Evrensel bilginin bilimi.



1. Etimoloji: Yunanca philosophia bilgi sevgisi demektir. Herakleides Ponktikos deyimi ilk kullananın Pythagoras olduğunu söyler, Pythagoras kendisi için "ben bir philosophos'um" dermiş, bununla bilginin ve bilgeliğin tutkunu olduğunu anlatmak istermiş. Ne var ki son araştırmalar bu deyimin ilkin Herakleitos tarafından kullanıldığını saptamıştır. Böylece Herakleitos, bugünkü anlamdaki felsefenin babası olduğu gibi onun adının da babası oluyor.

2. İlk Çağ: ilkçağda felsefe, insanın, içinde yaşadığı dünya üstüne edindiği bütünsel bilgiyi dile getiriyordu. Bugün de, çok daha geniş kapsamlı olarak, aynı anlamı dile getiriyor. Ne var ki aradan geçen yüzyıllar boyunca birçok serüvenler geçirmiş kimi yerde törebilim, kimi yerde tanrıbilim kılığına bürünmüştür.

Antik Çağ Yunanlılarından çok önce eski Mısır, Mezopotamya, Çin ve Hint uygarlıklarında felsefesel düşünceler ileri sürülmüştür. Ama bütün bunların içinde antikçağ Yunan felsefesinin kendine özgü bir yapısı vardır. bu yapı, onun, ilk fizikçi-düşünürlerinin elinde biçimlenişinden gelir. Bu fizikçi düşünürler, düşünsel çalışmalarını doğadan yansıyan nesnel gerçekliğe dayamışlar ve düşünceyi dizgeli olarak masallardan arıtmaya çalışmışlardır. Felsefenin temel sorunları antikçağ Yunan düşünürlerince ortaya atılmıştır. Antikçağ Yunanlılarında felsefenin amacı bilgiyi sevmek ve aramaktır. Ne var ki sofia kökünün aynı zamanda içerdiği 'usa uygun davranma' anlamı felsefenin eski Yunan'daki (ussal ve N.) eylemsel yönünü de dile getirir. Bu yüzden antikçağ Yunan felsefecileri bilgiyi, eylemsel işe yararlılık için aramışlardır. Yaşamın anlamı, bu anlama uygun yaşamak için aranmıştır. Görüldüğü gibi felsefe terimine Yunanlı kurucularının verdikleri ilk anlam, en açık ifadesini eytişimsel ve tarihsel özdekçilik anlayışında bulacak olan, diyalektik bir anlamdır. "Artık dünyayı açıklamak değil, değiştirmek söz konusudur".

İnsanlar ilkin din kurumunu meydana getirmişlerdi ve bunun ne demek olduğunu düşünmeye başlayınca felsefe'ye yönelmiş oldular. Kaldı ki ilk insanlar bıkıp usanmadan araştırma içgüdülerini, daha ilk günlerinden, korunma içgüdüsünün eylemsel çabalarından edinmiş bulunuyorlardı.

Felsefe tarihçileri ilk filozof olarak, dünyanın sudan yapılmış olduğu varsayımını ileri süren Thales'i gösterirler. Aristoteles, Thales'ten çok önce "Okeanus (deniz)'dur tanrıların babası ve anası" diyen Homeros'a dikkati çeker.

Delaporte, 1923 yılında yayımlanan Mezopotamya adlı yapıtında, Mezopotamyalıların yaratılış şarkısından şu örneği verir:"Ne göğün ne de yerin adı varken, bunların babası Apsu'yla anası Tiamat'tan çıkan sular tek olarak karmakarışık bulunuyordu" (İbid, s.1525) Görülüyor ki ilk Yunan düşünürlerinin geliştirdikleri kavramlar, çok eski toplumlardan gelen halk düşünceleridir. (Yunanlılar bunu Mezopotamyalılardan bağımsız olarak düşünmüşlerdir N.)

Antik Çağ'da pratik bilimler pek yavaş gelişmekte olduklarından gerçeği seven ve arayan insan düşüncesi pratikten kopmuş ve bilimin denetinden yoksun kalan felsefe bu yüzden uzun yüzyıllar boyunca düşünsel alanda gelişmiştir. Düşüncecilik böylesine başıboş bir düşünce gelişmesinin zorunlu sonucudur. İnsanlar düşüncelerini soyutlayıp kavramlaştırmışlar ve sürekli olarak değişen 'fiziğin ötesinde (metafizik)' sonsuzca geçerli saydıkları tanımlarla saptamışlardır. Fizik yapısının sürekli olarak değişmesi ve dönüşmesi sonucu olarak pratik bilgi bu kuramsal kavramlarla çatışmaya başlamış, insansal düşünceciliğin karşısına doğasal özdekçilik dikilmiştir. Her iki aşırı uçta da yanılgılara düşen bu iki sistem, sonunda, eytişimsel özdekçilikle (diyalektik materyalizmle) aşılmıştır.



3. Antik Çağ: Evrenin hangi özdekten yapıldığını araştıran Miletli fizikçilerden sonra oluş'u açıklayan Herakleitos'la felsefesel çalışma evrenselleşiyor. Ama Herakleitos'un doğa biliminin yardımından yoksun bu saf sezisi o kadar geniş kapsamlı ki ona hemen karanlık adını takıyorlar. Sokrates "Herakleitos'ta anladıklarım pek güzel, öyle sanıyorum ki anlamadıklarım da...Bu derinliğe inebilmek için Delos'lu bir dalgıç gerek" diyor. evreni bir yana bırakıp insana dönme zorunludur. Sokrates'e göre felsefe, 'neleri bilmediğini bilmek"tir. Doğa biliminin yardımından ve denetinden yoksun felsefe, ister istemez bir düşünsel çalışma olacaktır (felsefe zaten düşünsel olur N.). Platon onu 'doğruyu bulma yolunda düşünsel çalışma' olarak tanımlıyor. Aristoteles'e göreo, ilkeler ya da ilk nedenler bilimi'dir, mutlu bir yaşam sağlamak için tasarlanmış 'eylemsel bir sistem'dir. Bu çağda felsefe, genel karakteriyle bir törebilim niteliğindedir.

4. Orta Çağ: Augustinus'a göre 'Tanrı'yı bilmek'tir, 'gerçek felsefeyle gerçek din özdeştir'ler. Tertullianus'a göre felsefe yapmak 'dogma'yı açıklamak'tır. Scottus Eriugena'ya göre felsefe 'inan'ın bilimi'dir, felsefenin konusu dinin konusunun aynıdır. Anselmus'a göre de 'inanılanı anlamaya çalışmak'tır. Abaclardus'a göre 'inanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmak'tır. Skolastiklere göre felsefe akılla dogma arasındaki uygunluğun tanıtlanması'dır. Aquino'lu Thomas'ya göre felsefenin konusu Tanrı'dır, felsefe Tanrı'nın tanıtlanması'dır. Sadece Duns Scottus'dür ki ilk kez felsefeyi dinden ayırma eğilimi göstermiştir. Bu çağda felsefe, genel karakteriyle bir tanrıbilim niteliğindedir.

5. Yeni Çağ:

Giordano Bruno'ya göre Felsefenin görevi doğayı bilmek'tir. Bu anlayış görüldüğü gibi, düşünsel felsefede çok büyük bir adımdır.
Campenella'ya göre felsefenin konusu 'eleştiri'dir.
Fracis Bacon'a göre felsefe yapmak, doğru düşünmek'tir.
Hobbes'a göre felsefe yapmak, doğru düşünmek'tir, felsefe sonuçların nedenleriyle ve nedenlerin sonuçlarıyla olan karşılaştırmalı bilgisi'dir.
Descartes'e göre felsefe bir bilim'dir ve onu kesin bir bilim yapmak için geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir.
Spinoza da bu düşüncede onu izlemiştir, ona göre de felsefe genelleştirilmiş bir matematik'tir.
Leibniz'e göre felsefe, gerçekte doğru olanı anlatmak'tır, göklerden yere inmelidir ve konusu beş duyuyla kavranan şeyler olmalıdır.
Locke'a göre felsefe, filozofların gözlerini gerçek aleme açmak için bütün düşüncelerimizin duyumlarımızla gerçek alemden geldiğini tanıtlamak'tır, bilgi, düşüncelerimiz arasındaki bağlılığın ya da uyuşmazlığın algılanması'dır.
Condillac'a göre felsefe, duyumların bilgisi'dir.
Hume'a göre felsefe, insan zihninin mahiyetini incelemek'tir.
Diderot'ya göre felsefe, bilim'dir ve ancak doğabilimleri, fizyoloji ve tıp üstüne kurulabilir.
Knat'a göre felsefe, bilginin nasıl mümkün olabileceğini öğrenmek'tir. Bu da bilginin kendi kendisini eleştiri'siyle gerçekleşir.
Fichte'ye göre felsefe yapmak, varlığın hiçbir şey olmadığını ve görevin her şey olduğunu bilmek'tir, bu bakımdan da ben'in bilgisi'dir.
Schelling'e göre felsefe, doğa ve ruh çift görünüşünde saltıkın bilimi'dir, bu saltık da ben'le ben olmayan karşıtlığının özdeşliği'dir.
Hegel'e göre felsefe, düşüncenin kendi karşıtlarıyla çelişerek ilerlemesinin bilimi'dir, bu bilimse mantık'tır.
Herbart'a göre felsefe yapmak, bilimlerin temelinde bulunan kavramları aydınlatmak'tır.
Schopenhauer'e göre felsefe, deneysel bir metafizik'tir, varlığın temelinin irade olduğu deneye dayanarak anlaşılır.
Spencer'a göre, bilim ancak bir kısım tekleştirilmiş bilgidir, felsefe'yse tümüyle tekleştirilmiş bilgi'dir.
Auguste Comte'a göre felsefe, bütün bilimleri birleştiren bir bilim, bir bilimler bilimi'dir.



Bu evrede görüldüğü gibi, metafizik ve idealist bir açıdan da olsa, felsefe gittikçe bilimselleşmektedir.

6. 20. Yüzyıl: Yüzyılımızda eytişimsel özdekçiliğin dışında, yeni olguculuk, yeni Kantçılık, olgucu mantıkçılık, uygulayıcılık, tanrılı ve tanrısız varoluşçuluk, uyumsuzluk vb. gibi çeşitli akımlar idealist, usaaykırıcı ve bilinemezci bir doğrultuda gelişmişlerdir.

Camus'a göre "evren uyumsuzdur ve bilinemez",
William James'e göre "insanın evrendeki durumu kedinin kitaplıktaki durumu gibidir, görür ve duyar ama hiçbir şey anlamaz",
Heidegger'e göre "dünya ancak içinde insan varoldukça vardır, içinde insan yoksa dünya da yoktur",
Jasper'e göre "felsefe yapmak, ölmesini öğrenmektir".
Fransız düşünürü Roger Garaudy, bütün bu akımları 'mızmız felsefeler' adıyla niteler. Bu mızmız felsefeler, yüzyılımızda, büyük bir çoğunlukla, antikçağda olduğu gibi, kurulu düzenin savunuculuğunu üstlenmişler ve onu ayakta tutabilmek için kullanmışladır.

7. Eytişimsel ve tarihsel özdekçi felsefe: 19. yüzyılın ikinci yarısında oluşan eytişimsel ve tarihsel özdekçi felsefe, felsefesel düşünceyi tümüyle bilimselleştirmiştir. Artık felsefe yapmak demek, bilimsel veriler üstünde düşünmek ve onlardan kılgısal sonuçlar çıkarmak demektir. "Varlıkları gerçekte oldukları gibi ve geliştikleri biçimde ele alırsak en derin felsefe sorunlarının bile, daha ilerde ayrıntılarıyla açıklayacağımız gibi, birtakım görgül (somut, gözlenebilir) olgular haline geldiğini görürüz". "Bilim ancak maddeden çıkan bilinç ve maddi ihtiyaç biçiminde ortaya çıktığı zaman, yani doğadan yola çıktığı zaman gerçek bilimdir. Bütün tarih, insanın, maddeden çıkan bilincin konusu haline gelmesine başlangıçtır ve insanın insan olarak daha yüksek ihtiyaçları gerçek ihtiyaçlar haline gelecektir. Bizzat tarih, doğa tarihinin, doğadan insana doğru gelişiminin bir parçasıdır. Zamanla doğa bilimi insan bilimini içine alacak, aynı biçimde insan bilimi de doğa bilimini içine alacaktır, yani ancak bir ve tek bilim varolacaktır".

Görüldüğü gibi çağımızın evrensel bilim'ini içeren ve bundan ötürü de tek geçerli felsefe'si olan eytişimsel ve tarihsel özdekçilik felsefesi, kendinden önceki bütün felsefelerin tersine, "dünyayı açıklamak için" değil, "dünyayı değiştirmek" için gerçekleşmiştir. Felsefe, 'evrensel bilim'dir. Gerçekliğin özel bölümlerinin bilgisini sağlayan bilimlerin hiç biri böylesine bir evrensel bilim olamayacağı gibi tüm bilimlerin toplamı da böylesine bir evrensel bilim olamaz. Çünkü, bilimsel felsefeyle gerçekleşen evrensel bilgi, tek tek bilimlerin sağladığı bilgilerin mekanik toplamından ibaret değildir. bütünün bilgisi, parçaların bilgisinin toplamı olmadığı içindir ki bilimlerle birlikte ve onlarla kaynaşmış olarak bir felsefe gereklidir. Felsefe, insanın düşüncesi ve toplumu da dahil olmak üzere, evrenin tüm olgularının temeli olan yasaların bilimidir. Ayrı ayrı hiçbir bilim bu temel yasaları çözümleyemeyeceği gibi bilimlerin mekanik (felsefesiz) toplamı da bu temel yasaları çözümleyemez. Çağdaş felsefe, klasik felsefe gibi yorumlayıcı, eş deyişle açıklayıcı değil, yapıcı, eş deyişle devrimcidir. (Hem açıklayıcı hem değiştirici olmalıdır. N.) Çağdaş felsefe bilimseldir; çünkü hiçbir zaman bilimle çelişmez, tersine, tam ve derin bir uygunluk içindedir; çünkü hiçbir zaman bilimdışı boşinançlara dayanmaz ve gerçekliğe, "idealist kaçıklığın peşin yargılarından arınmış olarak yaklaşır", çünkü özdeksel dış dünyanın belirlediği bilincimizle özdeksel dış dünyayı bilimsel olarak kavrama ve değiştirme yöntemidir; çünkü insanlık-öncesi çağını insanlık çağına dönüştürmenin tek bilimsel kılavuzudur.

Çağdaş felsefe sadece bilimsel değil, aynı zamanda bilimin vazgeçilmez koşuludur da. Doğa bilimlerinin gelişmesi ancak çağdaş felsefeye dayanmasıyla olanaklıdır. Bu gerçeği, doğabilimcisi ve düşünür Ludwig Feuerbach da görmüş ve şöyle demişti:"Felsefe doğabilimleriyle, doğabilimleri de felsefeyle sürekli olarak bağlı kalmak zorundadır" (Feuerbach, Yapıtlar, Leibzig 1846, c.2, s. 267).

Klasik metafizik felsefe, doğayı, elini şakağına koyup düşünmekle açıklamaya çalışırdı; eytişimsel ve tarihsel özdekçi felsefeyse doğayı doğabilimlerinin verileriyle açıklar. Ünlü bir fizikçi "eytişimsel felsefeyi öğrendikten sonradır ki fiziksel olayların nedenlerini anlamaya başladım" demiştir. Geleneksel saplantılarından (doğaüstü inançlarından N.) kurtulamayan fizikçilerin çoğu özel yaşamlarında ve dünya görüşlerinde metafizikçi oldukları halde, bilimsel çalışmalarında zorunlu olarak fizikçi, eş deyişle eytişimsel özdekçidirler, "yaşam bilinçle belirlenmez, tersine, bilinç yaşamla belirlenir". (Bilinç yaşamla belirlendiği gibi, yaşam da bilinçle etkilenir, yaşam ve bilinç birbirlerini etkilerler N.) "Düşünsel kurguların (spekülasyonun) bittiği yerde, eş deyişle gerçek yaşamda, bilim, yani insanların pratik faaliyetlerinin, pratik gelişme süreçlerinin meydana konulması başlar. Bilinç üstüne yapılan lafazanlıklar sona erer, gerçek bilgi bu lafazanlıkların yerini alır. Gerçeğin ortaya serildiği yerde felsefe, bağımsız bir bilgi dalı olarak varoluş ortamını yitirir...Sorun bu kuramsal lafları varolan koşullardan yola çıkarak açıklamaktır. Bu lafların gerçekte ve pratikte ortadan kaldırılması, kuramsal çıkarsamalarla değil, değiştirilen koşullarca sağlanır".

Çağdaş metafizikçiler bile son yıllarda bu gerçeğe yanaşmak zorunda kalmışlardır. Örneğin ünlü metafizikçi F.S.C. Northop şöyle demektedir:"Felsefe...kuramsal bakımdan temel varsayımları geliştirilmiş doğa bilimidir". Bilimsel felsefenin bir ustası, felsefenin tarihsel serüvenini şöyle anlatır:"Doğa bilimleri felsefeden nasıl uzak kalmışlarsa, felsefe de onlardan uzak kalmıştır. Geçici yaklaşımlar, fantastik hayallerden öteye geçememiştir. Felsefeyle doğa bilimlerinin birleşmesi istenmiştir, ama bunu gerçekleştirecek güç bulunamamıştır...Emek, doğa ve dolayısıyla doğa bilimleriyle insan arasındaki en gerçek tarihsel ilişkidir. Bundan ötürüdür ki emek, temel insan yeteneklerinin dışlaşmış bir gerçekleşmesi olarak kavrandığı zaman doğanın insansal özünü kavramak olanaklaşır. İşte o zaman doğa bilimleri soyut özdekçi ya da düşünceci tutumlarından arınarak insan biliminin, felsefenin temeli olurlar"