“Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz' parolası revaçtaydı. Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak… Ah bir buna muvaffak olsaydık…” (Falih Rıfkı Atay)
Sabah akşam “yerli-milli” olmaktan söz eden AKP'nin, 2002'de iktidara geldikten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yılda biriktirdiklerini nasıl haraç mezat sattığı hepimizin malumu… Geçtiğimiz hafta da Türkiye Şeker Fabrikası A.Ş.'ye ait 14 şeker fabrikasının satışa çıkarıldığını öğrendik.
Oysaki Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 85-90 yıl önce her bakımdan yerli-milli bir ekonomi kurmuştu. Bu yerli-milli ekonominin bel kemiği ise fabrikalardı.
BAĞIMLI OSMANLI EKONOMİSİ
15.yüzyılda coğrafi keşiflerle ticaret yolları yön değiştirdi. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı toprak sistemi bozuldu. Bitmeyen savaşların yıpratıcı etkisi, halkın dirlik düzenlik kavgası, isyanlar, vergi gelirlerinin azalması, paranın değersizleşmesi, üretimin düşmesi Osmanlı ekonomisini sarstı. 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması gibi antlaşmalarla sanayileşmiş Batılı emperyalist ülkelere büyük ekonomik kolaylıklar sağlandı. Bu kolaylıklar, yerli üreticiyi bitirdi. 19. yüzyılda Osmanlı önce Galata bankerlerinden sonra İngiltere, Fransa gibi ülkelerden çok yüksek faizle borç aldı. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı öncesinde Osmanlı aldığı borçları ödeyemeyip iflas etti. Bunun üzerinde alacaklı Batılı emperyalist ülkeler, alacaklarını tahsil etmek için 1881'de Duyunu Umumiye'yi kurdu. Osmanlı'nın tüm gelir kaynaklarına el koydular: Madenler, limanlar, demiryolları, fabrikalar, bankalar, hatta tütün bile yabancıların kontrolüne bırakıldı. Osmanlı, 19. yüzyılda bir taraftan kapitülasyonlar, diğer taraftan Duyunu Umumiye ile sömürülüyordu.
Atatürk, 15 yılda, Osmanlı'nın bağımlı ve yetersiz ekonomisinden tamamen yerli-milli tam bağımsız bir ekonomi kurmayı başardı.
OSMANLI'DA SANAYİLEŞEMEME
Aslında Osmanlı, Sanayi Devrimi'ni ıskalamak istemiyordu. Ancak ne yeterli teknolojisi, ne yetişmiş elemanı ne de yeterli sermayesi vardı.
Osmanlı'da 1866'da Islah-ı Sanayi Encümeni kuruldu. Bu encümen, sanayinin gelişmesi için bazı çalışmalar yaptı.
1873'te fabrika kurmak isteyenlere gümrük ve vergi muafiyeti getirildi. 1888'de bu yönde yeni düzenlemeler yapıldı. 1897'de vergi muafiyeti uzatıldı. 1913'te de Geçici Sanayi Kanunu (Teşvik-i Sanayi Kanunu) yapıldı. Bu kanunla fabrika kuracaklara yeni kolaylıklar sağlandı. 1915'te belli kentlerde bir sanayi sayımı yapıldı. 1916'da fabrika kuracakları koruyucu bir gümrük kanunu çıkarıldı.
İttihat Terakki'nin milli ekonomi yaratma çabaları savaş koşullarında ister istemez yarım kaldı.
1915 sanayi sayımına göre Osmanlı'da 10'dan fazla işçi çalıştıran toplam 282 sanayi kuruluşu vardı. Bunların yüzde 9'u devletindi. Bu kuruluşlardaki sermaye ve emeğin sadece yüzde 15'i Türklerindi. (Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-i Umumiye s. 66).
“1918 Ağustos'unda ekonomi, bütün iç ve dış ticaret… banka ve imtiyazlı şirketler hepsi Hristiyan, Yahudi veya ecnebi idi. Su, ışık, gaz, her türlü ulaştırma, telefon, rıhtımlar ve limanlar, fenerler hepsi yabancıların elinde ve Türk halk yığınları medrese eğitimi altında, vicdan ve kafa karanlığı içindeydi. Uyanmalarına ihtimal yoktu…” (Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi, s. 132,133).
Osmanlı'dan Cumhuriyete kalan fabrikalar şunlardı: Bakırköy Dokuma Fabrikası, Feshane Yün İplik Fabrikası, Hereke İpek Dokuma Fabrikası, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası ve Tophane Silah Fabrikası. (Nejdet Serin, Türkiye'nin Sanayileşmesi, s. 97)
Ayrıca Osmanlı'dan kalan az sayıdaki fabrika da savaşlar nedeniyle işlemez hale gelmişti.
TÜRK SANAYİ DEVRİMİ
Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”da şöyle yazıyor: “Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz' parolası revaçtaydı. Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak… Ah bir buna muvaffak olsaydık. 1923 kafası ve iradesi imkansızlığa meydan okumuştur… Türk tarihi, 1923 iradesinin ve kafasının mucizesini unutmaz.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 523,524).
Milli Mücadele kazanıldı. Anadolu işgalci düşmandan temizlendi. Ancak asıl düşman yokluk ve yoksulluktu. Atatürk şimdi, o asıl düşmanla mücadele etmeye hazırlanıyordu. “Siyasi ve askeri zaferleri, iktisat zaferleriyle taçlandırmaktan” söz ediyordu. “Yeni Türk devleti bir sanayi devleti olacaktır” diyordu.
Önce 1923'te İzmir İktisat Kongresi'nde sanayileşmek için yapılacaklar kararlaştırıldı. Sonra Lozan Antlaşması'nda kapitülasyonlar kaldırıldı. Böylece Osmanlı'dan kalan tüm bağımlılıklar gibi ekonomik bağımlılıklara da son verildi.
1927'de Teşviki Sanayi Kanunu çıkarıldı. Buna göre hükümet, fabrika kurmak isteyenlere belli şartlarla parasız toprak verecek, fabrikalar için gereken tüm araç, gereç ve donanım gümrükten muaf olacak, bunlar demiryollarıyla ucuza taşınacak, fabrikalara özel ayrıcalıklar tanınacak, hükümet, pahalı da olsa yerli fabrika ürünlerini tercih edecek…
Sermaye hareketini yönetmek, piyasayı canlandırmak, kredi vermek ve fabrikalar kurmak için 1924'te İş Bankası, 1925'te de Sanayi ve Maden Bankası kuruldu.
1923-1930 arasında devlet, elinden geldiğince özel teşebbüsü destekledi. Ancak devlet destekli bu liberal kalkınmadan istenilen sonuç alınamadı.
1929'daki dünya ekonomik buhranından sonra 1930'dan itibaren Devletçiliğe ağırlık verildi. Devletçiliğin ilk uygulaması “millileştirme” oldu. Cumhuriyet, Osmanlı'nın yabancılara teslim ettiği su, elektrik, telefon, maden, liman, demiryolu vb. tüm işletmeleri, parasını verip satın alarak kamulaştırdı.
1932'de Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kuruldu. 1933'te ise bu iki kuruluşun yerini Sümerbank aldı. Sümerbank'ın, Sanayi ve Maden Bankası'nın yönetimindeki kuruluşları işletmek, yeni fabrikalar kurup işletmek gibi görevleri vardı.
1933'te Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Buna göre ülkenin değişik yerlerinde 20 fabrika kurulmasına karar verildi. Plana göre Kimya Sanayi, Toprak Sanayi, Demir Sanayi, Kağıt ve Selüloz Sanayi, Kükürt Sanayi, Süngercilik, Pamuklu Dokuma Sanayi, Kamgran (Merinos) Sanayi, Kendir Sanayi alanında yatırım yapılacaktı. Plan uygulandı ve 16 fabrika kuruldu. Bu plan, az gelişmiş ülkelerin ilk sanayi planıydı. Dünyaya örnekti.
Bu arada madenleri işletmek ve elektrik enerjisi sağlamak amacıyla da 1935'te Etibank kuruldu. Buna ek olarak petrol ve maden araştırmaları yapmak, haritalar ve raporlar hazırlamak amacıyla 1935'te MTA kuruldu.
1936 başlarında bir Sanayi Kongresi düzenlendi.
1937'de ülkenin değişik yerlerinde 100'den fazla fabrika kurmak amacıyla İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Ancak II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamadı.
EKONOMİ ZAFERİ
Sanayi istatistiklerine göre, 1923'e kadar ülke genelindeki irili ufaklı tüm sanayi kuruluşlarının sayısı 386'ydı. 1923-1933 arasında bu sayı 1087'ye ulaştı. 1927'de 17 milyon değerinde olan milli sanayi imalatı, 1933'te 137 milyona çıktı. (Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri, Tarih, IV, s. 297,298).
Sonuçta Atatürk Cumhuriyeti, yokluk ve yoksulluk içinde başarılı ve özgün ekonomi politikalarıyla Türkiye'yi üç beyaz; bez, şeker ve unda dışa bağımlılıktan kurtardı.
Atatürk Türkiye'si borç almadan, (Osmanlı borçlarını ödeyerek) kendi kaynaklarını kullanarak kalkınmayı başardı. Denk bütçeye dayalı ve enflasyonsuz kalkınma sonunda milli gelir artışı en üst seviyelere çıktı. Şevket Pamuk, şöyle diyor: “Kişi başı gelirler açısından 1939 yılı Türkiye için 20. Yüzyıl'ın ilk yarısındaki tepe noktasını temsil ediyor.” (Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 194).
1929-1939 arasında dünya sanayi üretimi yüzde 19 artarken Türkiye'deki sanayi üretimi yüzde 96 arttı. Atatürk Türkiye'si, Rusya ve Japonya'dan sonra dünyada en hızlı kalkınan üçüncü ülke oldu. (Firdevs Gümüşoğlu, Ülkü Dergisi ve Kemalist Toplum, s. 248,249).
İşte Falih Rıfkı Atay'ın “1923 kafasının iradesi ve mucizesi” dediği şey budur.
Şekerli çay: Şeker fabrikalarımızın tarihi
1919 yılı Kasım ayı… Atatürk ve arkadaşları Sivas'ta… Yokluk çekiyorlar. Olmayan şeylerden biri de şeker… Bir gece Atatürk, Emireri Ali'yi çağırıp birer şekerli kahve istiyor. Emireri Ali, “Paşam şeker yok, sade yapayım” deyince Atatürk gülerek “Mazhar Müfit, niçin şeker aldırmıyorsun?” diyor. Sonra da “Farkındayım, yine züğürtledik!” diye ekliyor. Mahzar Müfit, “Evet Paşam! Hem züğürtledik, hem de paramız şeker almaya yetmez. Şeker çok pahalı” diye cevap veriyor.
Evet, o yıllarda tüm tüketim maddeleri gibi şeker de çok pahalıydı. Çünkü çok zor bulunuyordu. 1923'te ülkenin 50 bin ton olan şeker ihtiyacının tamamı dışarıdan karşılanıyordu. (Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C. 1, s. 353).
Uşak Şeker Fabrikası (1926)
Osmanlı'da 1840'ta Arnavutköylü Dimitri, bir şeker fabrikası kurmak için Ticaret Nezareti'ne başvuruyor. Osmanlı, belli şartlarla kendisine izin veriyor. (Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, s. 80).
Bu fabrikanın açılıp açılmadığını bilmiyoruz, ancak 1915 sanayi sayımından Osmanlı'da -sadece biri Türklere, diğerleri gayrimüslimlere, yabancılara ait- çok küçük ölçekli birkaç şeker fabrikası olduğunu öğreniyoruz. Bunlar, Ali Faik Osmanlı Şeker Fabrikası, Antonopulos Şeker Fabrikası, Antonyadis Antonyos Şeker Fabrikası, Antonyadis Yanko ve Şükerası Şeker Fabrikası, Jarboni ve Hacı Yanki Şeker Fabrikası, Keseneki Yorgi Şeker Fabrikası'dır. (Çavdar, age, s. 67-69).
1.Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'da bile şeker yoktur. Şeker yerine kuru üzüm, pekmez kullanılır. Onlar da bulunabilirse… Gazetelerde bir haber çıkar: Avusturya'dan “iki vagon şeker geliyormuş” diye. Günlerce o vagonlar beklenir. Şu işe bakın ki o şekerler gelmeden savaş biter. (Cahit Kayra, 1923-1950 Devletçilik, Altın Yıllar, s. 210).
Yıl 1923… Atatürk'ü ziyaret etmek için bekleyenler var. Bunlardan biri yaşlı bir köylü Nuri Efendi'dir. Atatürk “Buyur Nuri Efendi” diyor. Nuri Efendi, Uşak'ın Kalfa Köyü'nden geldiğini, babasından bir helva ve haşhaş yağı imalathanesi kaldığını, kendisi İstanbul'da askerliğini yaparken şeker üretimini öğrendiğini, sonra Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirtip ekip şeker elde ettiğini anlatıyor. “Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde 51 kişi birleştik Terakki Ziraat Türk A.Ş.'yi kurduk. 600 bin lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım” diyor. Cumhurbaşkanı Atatürk yerinden fırlıyor. Nuri Efendi'yi sevgiyle saygıyla kucaklıyor. “Hepiniz var olun! Türkiye'yi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak…” diyor. Gerekli talimatları veriyor. Türkiye'nin ilk şeker fabrikasını işte bu köylü Nuri (Şeker) Efendi kuracaktı.
Sonuçta 1926'da Türkiye Sanayi ve Maden Bankası'nın da ciddi desteğiyle Uşak Şeker Fabrikası açıldı.
1925 yılında 1 milyon 200 bin sermayeyle İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları A.Ş. kuruldu. Bu şirketin kurduğu Alpullu Şeker Fabrikası da 1926'da açıldı.
İş Bankası, 1932'de Eskişehir Anadolu Şeker Fabrikaları Türk A.Ş.'yi, 1933'te de Turhal Şeker Fabrikası Türk A.Ş.'yi kurdu. Çok geçmeden Eskişehir Şeker Fabrikası ve Turhal Şeker Fabrikası açıldı ve şeker üretimine başladı.
3 Temmuz 1935'te, değişik şirketlerin elindeki şeker fabrikaları bir tek şirkette birleştirildi. Sümerbank, Ziraat Bankası ve İş Bankası'nın eşit hisselerle katıldıkları 22 milyon lira sermayeli Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı kuruldu.
1923'te yılda 50 bin ton olan şeker ithalatımız, şeker fabrikalarımızın kurulmasından sonra giderek azaldı. 1934-1935'te 2-3 bin tona indi. (Türkiye'de Devlet Sanayii ve Maadin İşletmeleri, s. 238, 239). Dolayısıyla Türkiye, şeker ihtiyacının neredeyse yüzde yüzünü bu yerli-milli şeker fabrikalarıyla karşıladı. 1.Dünya Savaşı yıllarında, her konuda olduğu gibi şeker konusunda da darlık başladı. Savaş koşullarında Alpullu'daki fabrika durdurulunca üç fabrikaya kaldık. Şeker karaborsaya düştü. Savaş ekonomisi yeni vergilere yol açtı. Hükümet, şekerin kilosuna 10 kuruşluk İstihlak Vergisi yükledi. Türkiye'yi II. Dünya Savaşı cehennemine sokmayan İsmet İnönü'yü, “Bizi şekersiz bıraktın” diye suçlayanlara İnönü, “Ama babasız bırakmadım” demişti. (Kayra, age, s. 210,212).
İlk yerli-milli şeker fabrikamızı kuran Uşaklı Molla Ömeroğlu Nuri Şeker.
Savaş sonrasında dört şeker fabrikası yeninden tam kapasite çalışmaya başladı. Üretim 1947'de 100 bin tona yaklaştı. Zamanla bu rakamlar da aşıldı. Örneğin 1951 üretimi 186 bin tondu. (Türkiye'de Devlet Sanayii ve Maadin İşletmeleri, s. 239).
20-25 yıl önce şeker ithal eden Türkiye, şimdi şeker ihraç ediyordu.
1951-1956 arasında toplam 11 yeni şeker fabrikası kuruldu. Böylece fabrika sayısı 15 oldu.
1962'de Ankara Şeker Fabrikası ve 1963'te Kastamonu Şeker Fabrikası kuruldu.
1977'de Afyon, 1982'de Muş ve Ilgın,
1983'te Bor, 1984'te Ağrı, 1985'te Elbistan, 1989'da Erciş, Ereğli ve Çarşamba, 1991'de Çorum, 1993'te Kars, 1998'de Yozgat ve 2001'de Kırşehir Şeker Fabrikaları işletmeye açıldı.
Cumhuriyet ilan edilirken Türkiye'de sadece şeker değil, çay da çok zor bulunuyordu. Rize Çay Fabrikası 1947'de kuruldu. 20 Mayıs 1947'de Rize Çay Fabrikası ürünlerinden 20 tonluk ilk ihracat yapıldı.
Demem o ki, iki şekerli demli çayını yudumlayıp CeHaPe'ye; Atatürk'e, İnönü'ye saldıran kardeşim, o demli çayı, o çaya attığın şekeri bile onlara borçlusun.
Allah aşkına! Türkiye'nin yerli-milli varlıklarını satmaktan vazgeçin. Şeker fabrikalarımıza dokunmayın. Ağzımızın tadını kaçırmayın. “Ağzımızda tat mı bıraktılar!” dediğinizi duyar gibiyim!