Raporlarla Polis Akademisi ve Diğer Eğitim Kurumlarındaki Fethullahçı Kadrolaşma
Yukarıdaki birimlere sızmaya çalışan fethullahçı kadrolar, Cumhuriyet'in bugününü tehdit edecek mevziler elde etmişlerdir. Ya Cumhuriyetin yarınları?!. İşte, fethullahçılar, yarının şeriatçı-mürit emniyetçilerini yetiştirmek ve Cumhuriyet'in geleceğini şimdiden kontrolleri altına almak için, esas oyunlarını, Polis Akademisi başta olmak üzere, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı tüm eğitim kurumlarında sergilemektedirler. Son yirmi yıllık süreçte göreve gelen tüm İçişleri Bakanları'nın ve Bakanlık Müsteşarları'nın, Emniyet Genel Müdürleri'nin, tüm siyasilerin bildikleri halde seyrettikleri bu olumsuzluğa karşı, büyük bir cesaret ve onurla ilk resmi tepkiyi ortaya koyan, bir başka ifadeyle ilk defa "kral çıplak" diye bağıran, dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral olmuştur. Saral, aşağıdaki raporunun çok kısa bir süre sonrasında, cezalandırılarak görevinden alınmış, ekibi ile birlikte çirkin iftiralara ve 20'ye yakın davaya muhatap bırakılmıştır. Fethullahçı istihbaratçıların deyimi ile, "hocaefendiye ve ışık ordusuna dil uzatanlar, sonradan geleceklere de emsal olacak biçimde pişman edilmişlerdir". İşte, Saral'ın Polis Akademisi ve Polis Koleji'ndeki fethullahçı örgütlenme ile ilgili değerlendirmelerini içeren, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne yaptığı suçduyurusu niteliğindeki 30.04.1999 tarih ve 2691-99 (B.05.1.EGM.4.06.00.06) sayılı yazısından bazı alıntılar:
"IŞIK TARİKATI adı altında örgütlenen Fethullah GÜLEN ve teşkilâtımız içerisindeki uzantılarının Polis Koleji, Polis Akademisi ve Emniyet Teşkilâtı içerisindeki örgütlenmesi ile ilgili yapılan çalışmalarda;
Polis Kolejine ve Polis Akademisi'ne daha önceden özel olarak eğitilmiş örgüt içerisinde yer alan şahısların rahatlıkla girebildikleri, bu şahısların okul içerisindeki öğrenciler tarafından İmam olarak adlandırdıkları ve mezkûr yapılanma içerisinde yer alan sınıf komiserleri aracılığı ile ayrı ayrı sınıflara dağıtıldıkları, bu sınıflarda sınıf imamı veya devre imamı olarak faaliyet yürüttükleri, iyi bir aile terbiyesi ve din eğitimi almış öğrencileri samimi yaklaşımlarla taraflarına çekmeye çalıştıkları, imam olarak adlandırılan şahıslar tespit etmiş oldukları öğrencileri, başlangıçta, dışarıda sivil vatandaşların evlerine götürerek sıradan bir aile ya da muhabbet ortamı sağlamak suretiyle video filmleri izlettikleri, sonraki aşamalarda özenle hazırlanmış ev yemekleri ikram edildiği, çay sohbetleri yapıldığı, birlikte namaz kılındığı, böylelikle samimi bir ortam yaratılarak öğrencilerin geçmişi ve aile yapıları hakkında bilgi edindikleri, öğrenci imam olarak faaliyet gösteren öğrencilerin aynı yapılanma içerisinde bulunan sivil vatandaşlar ile sürekli irtibat halinde bulundukları, bu şahısların genelde üniversite öğrencisi oldukları ve kendilerine abi diye hitap ettikleri, ayrıca bu şahısların kod isim kullandıkları,
Zaman içerisinde faaliyetlerin daha rahat yürütülebilmesi için, örgüt içerisinde yer alan sınıf komiserlerinin aracılığı ile boş ya da kol faaliyetlerinin yürütüldüğü odalarda çay ve bisküvi ikram edilmek suretiyle uygun bir sohbet ortamı vasıtasıyla güven sağlanarak yakın arkadaşlık ilişkilerinin geliştirildiği ve kendilerine yakın hissettikleri öğrencileri de bu ortamlara çağırıp, cazip teklif ve telkinlerle ikna etmeye çalıştıkları,
İkna edilen öğrencilerin hafta sonu çarşı iznine çıktıkları zamanlarda, örgüt içerisinde yer alan esnafların dükkânlarından faydalanmak suretiyle resmi elbiselerini değiştirerek sivil elbise giydikleri, birer ikişerli gruplar halinde örgüt içerisinde yer alan sivil vatandaşların evlerine gittikleri, gidilen yerlerde Fethullah GÜLEN'in video kasetlerinin seyredildiği, namaz vakitlerinde birlikte namaz kıldıktan sonra Said-i Nursi'nin Risalelerini okuyup birlikte ders çalıştıkları ve Fethullah GÜLEN'in kitapları hususunda derinlemesine eğitime tâbi tutuldukları, genelde bu evleri 7-8 kişilik gruplar halinde kullandıkları, bu öğrencilerin kullandıkları evin, ev sahibini görmedikleri ve kasıtlı olarak tanıştırılmadıkları, bu evlerden sadece dışarıdan abi diye hitap ettikleri üniversite öğrencilerinden 1 ya da 2 kişinin bulunduğu, planlı bir şekilde hareket ettikleri, gizliliğe önem verdikleri, hafta sonu programları, devre imamlarının talimatı doğrultusunda sınıf imamları vasıtası ile öğrencilere iletildiği, okula dönüş saati yaklaştığında tekrar birer ikişer kişilik gruplar halinde evden ayrıldıkları ve tekrar üzerlerini değiştirdikleri esnaflara giderek resmi üniformalarını giydikleri, bu evlerin Işık Evleri veya Işık Kışlaları olarak adlandırıldığı ve tamamen bu yapılanma içerisinde bulunan öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması için sivil vatandaşlarca tahsis edildiği, bir evde bulunması gereken her şeyin bu ışık evlerinde mevcut olduğu, Polis Akademisi'nde sahte belgeler ile evci çıkan öğrencilerin bu evlerde ikamet ettiği,
Ancak, Fethullah GÜLEN ve örgütünün deşifresine yönelik başlatılan çalışmalardan sonra tedbir gereği bu evlerin bir çoğunun boşaltıldığı, bazılarının aile evlerine dönüştürüldüğü ya da aile evleri ile okul içerisinde örgütlenme faaliyetlerine hız verildiği, buna paralel olarak hasım cephe ya da muhalif cephe diye adlandırdıkları kesimlere karşı hile , iftira, yıpratma ve saldırı kampanyalarını hızlandırdıkları, hatta daha da ileri giderek abi ve imam adı verdikleri şahısları gerek teşkilâtımız içerisinde, gerekse diğer bazı kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzey yöneticileri ile bazı siyasi parti yetkilileri ve temsilcilerine göndermek suretiyle yanlış ifade ve telkinlerle konular çarpıtılarak hasım cephe diye adlandırdıkları kişiler aleyhinde yoğun bir kampanya başlattıkları,
Okul içerisinde imamlar haricinde öğrencilerin birbirleri ile irtibat kurmadıkları, ast üst ilişkilerine çok dikkat ettikleri, öğrencilerin sorunlarını imamlar vasıtasıyla aynı yapılanma içerisinde bulunan sınıf komiserlerine ilettikleri, kendilerine yakın olan kimselerin disiplin cezalarını iptal ettikleri, sınıf ve devre imamlarına okul içerisinde bir sorumluluk verilmediği, (Sınıf Mümessilliği, Baş Mümessillik, Yemekhane, Yatakhane Sorumluluğu gibi) ancak bu imamların uygun gördüğü öğrencilere okul idaresi tarafından bu tip sorumlulukların verildiği, hatta bu sorumlu öğrencilere birer oda tahsis edip örgütlenme faaliyetlerine kolaylık sağlandığı,
Polis Kolejinde kendi yanlarına çekemedikleri öğrencilere genelde komünist dedikleri, diğer öğrencilerin de onlara karşı cephe almalarını sağladıkları ve o şahıslarla arkadaşlık yapılmaması için ellerinden gelen her türlü ***reti gösterdikleri, ayrıca bu öğrencilere öğretmenler ile sınıf komiserleri aracılığı ile baskı uygulattıkları, sınıfta bıraktırma, disiplin cezası verdirme hatta okuldan attırma cihetine kadar gittikleri, böylelikle psikolojik bir üstünlük sağlayarak okul içerisindeki faaliyetlerini daha rahat yürüttükleri,
Yaz tatillerinde örgüt mensupları aralarındaki bağın soğumaması ve öğrencilerin sosyal yaşantı içerisine girmesini engellemek için ailelerinden izin alabilen öğrencilerin, Ege ve Akdeniz Bölgesinde bulunan, örgüt tarafından kiralanan Işık Kışlalarında yoğun bir eğitime tabi tutuldukları, haftada bir veya iki kere deniz sahilinin tenha bölgelerinde denize girmelerine müsaade edildiği, yine haftada bir veya iki kere pikniğe gittikleri, yaz programlarda sivil vatandaşlardan abi diye hitap ettikleri ve kod isim kullanan şahısların bu evlere gelerek eğitim faaliyetlerini kontrol ettikleri,
Okul içerisindeki yapılanmanın grup, sınıf ve devre imamı olmak üzere hiyerarşik bir şekilde oluşturulduğu, Polis Akademisi'ni bitiren öğrencilerin başlamış olduğu görev yerlerine göre, yeni gruplar oluşturularak imam kadrolarını belirledikleri, imamların genelde üst rütbeli şahıslardan seçildiği, mezun olan öğrencilerden maaşa geçtikten sonra, bekar olanlardan maaşının 1/5'i, evli olanlardan ise 1/10'u nispetinde himmet adı altında para topladıkları,
Son günlerde takiyye kuralı gereğince tedbirler geliştirerek komünist diye adlandırdıkları kendilerinden olmayan öğrencilere yakınlık göstermeye başladıkları ve onlarla dost olmanın yolunu aradıkları,
Yapılan sohbetlerde Kur'an-ı Kerim'den ayetler ve hadislerden örnekler verilerek Fethullah GÜLEN'i, ahir zamanda gelecek MEHDİ olarak gördükleri, zaman zaman Atatürk ve devrimleri aleyhinde konuşma, açıklama ve eleştiri yapılmakla birlikte 28 Şubat kararlarından sonra takiyye ve tedbir gereğince Atatürk sevgisi verir gibi davrandıkları, okuldaki namazların şafi mezhebindeki gibi, cem şeklinde yani öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazını birleştirmek suretiyle kıldıkları, değişik ortamlarda birbirleri ile şifreli konuştukları,
Bu faaliyetlerde bulunan öğrencilerin Ankara'da Demetevler, Keçiören, Yenimahalle, Cebeci, Etlik, İskitler ve Dikmen bölgelerindeki evlerden faydalandıkları yolunda bilgiler elde edilmiş olup, konunun daha da netleştirilmesi ve belirlenen ışık evleri ile ilgili çalışmalarımız sürdürülmekte olup, gelişmeler peyder pey bildirilecektir".
Yine Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün 18.3.1999 tarih ve 1820-99 sayılı bir başka yazısında, Fethullah Gülen'in polis adayı gençlere, Polis Akademisi ve Koleji'ne yönelik ilgisinin gerekçeleri, şu cümlelerle değerlendirilmiştir:
Fethullah GÜLEN, alışılmış "Din Adamı" profilinden uzak, din adına farklı söylemleri bulunan, kimi zaman "Sfenks" kadar sessiz, kimi zaman Atatürk'ü övmeye gerek duyan, kimi zaman 8 yıllık eğitime destek verecek kadar reformcu, rejim yandaşı ve aydın bir düşünür, kimi zaman farklı dinlerin temsilcilerine dünya barışı adına çağrılar yapacak, hatta papa ile fikir teatisinde bulunabilecek kadar da enternasyonal yanı güçlü biri olarak görüntüler vermektedir. Tarikat mensupları da, baş imam Fethullah GÜLEN'den aldıkları fetvalar doğrultusundaki davranışları ile, kendi düşüncelerinin zıttı olanlara karşı "hile mübahtır" yöntemi ile tedbirler geliştirmektedirler.
Fethullah GÜLEN'in yeterli bir din eğitimine ve bilgisine sahip olduğu kuşkuludur.Ama, dini bütünüyle bilmeyen fakat itikatlı olduklarına inanan insanları etkileyebilecek noktaları iyi keşfetmiş, üstün bir zeka sahibi olduğu söylemleri de gündemdedir. Alim olmayı gerektirmeyen dini hikâyeleri, ızdırap yüklü ses tonu eşliğinde, sohbetlerinde gözyaşı suyu ile kişilerin manevi alanlarına nüfuz edecek şekilde anlatan ve kişileri istediği yöne sevk etmeyi başarması bir çok entelektüel kesimin kendisinden etkilenmesini sağlamıştır.
Özellikle birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz ve 2000'li yıllara girmek üzere olduğumuz şu günlerde, Türkiye sathını mücadele alanı olarak değerlendiren ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkma, parçalama, en hafifinden Cumhuriyet'in temel niteliklerini değiştirme veya kendine göre yön verme ya da devlet içinde hâkim güç olma sevdasındaki bu gibi organize suç yapılanmalarını dünlerde olduğu gibi bugünlerde de etkileyip kullanmada ön planda tuttuğu hedef kitlenin başında, aktiviteleri, heyecanları ve coşkuları ile gençlerimizin gelmesi son derecede düşündürücüdür.
Gençlerimizin ülke menfaatleri ve değerleri açısından hangi noktalarda bulundukları, nihai hedeflerinin ne olduğu tam olarak belirlenmiş olanlarla, kamufle yeteneğine sahip bulunan çeşitli maskeler ve kamuoyu desteğiyle yollarına devam etmekte olan ve üzerindeki "Giz" perdesi tam olarak kaldırılmamış masumane görünümlü kimi organizasyonların çekim alanlarına girmelerine mani olabilecek ölçülerde uyarmadığımız ve yeterli bilgilerle teçhiz edemediğimiz de bir başka gerçektir. Böyle olduğu içindir ki gençlerimiz halen bir takım kişi veya örgütlerin hedefledikleri noktalara ulaşma ve bu yöndeki planlarını hayata geçirmeleri konusunda cazibe merkezi olmaya devam etmektedirler.
Gençlerimiz üzerinde oynanan bu oyunlardan da anlaşılacağı gibi, teşkilâtımız bünyesinde bulunan başta Polis Koleji ve Akademisi olmak üzere, bir çok eğitim kurumumuz adıgeçen tarikatın ilgi alanına girmiş ve teşkilâtlanmaları adeta bir sistematiğe bağlanmış gibi devam etmektedir. Teşkilât bazında stratejik önemi haiz Personel, Bilgi İşlem, Eğitim, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele, Terör ve İstihbarat birimleri ile taşra uzantılarında da yapılanmaların olduğu yönünde emareler mevcuttur".
Kendisi de Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde yedi yıl süreyle eğitim gören gazeteci Zübeyir Kındıra, yaşadıklarını ve araştırmalarını anlattığı "Fethullah'ın Copları" adlı kitapta, bu eğitim kurumlarındaki fethullahçı kadrolaşmayı, 1979'dan bu yana günümüze kadar getirmektedir. Kındıra, en güncel bilgi ve belgelerle de desteklediği kitabının "Sunuş"unda, konunun önemini şöyle vurgulamaktadır:
"Polis Koleji'nin uygun ikliminde, bir çoğumuz, daha ilk hafta sonu izninde, bu Fethullahçı topluluğun içinde, nereye ve neden gittiğini bilmeden bir 'Işık Evinde', 'Said-i Nursi' risalesi dinlerken buldu kendini Bazılarımız okula döner dönmez, üst sınıflara ya da komiserlere durumu anlatıp 'korunmaya' alındı. Ama yalanlarla, gizlice götürüldüğümüz o evleri, orada yaşadıklarımızı ve o günleri hiç unutmadık.
Ben de o evlerden birine götürülenlerdenim. Aradan 21 yıl geçmesine karşın, o günü hiç unutmadım. Daha sonra yaşadıklarım da o günün unutulmasına engeldi. İlk denemelerinin ardından, bu kişilerin gerçek niyetini anladım ve hemen uzaklaşıp, kurtuldum. Benim gibi bir çok arkadaşım da bu topluluktan uzak durdu. Ama benimle birlikte o gün o eve gidenlerin bir çoğu iyi birer Fethullahçı oldular. O gün, o evde, benim ilk namazımda yanımda duranlar ve onların anlayışı tarafından Emniyet Teşkilatı'ndan uzaklaştırıldım.
Yıllar sonra, gazeteci olarak o gün, o evde benimle birlikte olanların, Emniyet Teşkilatı'nın en kritik üst yönetimlerinde bulunduklarına, hiç de şaşırmadan, tanık oluyorum. Polis içine 'Fethullahçı tohumu' atılmasının ilk günlerine tanıklık etmiş daha sonra, 'kendilerinden olmayanları saf dışı bırakma' yöntemlerini yaşamış biri olarak, laik ve demokratik düzene yönelik tehlikelerden biri olduğuna inandığım, 'bu arkadaşlarımın', 'eski mesletdaşlarımın' gün ışığına çıkmadan, hak etmedikleri makamlarda oturmalarına ve toplumu yanlış yönlendirmelerine izleyici kalmak, en azından yaşadıklarıma haksızlık olurdu. Bu çalışmayı yapmaya karar vermemdeki en büyük etkenlerden biri de budur...
Polis içindeki Fethullahçıların bir bölümünü ve Polis Koleji ve Akademisi'nde bulunduğum yıllarda 'Işık Evleri'ne giden ve öğrenci götürenleri anlatmaya çalıştığım bu kitap içerisinde, yaşadıklarım ve tanık olduklarım ve gazeteci olarak araştırdıklarım var. Bazı bilgiler doğrudan anılarımdan, büyük çoğunluğu ise polis içindeki dostlarımdan ve belgelerden...". (Zübeyir Kındıra, Fethullah'ın Copları, (İstanbul: Su Yayını, 2001), s. 15-16.)
Türk Basınının en saygın gazetecilerinden biri olan Zübeyir Kındıra, kitabında, fethullahçıların bu eğitim kurumlarındaki tüm usulsüzlüklerini, baskı yöntemlerini, ders veren öğretim elemanlarının Cumhuriyet karşıtı sapkınlıklarını, şeriatçı kadrolaşmanın tüm evrelerini ve destek veren siyasilerle, üst düzey bürokratları, isim isim, müfettiş raporları ve soruşturmalara esas belgeleriyle birlikte ayrıntılı olarak açıklamaktadır. Bu kitap, yöneticilerin devlete ve rejime bağlı olduğu bir ülkede yayınlanmış olsaydı, en azından İçişleri Bakanı başta olmak üzere, hedef isimlerin tamamını götürürdü, diye düşünüyorsanız, haklısınız. Ancak, Türkiye'de bunun tam tersini görüyorsunuz. Örneğin, 10 Kasım 1996'da, "... inancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde, içim kan ağlayarak, bugünkü törenlere katıldım" sözleriyle ünlenen Kayseri eski Belediye Başkanı Refah Partili Şükrü Karatepe hakkında D.G.M.'nin bilirkişi olarak atadığı Prof.Dr. Ali Şafak'ı hatırlamamak olanaksızdır. Zira, Şafak, Karatepe'yi aklayan bir rapora imza atanlar arasındadır. Erzurum İlahiyat Fakültesi mezunu Şafak, halen Polis Akademisi'nde "görevinin başındadır"...
Başta Polis Akademisi olmak üzere, tüm eğitim kurumlarındaki fethullahçıların izini sürmeye başladığınızda, öncelikle Polis Akademisi, Koleji ve Okulları için öğretim üyesi yetiştirilmek üzere yüksek lisans ve doktora yapmak üzere yurtdışına gönderilenlerin de durumlarını ve pozisyonlarını netliğe kavuşturmanız gerekmektedir. Hatırlanacağı üzere, Y.Ö.K. ve Milli Eğitim Bakanlığı, 1982'den itibaren ağırlıklı A.B.D. olmak üzere, yurtdışına onbinin üzerinde burslu öğrenci göndermiştir. Ancak, bir süre sonra bunların yarıdan çoğunun fethullahçı, sonra nakşibendi, süleymancı ve de etnik bölücülerden oluştuğu saptanmıştır. Bu devlet aleyhine üniversitelerde geleceğin akademisyenlerini yetiştirme ve kadrolaştırma furyasından, Emniyet Teşkilâtı bu haliyle kendisini koruyabilmiş midir? Bu soruya ancak acı bir tebessümle karşılık verilebilir. Nasıl mı?!. İşte, fikir verebilecek bir iki küçük örnek:
Emniyet Teşkilâtı'na "iz" bırakan Bakanlardan biri olan Abdülkadir Aksu, 1988-89 Öğretim Yılında Polis Akademisi'nin kadrolu eğitim elemanı gereksinimini karşılamak üzere, 41 öğretim görevlisini yüksek lisans ya da doktora yapmak üzere -tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak- İngiltere'ye göndermiştir. Bu grup 5 yıl sonra Bakanlık emriyle Türkiye'ye çağrıldığında, sadece bir bölümünün yüksek lisansı tamamladığı görülmüştür. 1997-98 Öğretim Yılında ise, Akademi Yönetim Kurulu kararıyla, "olumsuzluğu" değerlendirilen 20 araştırma görevlisinin Akademi ile ilişkisi kesilmiştir. Ne var ki, bu personel, daha sonra idari yargı kararı ile geri dönmüştür. Bunların önemli bir bölümü yardımcı doçent ve doçent kadrolarına atanmışlardır. Sadettin Tantan döneminde çıkarılan sözkonusu yasayla, öğretim üyelerine kendi istekleri dışında başka bir yere atanmama kolaylığı getirilmiştir. Ayrıca, emniyet kadroluların yanısıra, sivil öğretim elemanlarının da, eğitim ve öğretimin yanısıra idari görev almaları (başkan yardımcısı-dekan yardımcısı-enstitü müdürü vb.) sağlanmıştır. Böylece, Emniyet Teşkilâtı'na bağlı eğitim kurumlarındaki "tek tip" emniyetçi yetiştirmeye yönelik programa işlerlik; kadrolara da dokunulmazlık kazandırılmıştır. Konunun bir başka vahim tarafı, mevcut kadronun, bundan sonra gelecek öğretim elemanlarını seçme kurullarında ve de eğitim programlarında belirleyici rol oynayacak olmalarıdır. Yönetim erkini elinde bulunduran grup, kendi grup gereksinimleri doğrultusunda müfredat programı hazırlama ve kadrolar yetiştirme olanağına sahip olurken, farklı personel bu süreçte ya tasfiye ya da pasifize edilecektir. Acıdır ki, bütün bunlar yasaya uygun (!) olarak yürütülürken, Emniyet Teşkilâtı içindeki Cumhuriyet aydınları, tüm olumsuz gelişmeleri sessiz çığlıklar atarak izlemek zorunda kalacaklardır...
Bir başka tipik örnek olarak, Polis Akademisi'nde müfredata dahil "Devlet Güvenliği ve Haberalma" adlı ders kitabında, Cumhuriyet döneminin en yaygın irticai hareketi olan Nurculuktan tek kelime ile bahsedilmemektedir. Bir başka ifadeyle, geleceğin Emniyet yöneticileri, nurculuk hakkında tek bilgi bilmeden, tehdit olarak algılamadan Akademiyi bitirmektedirler. Nurculuktan bahsetmeyen, gerçek yönleriyle Fethullahçılıktan bahseder mi, diye düşünüyorsanız, yavaş yavaş Emniyet Teşkilâtı'nı tanımaya başlıyorsunuz demektir. Bu kitapta, örneğin, "Zararlı Dini Akımlar" bölümünde, Ahmet Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi isimler, "İrticai Faaliyetler" ana başlığı altında açıklanmaktadır. "Türk Düşünce Tarihi" gibi bir ders ya da bağımsız bir bölüm başlığı altında okutulması gereken bu "aydınlık" isimleri, "İrticai Faaliyetler" başlığı altına dahil edeceksiniz; sonra da "kapkaranlık" Said-i Kürdi ve hempalarını-şakirtlerini bu başlık harici bırakacaksınız!.. Bunun adı bilim değil, Türklük değil, İslamiyet değil, insanlık ise hiç değil!.. Keza, aynı kitapta, Türkiye'de şeriatçıların kendilerini ve faaliyetlerini halk içinde gizlemek, kamufle etmek için kullandıkları "mütedeyyin kitle" kavramına yer verilirken, gerçek mahiyeti hakkında tek cümlelik bilgiden dahi kaçınılmıştır.
Aynı şekilde, yine müfredata dahil "İnsan Hakları ve Kamu Hürriyetleri" adlı ders kitabında, aşırı sağda ve solda yeralan ve Türk Devleti'ni yabancı ülkelere şikâyet gibi işlevleri yerine getiren örgütler, "yerli" ya da "işbirlikçi" başlığı altında değil de, "ulusal sivil toplum örgütleri" başlığı altında anlatılmaktadır. Ayrıca, bu kitapta İnsan Hakları Derneği ve Mazlum-Der hakkında geleceğin emniyet yöneticilerine verilen bilgiler, son derecede yetersiz, içi boş ve düşündürücüdür. Emniyet mensubu, rejimi yıkmak isteyenlerle devlet arasında "tarafsız" değildir, resmen taraftır, devletten taraftır. Bu itibarla, Polis Akademisi'nde ya da bağlı diğer eğitim kurumlarında verilen derslerin, "bilgi" kadar, öğrenciye devlet bilinci, devleti savunma donanımı ve refleksi kazandırması da amaçlanmalıdır. Ama nerede?!.
Konunun bir diğer vahim sonucu da şudur: 9 Mayıs 2001 tarih ve 24397 No.lu Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4652 sayılı Polis Yükseköğretim Kanunu ile, Polis Akademisi üniversite yapısına dönüştürülürken, Polis Okulları da, iki yıllık Polis Meslek Yüksek Okulu haline getirilerek Polis Akademisi'ne bağlanmıştır. Yeni yasayla, mevcut eğitim kadrosunun, tayin açısından neredeyse dokunulmazlığı sözkonusu olmuştur. Devletten yana, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, Cumhuriyetin tüm değerlerine inanmış, laik hukuk sistemini canı pahasına koruyacak Türk Polisi tipolojisinin oluşturulması için, Polis Akademisi'nin ve Polis Meslek Yüksek Okullarının ve Polis Koleji'nin tümüyle yeniden yapılandırılması ve sürekli büyüteç altında tutulması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Tüm bu olumsuzluklardan rahatsız olan, tepki gösteren, teşkilât içindeki Said Kürdi'nin hempalarıyla mücadeleye hazır konumda başka emniyetçiler yok mudur? Elbette ki vardır. İşte, onlardan bir grup tarafından kaleme alınan bir rapor!.. Polis Akademisi ve Polis Koleji'ndeki fethullahçı kadrolaşma olgusu ile ilgili yeni bir resmi soruşturma için gerekli tüm verileri içermektedir. Veriler, gerçekten dehşet verici boyutlardadır. Örneğin, Polis Koleji'ndeki toplam 731 öğrencinin % 53'ünü oluşturan 388 öğrencinin, fethullahçı yapılanma içinde yeraldığı belirtilmektedir. 2001 Yılı mezunları arasında bu oran % 67 olarak kaydedilmektedir. Raporda, 1'den 4'e kadar tüm sınıflardaki normal öğrencilerle, yapılanma içinde yer alan öğrencilerin sayıları ve istatiksel oranlarına yer verilmektedir. Fethullahçılara karşı yurtsever öğrencilerin örgütlü tepkileri sonucunda, devrelerdeki fethullahçı oranlarında hissedilir bir düşme dikkat çekmektedir. Raporda, Polis Koleji'ndeki "imam"ların sayıları hakkında da bilgi verilmektedir: Tüm şubeleriyle 1. sınıflarda 86 fethullahçı öğrencinin 12, 2. sınıflarda 66 fethullahçı öğrencinin 10, 3. sınıflarda 107 fethullahçı öğrencinin 9, 4. sınıflarda ise 129 fethullahçı öğrencinin 34 imamı bulunmaktadır. 4 Sınıflarda "abi" diye nitelendirilen yönetici pozisyonundaki imamların sayıca çok olmasının nedeni, bunların mezuniyet aşamasında "son şekle" bu sınıfta sokulmalarıdır. Mezunlar arasında "il imamı" olarak atanacaklar, 4. sınıftaki imamlar arasından belirlenmektedir. Raporda, 1. sınıftaki A, B, C., F şubeleriyle, 2., 3. ve 4. sınıflardaki A, B, C., D. ve E şubelerinin ayrıntılı imam sayıları kaydedilmektedir. Raporda, fethullahçı kız öğrencilerin durumlarına da değinilmiştir. Örneğin, sadece 3. sınıflarda (toplam 5 şube), okuyan 18 kız öğrencinin içinde, 2'si yönetici konumunda 12 fethullahçı kız öğrenci bulunmaktadır. Farklı bir örnek teşkil etmek üzere, 4. sınıfların 6 ayrı şubesinde 69 yabancı uyruklu öğrenci arasında -ki bunların çoğu ***rimüslimdir- 1'i yönetici pozisyonunda 11'i fethullahçı yer almaktadır. Polis Akademisi'nin 186 kişilik 1. sınıflarının 148'i Polis Koleji kökenli olup, bunların 71'i fethullahçı olarak tanımlanmaktadır. Aynı şekilde, lise kökenli 38 öğrencinin ise ancak 14'ünün fethullahçılarla ilgisi bulunmaktadır. Bundan anlaşılmaktadır ki, Polis Akademisindeki fethullahçı örgütlenmenin alt yapısını, Polis Koleji'nden gelen öğrenciler oluşturmaktadır. Bu açıdan acilen ve öncelikle, Polis Koleji'ndeki yönetici ve eğitim kadrosunun bütünüyle büyüteç altına alınması ve gereğinin yapılması gerekmektedir. Zira, Fethullahçı kadrolaşmaya en sert tepkiyi gösteren (2001-2002 Ders Yılı) 3. sınıf öğrencilerinin, malûm kadro tarafından en sert tepkiyle cezalandırıldıklarından söz edilmektedir. Geçtiğimiz yıl Polis Akademisi'nden "Komiser Yardımcısı" rütbesiyle mezun olan 300 kişiden 202'si, bir başka ifadeyle % 67'si fethullahçı olarak tanımlanmaktadır. Sözkonusu raporun sonunda, Polis Koleji 3. sınıflarındaki ve Polis Akademisi, 1, 2, 3, ve 4. sınıflardaki fethullahçı öğrencilerin isim listelerine yer verilmektedir. Ayrıca, Akademi'nin 4. sınıf şubelerindeki yabancı uyruklu fethullahçıların yanısıra, Akademi'nin 2001 mezunları arasında yer alan fethullahçı komiser yardımcılarının isim listeleri ile, bunlarla bağlantılı Akademi Eğitim Şubesi personelinin (28 kişi) ve Polis Koleji Eğitim İşleri Şube Müdürlüğü'ne bağlı sınıflar şubesi personelinin (22 kişi) listeleri, olgunun vahametini göstermek açısından rapor ekinde sunulmaktadır.
Bu raporun teyidini hangi merci yapacaktır? Hiç şüphesiz, fethullahçılar her türlü olumsuz senaryolara karşı, ilgili birimlerde kendilerini aklayacak, aleyhlerine tanıklık yapacakları ise tümüyle "tasfiye" edecek mekanizmaların başındadırlar. Bu açıdan, kendi aleyhlerine açılacak soruşturmaları, soruşturanlar kendilerinden olduğunda, aklanmanın yasal biçimi olarak kendileri de kabul ve tasvip etmektedirler.
Diğer taraftan, fethullahçılar konusunda böylesine pasif tutum sergileyen, ancak fethullahçılar başta olmak üzere hiçbir zararlı yapılanma ile ilişkisi bulunmayan halihazırdaki Emniyet Genel Müdürü Kemal Önal, tüm bu olumsuzluklardan tek başına mı sorumludur?!. Elbette ki hayır!.. Bugüne kadar İçişleri Bakanlığı makamına oturmuş tüm siyasiler de, en az gelmiş geçmiş Emniyet Genel Müdürleri ve bürokratları kadar sorumludurlar. Fethullah Gülen'in deyimi ile Mülkiye'deki kadrolaşma aleyhine, bu yazının kaleme alındığı tarihe kadar, nedense bir türlü bitirilemeyen bir soruşturma duyumu dışında somut bir işlem tesis etmediğini bildiğimiz, buna karşılık fethullahçı olmadığından da emin olduğumuz Rüştü Kâzım Yücelen'in, "istihbarat" ve karşı-istihbarat" konularında çizdiği yetersiz- tecrübesiz görüntü de ortadadır. Yakın geçmişte, Avrupa'da katıldığı bir toplantıda, 30.000'den fazla vatandaşımızın ölümünden birinci derecede sorumlu eli kanlı terörist Abdullah Öcalan için, "terör dolayısıyla can veren o kadar insanın yaşama hakkı ne kadar birinci derecedeyse, Öcalan'ın yaşama hakkı da o kadar birinci derecededir" demiştir. Türkiye'de de medyadan yayınlanan bu sözler, normalde bir hükûmetin düşürülmesine yetecek sözlerdir. Bu sözlerin sahibi elbette ki PKK sempatizanı değildir ama bu sözlerle, milyonlarca Türk insanının rencide ederken, PKK'yı destekleyen Batılı işbirlikçilerinin -deyim yerindeyse- ekmeğine yağ sürmüştür. Tıpkı, kendi bakanlığındaki fethullahçı kadrolaşmanın üzerine gitmeyerek, gider gibi görünmek suretiyle devlet güvenliğine verdiği zarar gibi. Bakanın, başka zaaf görüntüleri de mevcuttur: Bilindiği üzere, Türkiye'de 1983'den bu yana yasadışı faaliyet gösteren Alman vakıflarından Konrad Adenauer Vakfı'nın en önemli işbirlikçisi, "Türk Demokrasi Vakfı"dır. Bülent Akarcalı'nın başkanlığını yaptığı bu vakıf, sözkonusu yasadışı Alman vakfı ile akçalı ilişkiler içindedir, ki bu yasalarımız açısından aleni suçtur. Ancak bu suçun üzerine kim gidecektir? Vakıflar Genel Müdürü Nurettin Yardımcı mı? Mümkün değil, yakın bir zamana kadar Türk Demokrasi Vakfı'nın yönetim kurulu üyesi olan Yardımcı'nın üyeliği halen devam etmektedir. Vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Nejat Arseven mi? Arseven'in de adıgeçen vakfın üyesi olup vakfın işbirliği çalışmalarına katkıda bulunduğunu bizzat Alman Büyükelçisi Dr. Rudolf Schmidt basına açıklamıştır. Bu yasadışı işbirliğini TRT ya da Anadolu Ajansı mı kamuoyuna duyuracaktır? Mümkün değil, çünkü Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu, adıgeçen vakfın yönetim kurulu üyesidir. Mesut Yılmaz da -oluşumun doğasına uygun olarak- vakfın üyesidir. Geriye, yasaları uygulama gibi asli görevi olan sadece dönemin İçişleri Bakanı kalmaktadır, diye düşünüyorsanız, mutlak yanılıyorsunuz, zira, o da adıgeçen vakfın üyesidir, tıpkı ANAP'lı Işın Çelebi, Mustafa Kalemli, İmren Aykut, Güneş Taner, Emre Kocaoğlu, gazeteci Mehmet Altan, YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, Prof. Dr. Duygu Sezer, Alman liyakat haçı sahibi Prof. Dr. Ahmet Mumcu vd. gibi. Kısaca, Türkiye niçin bu olumsuzluklarla karşı karşıya, sorusunun binlerce yanıtından birini, yukarıdaki ilişkiler örgüsüne bakarak alıyorsunuz...
Dr. Necip HABLEMİTOĞLU