Taşralı küçük bir kızdan 'Skandalların Kraliçesi'ne dönüşen, Goncourt Akademi'nin ilk kadın yazarı... Sidonie Gabrielle Colette!
Sidonie Gabrielle Claudine Colette Gauthier-Villars de Jouvanel Goudeket (ismi de kendisi gibi şahsına münhasır) ya da herkesin bildiği adıyla Colette, Fransız edebiyatının en aykırı yazarlarından biri.
1873 yılında Fransa'nın güneyindeki küçük bir kasabada dünyaya geldi, Colette...
O zamanlar bu küçük kızın edebiyat dünyasında kocaman bir iz bırakacağını kimse tahmin edemezdi. Kendisi gibi ilginç bir ailenin üyesi olan Colette'in ordudan emekli babası ve sıra dışı karakteriyle kasabanın diline düşmüş annesiyle birlikte ilginç bir çocukluk yaşadığını söyleyebiliriz. Colette, ileri görüşlü ve renkli bir kadın olan annesi sayesinde taşranın muhafazakar ortamından etkilenmeden modern bir bakış açısıyla büyütüldü.
İlk evliliğini genç yaşta yazar ve müzik eleştirmeni Henri Gauthier Villars’la yapan Colette, Paris’e yerleştikten sonra kocasının adıyla yayımlanan 'Claudine' isimli bir roman serisi yazmaya başladı.
1900'lerin başında yazdığı bu seri ona, daha doğrusu kocasına büyük bir başarı getirmişti. Dolandırıcılık konusunda nam salmış olan Henri Gauthier Villars, Colette'in yeteneğini keşfettikten sonra onu bir odaya kapatarak sürekli yazı yazmaya zorluyordu. Colette ise o zamanlar yazmaktan keyif almıyordu. En sonunda kocasının pençesinden kurtulmayı başaran Colette, boşandıktan sonra altı yıl boyunca Paris müzikhollerinde şarkıcılık yapmaya başladı. Hatta hikayesi filmlere konu olan meşhur 'Moulin Rouge' kabaresinde sahne aldı.
Moulin Rouge'daki 'Mısır Düşü' adlı gösteride göğsü açılınca adı 'Skandallar Kraliçesi' olarak anılmaya başladı.
Colette bu hareketi bilerek mi yaptı, yoksa yanlışlıkla mı oldu bilinmez ama o dönemde bu durumun çok ses getirdiği kesin... Tabuları yıkmayı kendine hobi edinen Colette, 'Madam Missy' adıyla bilinen, III. Napolyon'un yeğeni Marquise de Belboeuf ile aşk yaşadı. Colette'in Madam Missy'nin intiharından sonra İtalyan yazar Gabriele D'Annunzio ve oyun yazarı Natalie Clifford Barney gibi birçok tanınmış kadın ve erkekle ilişkisi oldu. Daha sonra da hayatını Henri De Jouvenel ile birleştirerek Colette de Jouvenel adını verdikleri bir kız çocuk dünyaya getirdi.
Ancak bu evliliği de Colette'e mutluluk getirmeyecekti...
Henri De Jouvenel, Colette'i aldatacak ve onun içini intikam hissiyle dolduracaktı. Yaşadığı bu durumu hazmedemeyen Colette, kocasının onu aldatmasının bedelini Henri'nin ilk evliliğinden olan oğlu Bertrand'ı baştan çıkartarak ödetti. Hatta Colette'in 'Cicim' adlı kitabında bu hikayeden esinlendiği söyleniyor.
1920'lerden itibaren büyük bir üne kavuşan Colette, o yıllarda moda olan erkeksi kadın imajını yerle bir etti.
20. yüzyılın en beğenilen yazarlarından biri olan Colette, kitaplarında çoğunlukla kadın cinselliğini konu ediniyordu. Bu tercihi sebebiyle herkes tarafından büyük ilgi gördü ve bu durum ona 1930 yılında Belçika Kraliyet Akademisi ve Goncourt Akademi'nin kapılarını açtı. Colette, artık sadece aykırı kişiliği ve skandallarıyla değil Goncourt Akademi'ye dahil olmuş ilk kadın yazar olarak da anılacaktı.
Colette'in evlilikle olan macerası Musevi bir işadamı olan Maurice Goudaket ile devam etti.
Almanların Fransa'yı işgal etmesiyle birlikte Colette ve kocası saklanmak zorunda kaldılar. Ancak artık işsiz bir adam olan Goudaket ile mutlu olmaya çalışan Colette'in yakasını talihsizlikler bırakmadı ve kaval kemiğine saplanan bir broş yüzünden Colette'in ömrünün son 20 yılı acılar içinde geçti.
Politik bir devrimci ya da bir feminist değildir Colette, 'erotik bir militan'dır...
Colette, 'Blue Lantern' (Mavi Fener) adlı kitabında kendisinden böyle bahseder. Lezbiyen ilişkilerini saklamaz, aykırı kişiliğini göstermekten çekinmez. Biraz da bu yüzden II. Dünya Savaşı sırasında Vichy rejimi ile işbirliği yapan Colette, bu sayede kocasını ve tüm Yahudi arkadaşlarını savaş boyunca korumayı başardı.
Colette, 1944 yılında 'Gigi' adlı romanını yayımladı ve bu romanla birlikte 72 yaşındayken ününe ün kattı.
Zengin ve kültürlü bir adamın keşfettiği Parisli koket bir genç kızın hikayesini anlattığı eseri çok ses getirdi ve yakaladığı bu başarının ardından hem beyaz perdeye aktarıldı hem de Broadway'de müzikali yapıldı. 1953'te Onur Madalyası'na layık görülen Colette, bir yıl sonra Paris'te hayata gözlerini yumdu.
Yaşadığı skandallarla dolu hayat yüzünden kilise Colette'e dini cenaze töreni yapmayı reddetti. Bu sebeple Colette için büyük bir devlet töreni düzenlendi.
Arzularının peşinden giden ve bedeninin sesine kulak veren Colette'in hikayesi, ölümünden sonra bile başkalarına esin kaynağı oldu. Goudaket, 1957 yılında Colette’le ilgili 'Colette’e Yakın Olmak: Kadın Bir Dahinin Mahrem Portresi' adlı bir kitap yazdı. 1983'te Judith Thurman'ın yazdığı ve biyografi dalında Ulusal Kitap Ödülü'nü kazanan 'Bedenin Sırları' kitabı ise Colette'e hak ettiği itibarı tekrar kazandırmış oldu.
Colette'in kadınları; kendi ayaklarının üzerinde duran, çalışarak kendi geçimini sağlayan, o dönemlerde tek başına yemek yiyebilen ve içki içebilen kadınlardır...
İlk romanlarından itibaren "Gerçek umudumu nasıl özgür bırakırım?" sorusunun cevabını arar Colette ve farklı bakış açısıyla size de hayatı sorgulatır. Gerçek özgürlüğün, cesaretin ve hayata meydan okumanın ne demek olduğunu kelimelere döker. Eğer bugüne kadar Colette'i keşfetme şansı bulamayanlardansanız, en kısa sürede onun büyülü dünyasına dahil olmanızı tavsiye ederiz!