haziran'da postanelere el konulmasını emretti.
19 Haziran'da Hüseyin Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa Amasya'ya geldiler. Onları karşılayan Atatürk, “Sizleri zahmete soktuk, fakat buluşmamız çok iyi oldu” dedi.
20 Haziran Cuma günü Atatürk'ün isteği ile Amasya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından, yaklaşık 30.000 kişinin katıldığı büyük bir miting yapıldı. Mitingde konuşan Atatürk, milleti yine direnişe çağırdı.
21 Haziran'da İçişleri Bakanı Ali Kemal, İngiliz yetkililere, “Mustafa Kemal'in emirlerine uyan memur veya subayların Divan-ı Harp tarafından cezalandırılacağını” söyledi.
21/22 Haziran gecesi Amasya Genelgesi hazırlandı.
Devrimin işaret fişeği

Atatürk, kendi ifadesiyle, “mevcut siyaset teorisini” değiştirmek gerektiğini düşünüyordu. Tüm siyasal, mezhepsel ve etnik bölünmüşlüklerin ötesinde Osmanlı yönetiminin; sarayın, sultanın, mevcut partilerin dışında, tamamen milletin iradesine dayanan, birleştirici, bütünleştirici yepyeni bir siyaset teorisi kurmak istiyordu.
İşte Amasya Genelgesi bu mantıkla hazırlandı.
Atatürk'ün hazırladığı Amasya Genelgesi'nin esası şöyledir:
1- Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3- Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Genelgede ayrıca, milletin sesini dünyaya duyuracak bağımsız “milli bir heyetten”, halkın katılımıyla toplanacak Sivas ve Erzurum kongrelerinden söz ediliyordu.
Genelgede bir de “Mahrem (Gizli) madde” vardı. Açıklanmayan bu 6. madde şuydu: Askerî ve millî örgütlenme hiçbir surette kaldırılmayacaktır. Komuta hiçbir surette ve hiçbir kimseye terk edilmeyecektir. Silâh ve mühimmat kesinlikle elden çıkarılmayacaktır.
Bu kararlar, 21/22 Haziran'da Atatürk, Ali Fuat Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Albay Refet Bey ile Albay Kâzım, görevli memurlar Hüsrev Bey, Muzaffer Bey ve başka bir memur tarafından imzalandı. Daha sonra da asker, sivil yetkililere gönderildi.
Amasya Genelgesi hem yeni bir siyaset teorisinin hem de yeni bir devletin habercisidir. Çünkü kurtuluşu ne saraydan, sultandan ne herhangi bir partiden ne de herhangi bir liderden bekliyordu; kurtuluşu doğrudan doğruya milletten, milletin iradesinden bekliyordu. Hem ulusal bağımsızlığa hem ulusal egemenliğe vurgu yaparak Atatürk'ün Nutuk'taki ifadesiyle “Milli hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurma” (Kemal Atatürk, Nutuk, Haz. Zeynep Korkmaz, Ankara, 1995, s. 9) düşüncesini ilk kez ortaya koyuyordu. Dolayısıyla Amasya Genelgesi özünde bir ihtilal, devrim bildirgesidir.
Amasya Genelgesi her şeyden önce her yönüyle bilimsel ve gerçekçidir. Önce durum tespiti yapılmış, sorumlular eleştirilmiş, sonra çözüm yolu gösterilmiştir. Bu çözüm yolu ne İngiliz ne Amerikan mandasıdır, ne bölgesel kurtuluştur, ne de saraya, sultana teslimiyettir. Bu çözüm yolu, emperyalizme karşı tam bağımsızlık, saraya sultana karşı milli egemenliktir.
Amasya Genelgesi sultanın, halifenin ağzına bakmak yerine milleti, kendi kaderini kendi eline almaya çağırır. Cumhuriyetin, demokrasinin temeli olan “milli egemenliğe” vurgu yapar. Sultanın, halifenin dinsel egemenliği yerine milletin dünyevi egemenliğinden söz eder, dolayısıyla ruhu itibarıyla laiktir.
Atatürk'ün eseri

Amasya Genelgesi Atatürk'ün eseridir. Atatürk'ün Nutuk'taki ifadeleriyle “Yazdırdığım bu hususlar dört gün önce Trakya'ya tebliğ etmiş olduğum bir kararın bir genelge ile Anadolu'ya bildirilmesinden ibarettir. Bu karar, 21/22 Haziran 1919 gecesi karanlık bir odada alınmış korkunç ve esrarlı yeni bir karar” değildir. (Nutuk, s. 22)
Gerçekten de Atatürk'ün, 18 Haziran 1919'da Edirne'de I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey'e gönderdiği telgraf, Amasya Genelgesi'nin ön taslağı gibiydi.(Nutuk, s. 14)
Atatürk, Nutuk'ta, Rauf ve Refet beylerin Amasya Genelgesi'ni zoraki imzaladıklarını belirtir. (Nutuk, s. 23,24.)
Amasya Genelgesi'ni, Konya'daki Cemal Paşa ile Erzurum'daki K. Karabekir Paşa da telgrafla onaylamıştı. Ancak K. Karabekir Paşa, “Ben bu şifreye uzun cevabı uygun bulmadım. 17 Haziran tarihli düşüncelerimin iyi karşılanmasını yeterli gördüm” şeklinde karşılık vermişti. Bu sözlerden Kâzım Karabekir Paşa'nın Amasya Genelgesi'ni tam olarak onayladığı sonucuna varmak çok zordur. Çünkü 17 Haziran 1919 tarihli telgrafında K. Karabekir Paşa, vaktinden evvel yapılacak bir hareketin sakıncalarından bahsetmişti. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz. 2. Bas., İstanbul, I988, s. 47.) Yani K. Karabekir, Amasya Genelgesi'ni zamansız bulmuştu.
Amasya Genelgesi, sadece Türk Milleti'nin değil, dün, bugün ve yarın emperyalizm veya saray, sultan; tek adam diktası altındaki tüm mazlum milletlerin özgürlük ve bağımsızlık bildirisidir.