1850’li yıllar. O zamanlar Birleşik Amerika, Meksilka ile aralarında 2 yıldır süren savaştan yeni çıkmıştı ve topraklarını daha da genişletmek için harıl harıl çalışıyordu. Tabii Avrupa toprakları çorak. Şartlar çetin. Dolayısıyla Amerika, bu amacını gerçekleştirmek için katırdan daha dayanıklı hayvanlara ihtiyaç duyuyor ve hikayemiz buradan sonra enteresean bir al alıyor. Amerikan Savaş Başkanı Jafferson Davis, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde kullanılan develerin, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak tek hayvan olduğunu düşündü. Jafferson abimiz doğru düşünmüş, zira biliyorsunuz develer 50°c sıcaklıkta 8 gün aç-susuz kalabilir bu da hörgüçlerindeki yağdan kaynaklanır.Bunun üzerine derhal bir ödenek temin edildi. 4 Haziran 1855’te, Teğmen David Dixon Parker ve Binbaşı Henry Wayne, deve bulmak üzere, “Supply” adlı gemiyle, Ortadoğu’ya doğru yola çıktı. Parker ve Wayne önce Londra’daki hayvanat bahçesine uğradılar ve develeri incelediler. Baktılar ki develerin orduda yer alması gerçekten faydalı olacak, dümeni Türkiye’ye kırdılar. Nihayet Ekim ayında gemi Türkiye’ye vardı. Vardı varmasına ama o zamanlar Osmanlı, Avrupalı müttefikleriyle birlikte Kırım’da, Rusya’ya karşı savaşta. Ayrıca İngilizler savaşta Hindistan’dan getirdikleri develeri kullanıyor... Bunu duyan Parker ve Wayne, develerin savaş alanındaki etkilerini yerinde görmek için bu sefer Kırım’a gittiler. Develer gerçekten işe yarıyordu ve derhal temin edilmeliydi. Bu yüzden İstanbul’a geri dönen Parker ve Wayne, büyükelçilik aracılığı ile 29 Ekim 1855’te Osmanlı’dan 30 tane deve istediler. Dönemin sadrazamı Fuad Paşa, Amerikalılar’ın deve isteklerini, “Talebin yerine getirilmesi padişahın şanındandır” diyerek Sultan Abdülmecid’e bildirdi. Sultan Abdülmecid, deve satışına izin verdi. Ayrıca en iyi cinsten 2 çift deve de kendisi hediye etti. Tabii Amerikalılar da bu jeste bir karşılık verdiler. Teğmen Parker, hiç kullanılmamış bir çift tüfeği padişaha hediye etti. Burada işi biten Amerikalılar, bir kaç deve daha bulabilmek için bu kez İzmir’e doğru yola çıktılar. Gemi İzmir’e varmıştı ve birkaç deve daha satın alınmıştı. Ancak ortada büyük bi’ sorun vardı: Bu develere kim bakacaktı? Öyle ya; Ne Parker, ne de Wayne, devenin d’sinden anlamazlardı. Bunun üzerine Amerikalılar, 5 Rum vatandaşımızı yanlarına aldılar. Bu 5 kişinin içinde biri vardı ki, işte o İzmirli Rum vatandaş, develere fısıldayan adamın ta kendisiydi: PHILIP TEDRO. Philip Tedro, sonradan müslüman olarak Hacı Ali ismini alan bir deve çobanıydı. Amerikalılar’a kendisini de Amerika'ya götürmeleri şartıyla yardımcı olmayı kabul etmişti. Amerika’ya götürülen Hacı Ali, Amerikan Ordusu’nda oluşturulan deve birliklerinde uzun süre devecilik yaptı. Develerin seyisi ve en önde giden devenin sürücüsüydü. Ancak Amerikan İç Savaşı'ndan sonra Amerikan Deve Kolordusu dağıtılınca bizim Hacı Ali işsiz kaldı. Ama geri dönmedi. Amerika’da kaldı. Üstelik orada oldukça da renkli bir hayat yaşadı. Gertrudis adında Meksikalı bi’ hanımla evlenen Hacı Ali, kendisine ait bir kaç deve ile bir süre taşımacılık sektöründe çalıştı ve hatta oraların en meşhur devecisi haline geldi. Fakat bir süre sonra işler pek iyi gitmedi ve elinde kalan son develeri Arizona Çölü’ne saldı. Ardından Quartzsite adında yoksul bir kasabaya yerleşerek ömrünün geri kalanını burada geçirdi. Hacı Ali, Amerikalılar tarafından “Hi Jolly” olarak biliniyordu çünkü Amerikalılar “Hacı Ali” diyemiyorlardı. Hi Jolly, yani Hacı Ali, 1902 yılında hayatını kaybetti ve Quartzsite kasabasında defnedildi. 1935 yılında küçük bir piramit ve irice bir deve figürü konarak mezarı, anıt haline getirildi. Üzerine de “Hacı Ali’nin son kampı” yazıldı. Hatta her sene 10 Ocak'ta Hi Jolly adı ile anıt mezarının civarında yerel bir festival bile düzenleniyor.