Aynalardan kaçar olmuştu kadın son zamanlarda. Önünden geçerken bile göz ucuyla bakıyordu aynadaki yansımasına. Bakmasa olmuyordu, kadınlık hali işte. Ama bakmaya da korkuyordu. Son bir ***retle gitti aynanın önüne, endişe içinde baktı kendine uzun uzun. Bir yabancının gözüyle seyretti kendini. Eli, yüzünde gittikçe daha çok belirginleşen çizgilere gitti. Son günlerde daha mı artmıştı ne? Ne zaman olmuş da fark etmeden bu kadar derinleşmişti bu çizgiler.Parmaklarının ucuyla dolaştı her gün sayısı artan kırışıkların üzerinde. Her bir çizgi bir anıyı çağrıştırıyor gibiydi. Geçmiş seneleri daha çok düşünüyordu şimdi. Endişeleri, üzüntüleri, kırgınlıkları her birini ayrı ayrı hatırladı.
Her bir kırılmışlık duygusunu bir çizgiye yönlendirdi. İşte bu iki kaşının arasındaki derin iki çizgi senelerin stresli günlerinden kalmaydı. Ne kadar çabalamıştı aslında ayakta kalmak için, yaşamındaki zorluklarla başa çıkabilmek için. Güçlüydü kadın yenilmemişti hayata. E bunun bedeli de yüzüne gelip oturan gittikçe derinleşen bu çizgilerdi işte. Hoş, gülerek baksaydı ve yaşamı hep huzurlu geçseydi de sanki yaşlanmayacak mıydı? O zaman da başka çizgiler olacaktı. Belki yüzündeki bu sert ifade olmayacaktı o zaman.
Seneler yorgun düşürmüştü bedenini. Hiçbir şey almadan sadece kendinden vermiş gibi hissediyordu artık. Bacakları eskisi gibi kuvvetli değildi yürürken fark ediyordu bunu. Hele son günlerde iyice sürükler olmuştu vücudunu. Yine de bırakmak istemiyordu kendini, ama hayatın akışına bırakmış gidiyordu işte. Hızla akan bir nehrin suları içinde debelenmekten başka bir şey değildi yaşadığı şey.
Korktu kadın. Yaşlanmaktan öte yaşlı görünmekten, çirkinleşmekten ve en kötüsü de artık sevilmemekten. Paniğe kapıldı birden. Sevilmemek en dayanılmazıydı ve sonrası tek başına kalmaktı. Tek başına kalmaktan korkmaktı bu aslında. Böyle düşünmek için bir sebep de yoktu ama çıkamadı bu ruh halinden. Tek başına yaşamak kalabalıklar içinde yalnız kalmak gibi. Dayanılmaz görünüyordu şimdi.
Gözleri eskisi gibi ışıl ışıl bakmıyordu artık, cildi eski parlaklığını kaybetmişti ve yüzü yorgun görünüyordu. Halbuki ne güzel bir cildi vardı eskiden. Pürüzsüz, lekesiz ve canlı. Göz altlarındaki torbalar da yer çekimine uyum sağlamış gibi davranıyorlardı. Her şey kendi kontrolünden çıkmış gibiydi.
Elleri saçlarına gitti aynanın önünde. Bir şekil vermeye çalıştı. Azalmıştı artık eskiden gür ve pırıl pırıl olan saçları. İnanamıyordu. Her bir yere düşen saç teli kendinden de bir şeyler alıp götürmüştü. Kadın her yaşta güzeldir diye kendini kandırıyordu ara sıra. Kaç yaşında olursa olsun bakılmak gururunu okşardı. Hele güzel bulunmak. Kadının yaşama biçimi gibiydi.
Keşke şimdi bir sihirli el dokunsa da eski yıllara tekrar dönebilse diye geçirdi içinden. O zaman daha çok kıymetini bilecekti her günün, her saatin. Dolu dolu yaşardı şimdi verilseydi tekrar o günler. “Bilememişim” diye iç geçirdi.
Gözlerinde kara bulutlar dolaştı, yağdı yağacak gibiydi yağmurları. Baş edemiyordu yılların yıprandırdıklarıyla. Sadece yüzü değildi ki vücudu da yıpranmıştı. Kendine güveni tamdı eskiden. Yüreğindeki tedirginlik yüzüne düştü. Ve bir tutam tuz gibi eriyiverdi güveni gözlerinden akan bir damla yaşla. Eriyip gitti.
Geçip giden yıllarına, arkasında bıraktığı gençliğine, yarım kalmış aşkına, kavuşamadığı sevdasına, yaptıklarına, yapamadıklarına, erişemediklerine tek seferde bütün yıllara ağladı, ağladı… Ağladıkça kendine acıdı, acıdıkça daha çok ağladı…
Sonra büyük bir azimle kalktı yerinden. Yıkılmayacaktı, acımayacaktı kendine bundan sonra. Aynalara küsmek de bir işe yaramazdı ki. En azından mevcut haliyle mutlu olmaya çalışacaktı, bakacaktı kendine, dimdik karşılayacaktı önündeki yılları. Zamanı durduramasa da zamansız kadınlardan olacaktı. Kararlıydı, çünkü güçlü ve hala güzel bir kadındı o…
Şükran Demirtaş