Hayatta öyle zamanlar oluyor ki, içimizde birikir bütün hüzünler. Kimseyle konuşamaz, kimseden bir yardım alamaz hale geliriz.
Dünya bir anda etrafımızda kararır, meselâ etrafımızdaki her şey susar; pencereler, çatılar, yıldızlar, gökyüzü susar, susar geceler...
Yaşamak bu zamanlarda çok zor oluyor, her şeyin bitmesini isteriz.
Sarpa saran günlerin bir anda yok olmasını, zamanın içinde bulunduğunuz vaktinin bitmesini isteriz.
Bir dert fırtınası içimizde, susarız yine de, şu her şeyin çok karanlık olduğu dünyada...
Bugün, işte bende böyle susuyorum; sebebini bilmeme rağmen, yine de susuyorum.
Yerli yerinde duran kitaplar, durmadan bizi içine alan sanal, sosyal âlem.. Hiçbir şey içimdeki bu yangını söndüremiyor, azıcık bir köşeye çekileyim diyorum. -Belki birazcık olsun rahatlarım diye...
-Yatağımın üzerine uzanıp, dünyadan teberri edip, yüz çevireyim diyorum, hayatın kısa olduğu halde, çok zor olduğu bu dünyadan...
Bitmeyen bir sıkıntı işte, sebepsizce bizleri birbirimize düşüren hasetler, düşmanlıklar, kibirler; halbuki hayat/yaşamak ne kadar kısa... Şu kısa hayatın, içimizdeki ufacık bir kibri için yapmadığımız yanlışlar olmuyor.
Kırıyoruz, kırdırıyoruz; üzüyor, üzdürülüyoruz; kendi yavrumuza, kardeşimize, aile efradımıza düşman kesiliyoruz.
Çocukça davranışlarda bulunuyoruz.
Ah! Neden anlayamıyoruz yaşamayı, neden bizler böyleyiz, birbirimizi üzüyoruz? Anlayabilmiş değilim, bırak bu sorularımı anlamayı, bu soruları düşünmek bile çok zor; her seferinde içimi acımasızca sızlatıyor.
Bakın! Yarın bende öleceğim, sizde, bütün insanlık da... Bitecek, bu bizi birbirimize düşüren dünyanın bitmeyen oyunları.
Yeni bir hayatın başladığı memleketimize giderken bariz anlaşılacak bizlerin kıymeti, kardeşliğimizin, anne oluşumuzun, baba oluşumuzun, evlât oluşumuzun, aile oluşumuzun ve en önemlisi insan oluşumuzun kıymeti... İşte, bu kadar kısa bir hayatın içinde olmamıza rağmen, bu hayatın gözlerimizin önünde durmadan bittiğini görmemize rağmen; durmadan içimizde bir düşmanlık, kibir, birbirimizi affetmeme duygusu hakim.Dilimize dolamışız bir klişeleşmiş sözü:
‘’Ben kolay affetmem’’ tarzında...
Meselâ, hepimizin apaçık bildiği gibi bizi yaratan yaratıcı var.
Bizler ne kadar da yanlış yapsak da bizlere hep merhamet ediyor, şefkat gösteriyor, rahmetiyle bizlere rahmet ediyor, Rezzak isminn bir tecellisi olarak bizleri rızıklandırıyor ve bizlere bu yaşamanın zor olduğu imtihan dünyasında ibadet, şükür ve tesbih ile manevî bir huzur veriyor.
Hiçbir zaman, bizlerin içine saplandığımız bu kadar yanlışlardan dolayı bizlere gazap etmedi; belli ikazlarla ayağımızı denk almamızı, silkinip kendimize gelmemizi sağlamak dışında...
Sadece; O’na ufak, ufacık bir tövbe ile kapısına iltica etmemizi istiyor ve bizleri her halimizle affedeceğini müjdeliyor.
Zaman durmuyor, hayat bütün hızıyla akmaya devam ediyor; bir bir bitiyor ömrümüz.
Hem, geçmişte de bu böyle olmadı mı?
Kısacık bir hayattı, ama aldandık, aldandı bazı atalarımız.. Kavgaların sürekli olduğu, savaşların dinmediği, despot yönetimlerin hüküm sürdüğü bu hayatta bitmez dediğimiz her şey, zamanın büyüsüne kapılıp, ebedî hayatın gerçekliğine setretti..
Şimdi bizler de bu durumda değil miyiz, bitmeyecek mi sanıyoruz bu hayat, bizlere bahşedilen ömür?
Uğrunda ahiretimizi unuttuğumuz dünyanın sefahati ve aldatıcı muvakkatliği; asırlardır içimizde büyüyen bu kıyımlar...
Bitecek bir gün, bitmez dediğimiz bütün dünyevî metalar, saltanatlar, makamlar, mevkiler; uğrunda birbirimizi kırdığımız, küs olduğumuz bu hayat.. Şimdi en iyisi mi, barışalım, birbirimizi sevelim, ünsiyet besleyelim, dost olalım; artık üzülmeyelim.
Üzmeyelim istiyorum birbirimizi, hem nasılsa ömür bitiyor; zamansa durmuyor, geçmişte olduğu gibi kirli ellerimizde.