“Bugünün icaplarından biri kadınlarımızın her bakımdan yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da âlim olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim derecelerinden geçecekler ve sonra kadınlar erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı olacaklardır.” (Mustafa Kemal Atatürk, 31.1.1923, İzmir)
Görünen köy kılavuz istemez. İktidarın, yeniden Osmanlılaşma hayali doğrultusunda dinsel hukukun egemen olduğu bir toplum tasarladığı çok açık… Bu toplum tasarımında kadının yeri belli… Kadın güya dinsel gerekçelerle önce kendi içine, sonra evine kapatılıp sokaktan, işten, okuldan; kısacası sosyal hayattan uzaklaştırılmak isteniyor.
Türkiye'nin nereden nereye geldiğini ve nereden nereye götürülmek istendiğini görebilmek için tarihe bakmalıyız.
ESKİ TÜRKLERDE KADIN
Ziya Gökalp şöyle diyor: “Eski kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadına hak vermemiş ve saygı göstermemiştir.”
Gerçekten de eski Türklerde kadın-erkek birçok bakımdan eşitti. Türkler her şeyden önce tek eşliydi. Çocuklar üzerinde baba kadar annenin de hakkı vardı.
Eski Türklerde kadınların sadece sosyal değil, siyasi hakları da vardı. Örneğin, buyruklar “Hakan ve hatun buyuruyor ki” diye çıkarılırdı. Devlet başkanlığı yapan, ülke yöneten Türk kadınları vardı. Bin yıldan fazla bir zaman önce Türk kadını kurultaylara (meclislere) katılıyordu.
“Yargıç” olan Türk kadınları vardı. Örneğin, Uygur hakanının annesi Uluğ Hatun, davalara bakmış bir yargıçtı.
Türk illerini gezen Arap seyyah İbn-i Batuta Türk kadınlarını şöyle anlatıyor: “Burada kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar… Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar. Erkeklerden kaçmazlar.”
Türkler Müslüman olduktan sonra bir süre daha kadının özgürlüğü ve kadın-erkek eşitliği devam etti. Anadolu Türklerinde, Ahilikte kadınlar örgütlenmesi olan “Bacılar Teşkilatı” vardı.
Milli Mücadele'de erkeğiyle omuz omuza bağımsızlık mücadelesine katılan Türk kadınına verilen hakların bazıları, Türk kadınının bin yıldan fazla bir zaman önce sahip olduğu haklardı.
Atatürk, Türk kadınının Milli Mücadele'deki kahramanlığıyla gurur duyuyordu. O, Türk kadınına verdiği hakları, Türk kadınının gerçekten hak ettiğini düşünüyordu.
OSMANLI'DA KADIN OLMAK
Tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı'da kadın olmak çok zordu. Öyle ki Osmanlı'da kadın esirlerin alınıp satıldığı pazarlar vardı. Yabancı devletlerin baskısıyla Osmanlı'da 1856'da kölelik resmen kaldırıldı. Ancak gizli olarak köle alım satımı devam etti. 1864 tarihli bir resmi senede göre 10 yaşındaki bir Çerkes kızının 4000 kuruşa satıldığı belirtiliyordu. (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. 8, s. 208).
Osmanlı'da kadın-erkek ilişkileri, dinsel hukuka göre belirlenmişti. Evlenmede, 1917'ye kadar, yaş sınırı yoktu. Bu nedenle “buluğa erdi” denilerek küçük kız çocuklarının evlendirildiği de olurdu. Çok eşlilik yaygındı. Evlenmede kadının iradesi söz konusu değildi. Boşanma erkeğin isteğine bağlıydı. Mirasta ve şahitlikte kadın-erkek eşit değildi.
Kadın, toplumda erkekten gizlenmeye, peçe ve çarşafla kapanmaya, kafes hayatı yaşamaya zorlanmıştı. I. Dünya Savaşı'na kadar, kadının çalışma özgürlüğü olmadığından ekonomik özgürlüğü de yoktu. Kadının her şeyi gibi eğitim, öğrenim hayatı da çok sınırlıydı. 19. yüzyılın sonlarında açılan bazı kız okulları vardı. Ancak bu okullar kadının derdine derman olmamıştı. Cumhuriyet kurulurken kadınların okuma yazma oranı çok düşüktü. Osmanlı'da kadının, erkek doktora muayene edilmesi bile tartışılırdı. Bu durum, kadın doktorun olmadığı bir toplumda kadının ölüme terk edilmesi demekti.
Osmanlı, kadınlar için bir yasak toplumuydu. Örneğin, 18. yüzyılda kadınların, devlet tarafından belirlenen kıyafet dışında sokağa çıkmaları yasaktı. III. Selim döneminde, 1791 tarihli bir yasak fermanında şöyle deniliyordu: “İngiliz şalisi denilen çuha ***et ince olduğundan o çuhadan ferace giyen kadınların ferace altındaki esvapları dışarıdan görünüyor. Kadınların İngiliz şalisinden ferace kestirmeleri evvelce şiddetle men edilmiştir. (…) Bu yasağımızı dinlemeyen terzi tutulup aman verilmeyip dükkânının kapısına asılacaktır.”
III. Osman, III. Ahmet ve II. Abdülhamit yayımladıkları fermanlarla peçeyi zorunlu tutmuştu. Ancak bazı suçluların çarşafla kendilerini gizlemeleri üzerine, II. Abdülhamit çarşafı yasaklamıştı. (Rukiye Bulut, “İstanbul Kadınlarının Kıyafetleri ve II. Abdülhamit'in Çarşafı Yasaklaması”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, No: 8, Mayıs 1968, s. 35).
Osmanlı'da kadınların erkeklerle arabada, vapurda ve tramvayda yan yana oturmaları da yasaktı. Araçlar bir perdeyle bölünmüştü. Meşrutiyet döneminde bile Gülhane Parkı'na kadınlarla erkeklerin aynı günlerde girmesi yasaktı. (Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s. 470). Atatürk'ün, kadınlarla ilgili ilk devrimci uygulamalarından biri, 1923'te bu yasakları kaldırmak olacaktı.
Osmanlı'da zaten çok sınırlı olan kadın hakları, padişah fermanlarıyla daha da sınırlandırılmıştı. Örneğin, III. Selim ve IV. Mustafa yayımladıkları fermanlarla kadınların belli zamanlarda evden çıkmalarını yasaklamıştı. 19. yüzyıl sonuna kadar kadınların erkeklerle birlikte kayıklara binmesi bile yasaktı. Dahası da var: 1578 tarihli bir fermanla kadınların Eyüp'te kaymakçı dükkânına girmeleri, 1752 tarihli bir fermanla da kadınların mesire yerlerine gitmesi yasaklanmıştı. (Bkz. Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Tarihinde Yasaklar, İstanbul, 1950).
Osmanlı dağılmaya başladıktan sonra ulema sınıfı; Osmanlı'nın dağılıp çözülmesinin nedeninin dinden uzaklaşılması ve kadınların dinsel kurallara uymaması olduğunu iddia ediyordu. Örneğin Balkan bozgununu, Meşrutiyet'le birlikte kadınların açılıp saçılmasına bağlayan hocalar vardı.
Bu bağnaz düşünce, Milli Mücadele Meclisi'nde bile devam etti: Örneğin, 1921'de Meclis'te kadınların muayene edilmesinin dine uygun olup olmadığı tartışılmıştı. Yozgat Milletvekili Hulusi Efendi, hasta kadınların muayene edilmesinin “şeriata uygun olmadığını” savunmuştu. 1921 Meclis'inde kadınlara peçe zorunluluğu getirilmesi ve süslü giysilerin yasaklanması istenmişti. Yine 1921'de Atatürk'ün Ankara'da düzenlediği Maarif Kongresi'ne kadın öğretmenlerin de katılması Meclis'te büyük tepki yaratmıştı. 1921'de Meclis, savaşa katılıp gazi olan 12 yaşındaki Nezahat'a rütbe ve madalya yerine “büyüdüğü zaman çeyizini sağlayacak bir hediye” vermekle yetinmişti. 1923'te nüfus sayımında kadınların da sayılması teklifi Meclis'te tepkiyle karışlanmıştı. 1924 Anayasası hazırlanırken kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi reddedilmişti.
Bu arada, Avrupa'da Orta Çağ'da kilisenin, “şeytan” diyerek kadın yakması, Osmanlı'da kadınların kötü durumunu meşrulaştırmaz.
Türk kadınının hakları için hiç mücadele etmediği de doğru değildir. Meşrutiyet döneminde başlayan bir kadın hareketi vardı. Nezihe Muhittin gibi okur-yazar az sayıda kadının öncülük ettiği bu kadın hareketi, Atatürk'ün kadın devrimini kolaylaştırmıştı.
Seçen, seçilen, okuyan, çalışan Cumhuriyet kadınları
Bugün gazetelerde, televizyonlarda sıkça kadın cinayetleriyle, karma eğitime son verme tartışmalarıyla, çocuk gelin haberleriyle karşılaşıyoruz. “Hamile kadın sokağa çıkamaz” diyen, kadının çalışmaması gerektiğini söyleyen, “6 yaşındaki çocuk evlenebilir” diyen ilahiyatçılarla veya kız öğrencilerin kıyafetinden tahrik olan felsefe öğretmeniyle göz göze geliyoruz. Geçtiğimiz hafta gazetelerde bir klibin, “tahrik edici” bulunduğunu ve Diyanet'in sitesinde “kız çocukları 9 yaşında evlenebilir” açıklamalarını okuduk.
Şimdi gelin, Atatürk Türkiye'sine gidelim ve o günlerde basına yansıyan bazı kadın haberlerini okuyalım:
Kadınların seçme seçilme hakkının olmadığı Cumhuriyetin ilk yıllarında gazetelerdeki seçim haberlerini okuduğumuzda, aday olamadıkları halde, bazı tanınmış kadınlara da oy verildiğini görüyoruz.
Örneğin, 16-30 Temmuz 1923 tarihli Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, Latife Hanım'a Kilis'te 5, Ankara'da 2, Elazığ'da 46, Aksaray'da 3, Antalya'da 7, Tarsus'ta 2, Düzce'de 1, Yozgat'ta 1, Konya'da 39, İzmir'de 1, Malatya'da 54, Diyarbakır'da 20 oy; Halide Edip (Adıvar) Hanım'a Kilis'te 1, Diyarbakır'da 11, Malatya'da 28, Elazığ'da 7 oy çıktığını yazıyordu. Ankara'da ayrıca Memduha Hanım'a 1 oy çıkmıştı. Gazeteye göre Malatya'da Mevhibe İnönü'ye 4, Kara Fatma'ya 2, Nezihe Muhittin'e de 1 oy çıkmıştı. Diyarbakır'da Müfide (Tek) Hanım'a 12, Galibe Hanım'a 1 oy çıkmıştı.
Latife Hanım, kendisine gösterilen ilgiden çok memnundu. 8 Temmuz 1923 tarihli Hâkimiyeti Milliye Gazetesi'nde yayımlanan, Konya Belediye Başkanı Kazım Efendi'ye çektiği bir teşekkür telgrafında, Konya halkının, kendisine verdiği 39 oyun aslında Türk kadınlarına verildiğini belirtiyordu.
Evet, aslında bu oylar kadınların siyasal katılımının habercisiydi. 1930 ve 1934'te Atatürk, birçok Avrupa ülkesinden önce, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verdi. 1 Mart 1935'te açılan Beşinci Meclis'in albümünde tam 17 kadın milletvekilinin fotoğrafı vardı.
Cumhuriyetin ilk yıllarına ait gazeteleri taradığımızda eğitimini bitiren, meslek sahibi olan ve çalışan kadın haberlerinin ilk sayfadan verildiğini görüyoruz.
Örneğin, 9 Mart 1930 tarihli Cumhuriyet'te, Hidayet İsmail ve Nigar Şevkat adlı iki genç kadının felsefe bölümünü bitirdikleri haberi yer alıyordu.
1 Nisan 1930 tarihli Cumhuriyet'te “Zafer” başlığıyla “İlk kez bir Türk kadınının dün fırkaya (CHP'ye) aza kaydı yapıldı. Bu bayan Ankara muallimlerinden Afet Hanım'dır” deniliyordu.
7 Nisan 1930 tarihli Cumhuriyet, CHP'ye İstanbul'da ilk kaydolan kadının Resmiye Hakkı Şinasi Hanım olduğunu yazıyordu.
4 Mayıs 1930 tarihli Cumhuriyet, ilk kadın yargıcımız Beyhan Hanım'ın dün ilk defa mahkemeye çıktığını yazıyor ve fotoğrafını veriyordu. Haberde, Beyhan Hanım'ın ilk kadın avukatlardan olduğu, Birinci Ticaret Mahkemesi'nde işe başladığı belirtiliyordu.
9 Ağustos 1930 tarihli Cumhuriyet, “Kadınlarımız hayatta muvaffak oluyorlar” diyerek İsmet Hanım'ın Sicil Müdürü olduğunu yazıyor ve fotoğrafını basıyordu.
30 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet, Behice Hanım'ın eğitimini tamamlayarak Cumhuriyetin ilk kadastro mühendisi olarak atandığını yazıyordu.
17 Mart 1931 tarihli Yenigün Gazetesi, Dr. Suat Hanım'ın bir tıp heyeti tarafından yapılan sınav sonunda operatörlük sertifikası aldığını yazıyordu. Gazete, ilk kadın operatör Suat Hanım'ın bir de fotoğrafını yayımlıyordu.
31 Mayıs 1931 tarihli Cumhuriyet, mahkemelerde stajlarını tamamlayan hukuk mezunu hanımların 6'sının hakimliğe tayin edildiğini, böylece Türkiye'deki kadın hakim sayısının 9'a yükseldiğini yazıyordu. Ayrıca İstanbul, Ankara, İzmir “Asliye mahkemelerine aza mülazımlıklarına” atanan hanımların adları veriliyordu: Suat ve Muazzez İstanbul'a, Muammer, Hayriye Ankara'ya, Zübeyde ve Hikmet İzmir'e…
3 Temmuz 1931 tarihli Cumhuriyet, İş Bankası Beyoğlu Şubesi Muamelat Şefliği'ne, bankanın Ankara memurlarından Hatice Hanım'ın tayin edildiğini yazıyordu. “Kendisi bir banka şefliğine tayin edilen ilk Türk kadınıdır” deniliyordu.
7 Temmuz 1931 tarihli Yenigün'de Selim Sırrı Tarcan, Düzce'de bir Türk kızının eczane işlettiğini anlatıyordu. (Sami N. Özerdim, “Cumhuriyet ve Kadın”, Ulus)
O günlerde gazeteler, müftülük nikahı, kız çocuklarını evlendirme, başörtüsü tartışmalarıyla değil, okuyan, meslek sahibi olan, çalışan; hayata katılan kadın haberleriyle doluydu.
Cumhuriyet kızlarının hayalleri
23 Nisan 1931'de Çocuk Bayramı'nın sürdüğü günlerde, Yenigün'de küçük kız öğrencilere “İleride ne olmak istersiniz” diye bir soru sorulmuştu. Kızların çoğu “muallime” (öğretmen) olmak istediklerini belirtmişti. Diğer kızlar ise şu yanıtları vermişti:
– Sabiha: İş Bankası'nda katip
– Rezzan: Bankada katip
– İffet: Avukat
– Aliye: Edebiyatçı
– Seher: Mimar
– Jülide: Mimar
– Adalet: Doktor
– Kadriye: Bankacı
– Mehlika: Tayyareci
– Meleksima: Mühendis
– Muzaffer: Kimyager
– Melek: Doktor
– Münevver: Sanatkar
– Hatice: Muharrir
– Süeda: Musikişinas
– Rahime: Gazeteci… (Sami N. Özerdim, “Cumhuriyet ve Kadın”, Ulus)
Daha 1931 yılında, kızlarımızın, Cumhuriyetin verdiği o umutla, o kendine güvenle geleceğin çağdaş Türkiye'sini kurmaya hazır oldukları anlaşılıyor. Başardılar da… Öğretmen, katip, avukat, mimar, pilot, doktor, sanatkar, yazar oldular.
Demem o ki, Cumhuriyeti kuranların, 9 yaşındaki kız çocuklarının evlenmesi, kadının hayattan dışlanması diye bir gündemi yoktu. Atatürk ve fikir arkadaşlarının derdi kızlarımızı okutmak, eğitmek, iş sahibi yapmaktı; bilinçli nesiller yetiştirecek bilinçli anneler yaratmaktı.
Türk kadını, Cumhuriyetle elde ettiği haklarının gasp edilmesine izin vermeyecektir. Hiçbir güç Türk kadınını yeniden esir, sefil, köle, cariye yapamayacaktır.