Beddua etmek amacıyla kullanılan “Başına Taş Yağsın” sözü 1844 yılında Şam’da gerçek olmuş ve o yılın Nisan ayında kente gökten kırmızı renkte taş ve toprak yağmıştı. Şehirde daha sonra başka tuhaflıklar da yaşanmış ve halk olup bitenlerin kıyamet alameti olduğuna inanmaya başlayınca, Osmanlı yönetimi Şamlılar’ın her türlü ihtiyacının karşılanmasına karar vermişti.Gökten taş ve toprak yağması insanları şaşkına çevirmiş, ne yapacakların şaşırmışlar ve tepelerine gökten toprak yağmasını bir uğursuzluğun işareti saymışlardı. Ama Şam’da yaşanan olaylar bununla da sınırlı kalmamış, ardı ardına başka felaketler ve inanılmaz olaylar da başgösterince korku içinde kalan Şamlılar kıyametin kopmak üzere olduğuna inanmışlardı.1516’da fethedilen ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar bir vilayetimiz olan Şam gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse de askeri bakımlardan Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli kentlerinde biriydi. İngilizler’in ve Fransızlar’ın bu bölgelerdeki faaliyetleri ile ilgili olumsuz raporlar alan Osmanlı Hükümeti’ne, 1844 yılında Şam valisinden çok değişik bir konuda bir mektup gelmişti. Şam Valisi Ali Rıza Paşa’nın Osmanlı Arşivi’nde saklanan bu yazısı, inanılmaz bir doğa olayının tarihe geçmiş belgesiydi.1840’lı yıllarda Şam’da havalar oldukça güzel gidiyor ve buna bağlı olarak tarımsal üretimden tahminlerin üzerinde bir verim alınıyordu. Ancak 1844’da, bütün Şam halkı tarafından uğursuz olarak nitelendirilen bazı olaylar peş peşe yaşanmaya başlamıştı. Bu olaylar Şamlılar’ın hayatını büyük ölçüde etkilediği gibi, geçim kaynaklarının da azalmasına neden olmuştu. Önce 1844 yılı Mart’ının ortalarından başlamak üzere, şehirde ve çevresinde şiddetli bir fırtına çıktı ve günlerce sürdü. Nisan’ın ilk haftasında ise, o yıllara kadar görülmemiş bir olay yaşandı: Şam ve çevresine gökten kırmızı toprak yağmaya başladı, yağan toprak yerde parmak kalınlığında bir kütle oluşturdu. İnsanlar dehşete düşmüş, ne yapacaklarını şaşırmışlardı.Herkes korku içerisinde evine kapandı ve gökten yağan toprağa dokunmaya kimse cesaret edemiyordu. Herkesi, kıyamet korkusu sarmıştı. Şam halkı bu felaketin etkisinden daha kurtulamamışken, 12 Nisan günü bu defa da şehirde hiç olmamış bir başka tufalık daha yaşandı ve kar yağmaya başladı. Kar 3 gün boyunca devam etti ve tarlalarda henüz çiçek açmış olan çok sayıda meyve ve sebze mahvoldu. Daha sonra da, biriken karların erimesiyle seller meydana geldi. Evler yıkıldı, hayvanlar sulara kapılıp gitti ve her taraf çamurla doldu. Felaketler bir türlü bitmek bilmiyordu.Şam, tarihinde görülmemiş bir felaketler zinciri ile karşı karşıya kalmıştı ama tuhaflıklar henüz bitmemişti: Hacı Talip adlı bir Şamlı’nın karısı Fatma Hatun bir batında beş çocuk birden doğurdu. Çocukların dördü kız, biri de erkekti ama doğumdan hemen sonra peş peşe ölmüşlerdi. Bu son olay, daha öncekilerin tuzu-biberi oldu ve Şam halkı, üzerlerine bir uğursuzluğun çöktüğüne inandılar. Vali Ali Rıza Paşa, halkın umutsuzluğu karşısında bir şeyler yapmaya çalıştı ama o da şaşkındı. Hem bilgilendirmek, hem de yardım istemek için yaşanan olayları İstanbul’a yazdı. Gönderdiği rapora şehre yağan kırmızı toprağın numunelerini de ilave etmişti. Ali Rıza Paşa halkın çaresizliğini anlatıyor ve acele yardıma ihtiyaçları olduğunu söylüyordu. Osmanlı hükümeti, Şam’da yaşananlardan valinin bu mektubuyla öğrendi ama sadrazamla bakanlar olup bitenlere akıl erdirememişlerdi. Durumu zamanın padişahı Sultan Abdülmecid’e bildirdiler ve padişah Şam halkının ne ihtiyacı varsa karşılanmasını emretti.