Güzel ve Çirkin
Hiçbir şey, bizim güzel/lik duygumuz şartlı ya da bir çerçeve içine alınıp sınırlandırılmış değildir, diyelim. Güzelliği, insanın insandan hoşnutluğundan ayıran kişi, ayağını bastığı zeminin, derhal ayağının altından kaydığını görecektir. “Kendinde güzel”, bir kavram bile değildir; sadece bir ibaredir. Güzelde insan, kendisine bir mükemmelleştirme standardı belirle; bazı özel durumlarda ise “güzel”deki kendisine tapar. Bir insan türü, kendisini bu şekilde tasdik etmekten başka bir şey yapamaz. İnsanın en derin tabiatı, yani kendini koruması ve kendini geliştirmesi, bu tür ulvileştirilmiş biçimlerde hala görünürdür. İnsan, bizatihi bu dünyanın güzelliklerle dolu olduğuna inanır; ama bu güzelliği yaratanın kendisi olduğunu çabucak unutuverir. Dünyaya bu güzelliği, yalnızca insan bahşetmiştir; tabii yalnızca beşeri güzelliği ama salt beşeri güzelliği… İnsan, kendisinin güzel olarak gördüğü kendi yansımasını veren şeylerde kendisini aksettirir: Güzel/liğ/e ilişkin verilen karar, insanın kendi türünün kibridir… Zira, küçük bir kuşku, kuşkucunun kulağına şöyle fısıldar: Dünya, aslında insan dünyayı güzel gördüğü için mi güzeldir acaba? İnsan, bu dünyayı beşeri bir dünyaya dönüştürmüştür: Hepsi bu. Bununla birlikte, insanın, güzelin / güzelliğin modelini oluşturduğunu bize garanti edecek hiçbir şey yoktur, kesinlikle yoktur. Yüksek bir zevk / beğeni, arabulucunun gözünde, insanın ne tür bir figür oluşturacağını kim bilebilir ki? Küstah biri mi acaba? Yoksa gülünç biri mi? Ya da bir parça gelişi güzel biri mi?... “Ey Dionysius! Yüce Tanrı! Neden benim kulaklarımı çekiyorsun?” diye sormuştu bir zamanlar, Ariadne Naxos’ta ünlü diyaloglarından biri sırasında, filozof, aşığına, “Kulaklarında bir komiklik görüyoru, Ariadne: Neden çok büyük kulakların acaba?” diye ilave etmişti ikinci kez.
Dejenere olmuş / yozlaşmış insandan başka hiçbir şey çirkin değildir; işte burada, estetik yargı alanı tarif edilmiş oluyor böylelikle. Fizyolojik olarak değerlendirildiğinde, çirkin olan her şey, insanı zayıflatır ve hüzne boğar. Çirkinlik, insana, çöküşü, tehlikeyi ve güçsüzlüğü / iktidarsızlığı hatırlatır; insan, çirkinlikle birlikte, gerçekten bir enerji kaybından ıstırap çeker. Çirkinliğin etkisi, bir dinamometre ile ölçülebilir. İnsan ne zaman bir şekilde depresyona girmiş hissederse kendisini, işte o zaman, “çirkin” bir şeylerin olacağını sezinler. İnsanın kudret hissi, güç iradesi, cesareti, onuru hepsi birden, çirkinlikle ve çirkinlikle birlikte düşer, güzelle ve güzellikle birlikte ise artar… Bunlardan birinde olduğu gibi, ötekinde de şöyle bir sonuca varırız: Bunların öncülleri / temelleri, insanın tabiatında / saiklerinde olağanüstü bollukta biriktirilmiştir. Çirkin/lik, bir dejenerasyon göstergesi ve belirtisi olarak anlaşılır: Ne kadar uzak derecelerde de olsa dejenerasyonu hatırlatan her şey, bizde “çirkin” yargısı/nı oluşturur. Bıkkınlık, insanın üzerine bir ağırlık çökmesi, yaşlılık, bunalım hali, her tür özgürlük yoksunluğu durumu gibi belirtiler, ister icbari / dayatmacı, isterse bir kötürümleşme / felçleşme sonrasında ortaya çıksın, bir sembolden daha fazla anlam ifade etmeyecek noktada bile olsa, çözülmenin, yozlaşmanın bütün kokuları, renkleri ve şekilleri, bunların hepsi, aynı tepkiyi üretir: “Çirkin”e ilişkin değer yargısını. Ardından nefret / kin duygusu belirginleşmeye başlar; iyi de, insan niçin kin duyar ki acaba? Ama bunu cevabını açıkça vermekten de kaçınamaz: Tipinin bozulması’ndan. Sonra da, türünün en derin tabii özelliklerine karşı da kin duymaya başlar: Bu nefrette, dehşet, önsezi, derinlik, uzak-görüşlülük vardır; varolan en derin nefrettir bu. Sanatın derin olması adına vardır bu…
Nietzsche; Putların Alacakaranlığında, Külliyat Y.