Batık Kıta Atlantis Görüntü ©2018 TerraMetrics Kullanım Şartları Harita Uydu Tahmini koordinatları: Northern edge: Latitude 47° N, Southern edge: Latitude 30° N, Southern tip: Latitude 26° N, 18° W. Longitude, Western edge: 75° – 80° W. Longitude, Eastern edge: 17°-18° W. Longitude Atlantis Atlantis, Eflatun'u takiben İlkçağ yazarlarının, üzerinde efsanevi hikâyeler bıraktıkları masalsı adaya verilen addır. Bu efsane, insanlığın altın çağının (tanrıların insanlara yakın durduğu zamanlarda) kayıp cennetin ve ideal şehrin sembollerinden biri olacaktır. Eflatun'a göre M.Ö. 9000 yılında Poseidon ve yakınlarına bağışlanmış olan Atlantis adası, ideal kanunlar ve uyum içerisinde idare edilmişti. Topraklarının doğal zenginliği sayesinde erdem sahibi hükümdarlar, burada hârikulâde şehirler ve saraylar inşa ettirmişlerdi. Ne zaman ki krallar ve ada sakinleri günah işleyen kibirli insanlar hâline geldiler. İşte o zaman Okyanus tarafından yutularak cezalandırıldılar. Bu nedenle Atlantis'in yok oluşu, insanlığın ancak küçük bir kısmının yaşamaya devam etmesine müsaade eden bir felaket olmuştur. Ortaçağ'da tarihin kıyamet günü ile tamamlanan uzun bir çöküşten başka bir şeyden ibaret olmadığı fikri, gerçek anlamda kimsenin ilgilenmediği Atlantis meseli ile denk düşmektedir. Rönesans devrindeki büyük keşifler sayesinde Atlantis'in araştırılması, edebî ve felsefî bir konu hâline gelmiştir. Atlantis'i tekrar bulmak demek, ideal şehri yeniden inşa etmek ve insanlığı gökyüzü yerine yeryüzünde birleştirmek demekti. Eflatun, adadan adaya geçerek Atlantis'in batıdaki büyük bir kıtaya erişilmesini mümkün kıldığını yazmamış mıydı? Birçok yorumcu için bu kıta (ya da Atlantis'in kendisi), aslında (yeniden) keşfedilen Amerika'nın ta kendisi idi. Atlantis'in devamı niteliğindeki hikâyeler oldukça bereketli olmuştur. J. R. R. Tolkien'in "Yüzüklerin Efendisi'nde Aragon gibi olağanüstü uzun ömürlü kralların geldiği Numenor adasında buna rastlanmaktadır. 20. yüzyılın başında Amerika'da bu sefer Güney Pasifik'te başka bir batık kıta olduğu varsayımı ortaya çıkmıştır. Bu, bir volkanik patlama ile yutulmuş olması muhtemel, Atlantis'ten önceki medeniyet beşiği olan Mu'nun topraklarıdır. Hayatta kalanların Birmanya, Hindistan, Meksika, Mezopotamya ve Mısır'a sığınmış ve tüm bu büyük medeniyetlerin temellerini atmış oldukları düşünülmektedir. Eflatun'un hikâyesinin düzeyinde tarihî bir dikkat ile yazılmış olanlar hariç, bunların çoğu, Asya'nın güneydoğusu, Ortadoğu ve Yeni Dünya arasında mimarî, sanatsal ya da zoolojik benzeşmeler inşa etmeye çalışan sözde kendi kendini eğitmiş botanikçi ya da arkeologlardır. Atlantis rüyası, ne hiçbir zaman bu kadar canlı, ne de anlamı bu kadar açık olmuştur. Büyük keşiflerin yapıldığı dönemlerde Atlantis bizi antropolojik incelemelerin eksik halkasını, büyük medeniyetlere gerekçe olan efsanevî soy ağacını ve yok edilen mezheplerin izlerini yeniden bulmaya davet etmektedir.[1]




















































Batık Kıta
Atlantis













Görüntü ©2018 TerraMetrics


















Harita

Uydu




Tahmini koordinatları: Northern edge: Latitude 47° N, Southern edge: Latitude 30° N, Southern tip: Latitude 26° N, 18° W. Longitude, Western edge: 75° – 80° W. Longitude, Eastern edge: 17°-18° W. Longitude
Atlantis

Atlantis, Eflatun'u takiben İlkçağ yazarlarının, üzerinde efsanevi hikâyeler bıraktıkları masalsı adaya verilen addır. Bu efsane, insanlığın altın çağının (tanrıların insanlara yakın durduğu zamanlarda) kayıp cennetin ve ideal şehrin sembollerinden biri olacaktır.

Eflatun'a göre M.Ö. 9000 yılında Poseidon ve yakınlarına bağışlanmış olan Atlantis adası, ideal kanunlar ve uyum içerisinde idare edilmişti. Topraklarının doğal zenginliği sayesinde erdem sahibi hükümdarlar, burada hârikulâde şehirler ve saraylar inşa ettirmişlerdi.

Ne zaman ki krallar ve ada sakinleri günah işleyen kibirli insanlar hâline geldiler. İşte o zaman Okyanus tarafından yutularak cezalandırıldılar. Bu nedenle Atlantis'in yok oluşu, insanlığın ancak küçük bir kısmının yaşamaya devam etmesine müsaade eden bir felaket olmuştur.

Ortaçağ'da tarihin kıyamet günü ile tamamlanan uzun bir çöküşten başka bir şeyden ibaret olmadığı fikri, gerçek anlamda kimsenin ilgilenmediği Atlantis meseli ile denk düşmektedir.


Rönesans devrindeki büyük keşifler sayesinde Atlantis'in araştırılması, edebî ve felsefî bir konu hâline gelmiştir. Atlantis'i tekrar bulmak demek, ideal şehri yeniden inşa etmek ve insanlığı gökyüzü yerine yeryüzünde birleştirmek demekti.

Eflatun, adadan adaya geçerek Atlantis'in batıdaki büyük bir kıtaya erişilmesini mümkün kıldığını yazmamış mıydı? Birçok yorumcu için bu kıta (ya da Atlantis'in kendisi), aslında (yeniden) keşfedilen Amerika'nın ta kendisi idi.

Atlantis'in devamı niteliğindeki hikâyeler oldukça bereketli olmuştur. J. R. R. Tolkien'in "Yüzüklerin Efendisi'nde Aragon gibi olağanüstü uzun ömürlü kralların geldiği Numenor adasında buna rastlanmaktadır.

20. yüzyılın başında Amerika'da bu sefer Güney Pasifik'te başka bir batık kıta olduğu varsayımı ortaya çıkmıştır. Bu, bir volkanik patlama ile yutulmuş olması muhtemel, Atlantis'ten önceki medeniyet beşiği olan Mu'nun topraklarıdır. Hayatta kalanların Birmanya, Hindistan, Meksika, Mezopotamya ve Mısır'a sığınmış ve tüm bu büyük medeniyetlerin temellerini atmış oldukları düşünülmektedir.

Eflatun'un hikâyesinin düzeyinde tarihî bir dikkat ile yazılmış olanlar hariç, bunların çoğu, Asya'nın güneydoğusu, Ortadoğu ve Yeni Dünya arasında mimarî, sanatsal ya da zoolojik benzeşmeler inşa etmeye çalışan sözde kendi kendini eğitmiş botanikçi ya da arkeologlardır.

Atlantis rüyası, ne hiçbir zaman bu kadar canlı, ne de anlamı bu kadar açık olmuştur. Büyük keşiflerin yapıldığı dönemlerde Atlantis bizi antropolojik incelemelerin eksik halkasını, büyük medeniyetlere gerekçe olan efsanevî soy ağacını ve yok edilen mezheplerin izlerini yeniden bulmaya davet etmektedir.[1]