İmam adı Ebu Hanife Numan b. Sabit b. Zuta b. Mah’tır. Kufe’de doğdu. Kökenine dair Birçok farklı iddia (Soyunun bir yanının Türk olduğu da iddia edilir) vardır. Aslen Arap olmayan Ebu Hanife’nin dedelerinin Fars kökenli olduğu ihtimali daha güçlüdür. Dedesi Zuta’nın, aslen Kâbil bölgesinde yaşayan Farisoğulları’na mensup bir uçbeyi olduğu söylenir. İşte, Ebu Hanife'nin hayatı hakkında detaylı bilgiler
İslam’da hukuki düşüncenin ve içtihat (Fıkıhta, ayetlerden ve hadislerden, anlamları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyaslayarak, benzeterek, bunlardan çıkarılan yeni hükümler) anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok Ebu Hanife (Hanife’nin babası) veya İmam-ı Azam diye anılmıştır.
Ebu Hanife olarak anılıyorsa da Hanife adında bir kızının olmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması, Iraklılar arasında hanife denilen bir tür divit veya yazı hokkasını devamlı yanında taşıması veya hanif kelimesinin sözlük anlamından hareketle “haktan ve yoldan ayrılmayan” bir kimse olmasıyla açıklanmıştır. Onun öncülüğünde başlayan ve öğrencilerinin gayretiyle gelişip yaygınlaşan Irak fıkıh ekolü de imamın bu adına nispetle “Hanefi mezhebi” adını almıştır. “Büyük İmam” anlamına gelen İmam-ı Azam sıfatının verilmesi de çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip bulunması, hukuki düşünce ve içtihat metodunda çığır açması, döneminden itibaren birçok fakihin (fıkıhçı) onun görüşleri ve yöntemini benimsemiş olması gibi sebeplerle açıklanabilir.
“Mümin, Allah’ü Teâlâ’nın kendisini devamlı murakabe ettiğini bilir. Kimsenin bulunmadığı bir yerde veya herkesin yanında olsun, mutlaka Allahü Teâlânın onu kontrol ettiğine inanır. Krallar ve sözde büyük adamlar ise, ne gizli ve ne de aşikar bir yerde herhangi bir şahsı murakabe edemezler.”
Ebu Hanife hakkında döneminden itibaren, değişik görüşteki birçok yazar ve bilgin tarafından lehte ve aleyhte çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Ebu Hanife ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kendisi de İslam öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. Kufe’de dükkânının bulunduğundan söz edilir. Kendini İslam’ı öğrenmeye adayınca ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürmüştür. Küçük yaşlarda Kuran’ı ezberlediği sanılan Ebu Hanife, kıraat (okuma) ilmini öğrenmişti. Ebu Hanife’nin doğup büyüdüğü Kufe ile bölgenin ikinci büyük şehri olan Basra, diğer halklar ve eski medeniyetlerle ilişkisi bulunan, yeni Müslüman olanlara İslam’ın ve Arapçanın öğretildiği, siyasi faaliyetlerin yoğun olduğu önemli yerleşim birimleriydi. Aynı zamanda buralar birçok fakih, dilci, yazar, şair ve filozofun da bulunduğu birer bilim merkeziydi. Böyle bir ortamda ticaretle uğraşan, parlak bir zekâya sahip Ebu Hanife’ye çevresindeki bilginler yakın ilgi gösterdiler ve onu bilime yönelttiler. Ebu Hanife bu tür tartışma ve sohbetlerde, Hz. Muhammed’den sahabeye ve sonraki nesillere geçen ve o dönem Müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen inanç esaslarını savunmayı gaye edinmiştir. Onun bu alandaki görüşleri, zamanla daha belirgin hale gelecek olan Ehlisünnet anlayışının şekillenmesine önemli ölçüde yardımcı olmuştur.
Ebu Hanife, yirmili yaşlarının başında fıkha yönelmiştir. Ebu Hanife dini bir bütün olarak düşünmüştür, ancak Hammad’ın öğrencisi olduktan sonra uygulamalı fıkıh alanında iyice derinleştiği ve ağırlıklı olarak bu alanda otorite olduğu söylenebilir. Devrinin bilginlerinin çoğu ile görüşme ve onlardan faydalanma imkânı bulan Ebu Hanife’nin asıl hocası, Hammad b. Ebu Süleyman’dır. Ebu Hanife, (720) yılından itibaren hocasının ölümüne kadar on sekiz yıl süreyle onun ders halkasına devam etmiş, hocasının bulunmadığı zamanlarda ona vekâleten ders verecek düzeye yükselmiştir. Hammad’ın 738 yılında ölümü üzerine, kırk yaşlarındayken öğrencilerin ısrarları üzerine hocasının yerine geçerek ders vermeye başlamış, bu hocalığı bazı aralıklarla ölümüne kadar sürmüştür. Yetiştirdiği öğrencilerin sayısının birkaç bini bulduğu, bunlardan kırkının içtihat edecek dereceye ulaştığı belirtilir. Ebu Hanife, Hac için gittiği Mekke’de döneminin seçkin düşünce adamlarıyla karşılaşarak görüş ve fetvalarını onlarla tartışma imkânı bulmuştur. Bu temasların, Ebu Hanife’nin bilgi birikimine ve fıkıh meselelerine bakış açısına önemli ölçüde katkısının bulunduğu açıktır. Ebu Hanife’nin sahabe Enes b. Malik’i gördüğü de söylenmiştir.
Ömrünün elli bir yılı Emeviler, on yedi yılı Abbasiler döneminde geçen Ebu Hanife, hilâfetin Emevilerden Abbasilere geçişine şahit oldu. Ebu Hanife’nin Ehli Beyt’e karşı yakınlık ve bağlılık duyduğu ve Hz. Ali soyunu sevdiği kesindir. Bu sebeple Emevilerin Ehli Beyt’e karşı tutumu sertleşince Ebu Hanife onları açıkça eleştirmekten çekinmemiştir. Hatta onun, Zeyd b. Ali’nin 739 yılında Emevi Halifesi Hişam b. Abdülmelik’e karşı başlattığı ayaklanmayı hem maddi, hem de fetvalarıyla manevi olarak desteklediği aktarılmıştır. Bu ayaklanma 740’ta Zeyd’in öldürülmesiyle sona ermiş, daha sonra oğlu Yahya 743 yılında Horasan’da ayaklanmış ve o da öldürülmüştür. Üst üste gelen bu olaylar bilginlerin Emevi hilafetini açıktan eleştirmelerine ve hilafetin sarsılmasına sebep olmuştur. Bu arada Ebu Hanife’ye de Kufe kadılığı teklif edilmiş, her türlü baskıya rağmen kabul etmeyince de hapsedilmiş ve dövülmüştü. Hastalanınca hapisten çıkarılıp Mekke’ye gitmiş ve hilafet Abbasilere geçinceye kadar orada kalmıştır. Bütün bunlardan sonra Ebu Hanife, Hz. Ali soyunun haklarını koruyacağını söyleyen Abbasilerin kuruluşundan umutlanarak Kufe’ye dönmüştür. Ancak Abbasi döneminde de yaşanan haksızlıklara karşı açıkça tavır almaya başlamıştır. 767 yılında zehirletilerek öldürüldü. Cenazesi vasiyeti üzerine Hayzüran Kabristanı’nın doğu tarafına defnedildi. Daha sonra 1067 yılında üzerine bir türbe yaptırılıp çevresine de medrese inşa ettirilmiştir. Mezarı bugün Bağdat’ta adına hürmeten Azamiye diye anılan bölgededir.
Kaynaklar, Ebu Hanife’nin kanaatkâr, cömert ve güvenilir bir kişi olduğunda, bütün ticari ve insani ilişkilerinde bu özelliklerinin görüldüğünde görüş birliği içindedir. Kazancına haram ve şüpheli gelir karıştırmamaya özen gösterirdi. Bir anlatıma göre göre yıldan yıla kazancını hesap eder, onunla çevresindeki ilim insanlarının ve öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılardı. Dış görünüşe önem verir, temiz giyinir ve çevresindekileri de temiz giyinmeye özendirirdi.
Ebu Hanife derin fıkıh bilgisinin yanı sıra, inandığını ve doğru bildiğini söylemekten ve onun mücadelesini vermekten çekinmeyecek kadar cesur bir insandı. Hayatı bu yönüyle de mücadele içinde geçmiş, bu uğurda birçok sıkıntı ve yokluğa katlanmıştır. Gerek Emeviler, gerekse Abbasiler devrinde halife ve valilerin yaptığı zulümlere açıkça karşı çıkmış, onların yanlış ve haksız tutumlarını onaylamış olmamak ve halk nazarında onlara meşruiyet kazandırmamak için halifelerden gelen hediyelerin, yapılan görev tekliflerinin hiçbirini kabul etmemiş, işkenceye ve hapse katlanmayı tercih etmiştir. Bu tavrı nedeniyle de iktidarlar tarafından cezalandırılmıştır. Irak valisinin teklif ettiği beytülmal eminliği (hazinenin başı) görevini reddetmesi üzerine işkenceye maruz kalınca, “Bana Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymayı teklif etse onu da yapmam” cevabını vererek Emevi iktidarına karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur. Bununla birlikte aynı tutumu Mansur devrinde de sürdürmüş, onun haksız ve keyfi uygulamalarına alet olmaktan kaçınmış ve halifeyi açıkça tenkit etmiştir. Ebu Hanife halifeyi eleştirdiği gibi devrindeki bilgin ve kadıların verdiği yanlış hükümleri de tenkit etmiştir. Hakikati aramada ve takip etmede samimi olan Ebu Hanife başkalarının görüşlerine karşı hoşgörülü olmuş, kendi içtihadının doğruluğunda ısrar eden ve onu tartışmaya imkân vermeyen bir taassup göstermemiştir. Derslerinde ve tartışma meclislerinde herkese söz hakkı verir, aykırı görüşleri dinler, öğrencilerini kendi fikirlerini benimsemeye zorlamazdı.
Fıkıh İlmindeki Yeri
Ebu Hanife, İslam’a dair fikri tartışmaların yanı sıra ticaretle de uğraşması nedeniyle kendisine yöneltilen sorularla ilgili olarak hayatı boyunca sayısız içtihat yapmıştır. Ebu Hanife’nin ithamlara maruz kalmasının, aleyhine birçok şey söylenmesinin esas sebebi, dönemindeki fıkıhçıların görüş ve fetvalarına gerektiğinde aykırı fetva verme cesaretine sahip olmasıdır. Yaşadığı bölge karmaşık birçok olayın meydana geldiği ve çözümünün arandığı bir yerdi. Fıkıh meselelerini çeşitli yönleriyle ele alıp tartıştığı için farklı ihtimal ve durumlara göre düşünce ve çözümler üretmiş, henüz gerçekleşmemiş meselelerin hükümlerini de içtihadına konu etmiştir. Irak bölgesinin özel şartları, meydana gelen veya gelmesi muhtemel olaylar karşısında susmayı ve çekimser davranmayı değil olayları fıkhi hükme bağlayarak Müslümanlara yol göstermeyi, halkın aşırı görüş ve çözümlere yönelmesini önlemeyi gerekli kılmaktaydı. Ebu Hanife bir meselenin hükmünü önce Kur’an’da aramış, ayetlerin açık, genel ve doğrudan ifadelerini esas almıştır. Eğer Kur’an’da konuyla ilgili bir dogma bulamamışsa Hz. Muhammed’in de onayladığı, bütün sahabenin uyguladığı sıraya göre sünnete başvurmuştur. Esasen sünnetin delil olarak alınmasının önemi ve gerekliliği Ebu Hanife’nin içtihat ve fetvalarında da açıkça görülür.
Ebu Hanife kendisine bir mesele sorulduğunda önce öğrencilerinin bu konuda bildikleri hadisleri ve sahabe sözünü sorar, ardından kendi bildiği söylentileri aktarır, meseleyi değişik yönleriyle ele alır, öğrencilerinin görüşlerini ayrı ayrı dinler, daha sonra da o meseleyi hükme bağlardı. Onun ders verme yöntemine göre soruların önce öğrencilerle tartışılması, o mesele hakkında dogma bulunup bulunmadığının araştırılması demektir. Ebu Hanife’nin yaşadığı dönemde ve özellikle bulunduğu bölgede hadis uydurma işi yaygın hale gelince daha ihtiyatlı davranarak belli şartlar belirlemiştir. Hz. Muhammed’in hayatını ve hadisleri öncelik-sonralık açısından inceleyerek özellikle son dönemde söylenen hadisleri esas aldığı belirtilir. Bu anlayış, hayatın değişmesi ve fıkıh hükümlerinin bu değişikliğe belli ölçüde uyum sağlaması gerektiği fikrinin sonucudur. Dogma bulunan yerde kıyasa ihtiyaç duyulmayacağını bildirmiştir.
Ebu Hanife meseleler arasındaki açık veya gizli ilişkileri bulur, onları kolayca kavrardı. Ayrıca halkın davranışlarını da göz önünde bulundurur, dinin temel ilke ve esaslarına aykırı olmadığı sürece bunları göz önünde bulundururdu. Ebu Hanife zorlama taraftarı değildi. Ebu Hanife’nin fıkhında kişiliğinin, içinde bulunduğu dönem ve şartların, kişisel görüş ve temayüllerinin, ders aldığı ve görüştüğü bilginlerin belli bir etkisi vardır. Aynı etki, onun görüş ve öğretisi etrafında sonradan oluşan Hanefi mezhebi için de söz konusudur.
Ebu Hanife’nin ticaret hayatının içinde bulunması, insanların problem ve ihtiyaçlarını yakından tanıması da içtihatlarının kabul ve uygulama şansını arttırmıştır. Öte yandan onun farklı kültür ve geleneklere sahip çeşitli grupların karma bir halde yaşadığı Irak bölgesinde yetişmiş olması, Hicaz bölgesinde hâkim geleneksel sosyal yapı ve anlayıştan daha az etkilenmesine, birçok konuda örfü ve toplumsal durumu esas alan farklı yorum ve içtihatlara sahip olmasına zemin hazırlamıştır. Hanefi mezhebinin Araplar dışındaki Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasının bir sebebi de budur. Denilebilir ki Ebu Hanife, hocaları ve önceki nesiller tarafından kendisine aktarılan fıkhi kuralları, görüşleri, ayet ve hadislerle ilgili yorumları içinde bulunduğu ortam, insanların ihtiyacı ve dinin genel ilke ve amaçları açısından yeniden değerlendirme, sınırlı dogmalarla sınırsız olaylar, aktarılan ile aklın yorumu, arasında bir denge kurma imkânını yakalamıştır. Ebu Hanife’nin örf ve âdeti, Kuran’ın genel ilkelerini, halk yararını gözetmesi bu gayretin sonucudur. Ebu Hanife, ticari işlemleri açıklık ve belirlilik, faizden uzak olma, örf ve ihtiyaca uygunluk, dürüstlük ve güven şeklinde dört temel üzerine oturtmuş, ticari hukukta olsun borçlar, aile ve kamu hukukunda olsun şahsi teşebbüs ve sorumluluğu, kişi hak ve hürriyetlerini ilke edinmiştir.
Ebu Hanife, kendi dönemine kadar geçen sürede oluşan ve dogmaların yorumu niteliğindeki kuralları gerektiğinde yeniden ifade etmiş, bazen da kuralı değiştirmek yerine kişisel ihtiyaç veya zorunluluğu giderebilmek için birtakım fıkıh çözümleri ve çareler önermiştir. Ancak bulduğu bu çareler çok sınırlı bir alanda ve belli ölçüde uygulanmış olup hiçbir zaman ana kuralı işlemez kılacak ve kanuna karşı hile oluşturacak nitelikte değildir. Fıkıh anlayışının çözüme yönelik olması, Hanefi mezhebinin hayata ve insanların ihtiyaçlarına uygun bir yapıda gelişmesiyle sonuçlanmıştır.
Ebu Hanife, sahabe ve sonraki döneminde Irak bölgesinde oluşan zengin düşünsel gelişmeyi, hocaları ve görüştüğü çeşitli bilginler aracılığıyla yakından tanıma imkânı bulmuştur. Bu sebeple Ebu Hanife, devrindeki fıkıh birikimini ve düşünceyi parçalı sorunlar ve çözümler görünümünden çıkarıp belli ölçüde sistemleştirdiği, yeni olay ve sorunların fıkha dayalı çözümüne de imkân veren bir bütünlük kurmaya çalıştığı için dönemindeki fıkıh anlayışının gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Ebu Hanife’nin fıkıh düşüncenin gelişmesine olan büyük katkısı, diğer mezhep imamları ve İslâm bilginlerince de değişik biçimlerde ifade edilmiştir. İmam Şafii’nin, fıkıhla uğraşan bütün bilginlerin Ebu Hanife’ye teşekkür borçlu olduğunu dile getiren ünlü sözü “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin iyalidir” (Bir kişinin geçindirmekle yükümlü olduğu kimseler), onun fıkıhçılarnezdindeki saygınlığını anlatır.
Eserleri
El-Fıkhu’l-Ekber: Ebu Hanife’nin oğlu Hammad’ın babasından naklettiği en şöhretli eseridir. Ayrı silsilelerle zamanımıza kadar gelen birbirinden kısmen farklı üç nüshası vardır. Bu eser başta Ebu Mansur el-Maturidi olmak üzere birçok âlim tarafından şerh edilmiş, defalarca Türkçeye çevrilmiştir El-Fıkhül-Ebsat: Bu eser, oğlu Hammad, öğrencisi Ebu Yusuf ve Ebu Muti’ b. Abdillah el-Belhi tarafından rivayet edilmiştir. Sual-cevap tarzında olup yazma nüshaları Kahire Kütüphanesi’nde olan bu risale, Ata el-Cürcani tarafından şerh edilmiştir. El-Alim ve’l-müteallim: Bu risalede öğrencisi Ebu Mukatil’in sorduğu sualler Ebu Hanife tarafından cevaplandırılmaktadır. Bu eser de Kahire Kütüphanesi’nde kayıtlıdır. Er-Risale: Bu eser, Ebu Hanife tarafından Basralı âlim Ebu Osman el-Betti’ye gönderilmiştir. Kendisi hakkında Mürcie’den olduğu hususundaki ithamları reddetmektedir. Yazma nüshaları Kahire Kütüphanesi’nde kayıtlıdır. El-Vasıyye: Avrupa kütüphanelerinde ve Kahire Kütüphanesi’nde muhtelif nüshaları bulunan bu eserin Molla Hüseyin b. İskender el-Hanefi, Ekmelüddin el-Baberti ve el- Hadimi tarafından yazılmış şerhleri mevcuttur. El-Baberti şerhinin Nuru Osmaniye, Ayasofya, Bayezid ve Selim Ağa Kütüphanelerinde yazma nüshaları mevcuttur.