Muhammed Abid El-Cabiri (1936-2010) Faslı filozof ve İslam düşünürü.
İslam dünyasının en önemli düşünürlerinden biri olan Cabiri, Fas’ın doğusundaki Figuig şehrinde doğdu. 1967 yılında felsefe dalında yüksek lisans diploması aldı. 1970 yılında da yine felsefe dalında Rabat’taki Muhammed El-Hamis Üniversitesi’ne bağlı Edebiyat Fakültesi’nde doktora yaptı. Câbiri 1970`li yıllardan bu yana Arap dünyasında sol bir toplum projesini savunanlar arasında yer almıştır. 1959 yılında "İstiklal" partisinin sol kanadı olarak ayrılan "Union Nationale des Forces Populaires" (UNFP)`nin aktif üyelerinden biriydi. UNFP 1973 yılında Fas`ta yasaklanınca, Câbiri 1975`ten 1988`e kadar "Union Socialiste des Forces Populaires"in politbürosuna üye oldu. El-Câbiri eğitim bakanlığı tarafından resmi eğitim malzemesi olarak yayınlanan bir felsefe kitabının da yazarları arasında yer aldı. Aynı fakültede felsefe, Arap fikri ve İslami fikir profesörü olarak görev yaptı. 1967’den vefatına kadar adı geçen fakültede felsefe ve Arap-İslâm düşüncesi hocalığı yaptı.
FRANSIZLARA KARŞI DİRENİŞE KATILDI
4 Mayıs 2010’da Kazablanka (wikipedia ya göre 3 Mayıs 2010 tarihinde Rabat’ta) şehrinde vefat eden Câbirî, geçen yüzyılın 50’li yıllarında ülkesinde Fransız sömürüsüne karşı direnişçi gruplara katıldı. Ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra 1963 yılında Halk Kuvvetleri’nin Ulusal Birlik Partisi’nden bazı liderlerle beraber tutuklandı. 1965 yılında da o yıl ülkede görülen grevlerin ardından bir grup eğitmenle birlikte tutuklandı.
Uzun süre Halk Kuvvetleri’nin Sosyalist Birlik Partisi’nin ünlü bir lideri olarak kaldı. 1981 yılının Nisan ayında fikri üretime yönelmek için parti sorumluluğundan istifa edip siyasi çalışmadan uzaklaştı.
Medya alanında da faaliyetleri vardı. “İlim” ve “Muharrir” gazetelerinde çalıştı. Aklam dergisinin ve 1968 yılında yayın hayatına başlayan haftalık “Filistin” dergisinin çıkmasına katkıda bulundu. Yazdığı yenilikçi ve tartışmalı yazılarıyla bilinen filozofun 30`dan fazla eseri bulunuyordu. Bağdat Arap kültürü, Unesco ödülü (1988), Fas kültür ödülü (1999), Mayıs Arap Dünyası’nda Fikri Araştırmalar Ödülü (2005), Dünya Felsefe Günü münasebetiyle Unesco İbni Sina Madalyası (2008) ödüllerini aldı.
CABİRÎ`NİN ZİHİN DÜNYASI
Kıyıda bir adam Muhammed Âbid El-Câbiri. Ruh kayığını yapısalcılıkla yıkamış bir adam. Ahad değil tevatür bu haber. Câbiri Müslüman düşünce tarihinde Endülüs eksenli İbni Hazm, İbni Bacce, İbni Rüşd, Şatıbi, İbni Haldun vs. isimlerle temayüz ettiğini düşündüğü "Mağrib" düşünce damarını canlandırmaya çalışmaktadır. Çünkü ona göre İslâm düşünce tarihinin en yenilikçi, en rasyonel damarı buradadır. Zaten kendisi de mekân olarak Mağriblidir. Mekânın düşüncesini inşa etmeye çalışmaktadır. Câbiri`nin inşa etmeye çalıştığı düşünce sisteminin İslâm-Arap düşüncesinin köklü bir eleştirisi üzerine yükseldiğini görüyoruz. Öncelikle bu eleştirinin ne üzerine bina edildiğini anlamak ve temel çizgilerini deşifre etmek gerekiyor. Buna Cabiri`nin "zihin genetiğini" okumak da diyebilirsiniz...
Çalışmalarının büyük bir kısmını İslam düşüncesinin eleştirisine yönelten Muhammed Âbid el-Câbirî’ye göre bugünkü gelinen noktada gelenek toplumsal, siyasal ve fikri alanlarda büyük bir krizle karşı karşıyadır. Câbirî İslam dünyasının içinde bulunduğu bu krizin nedenlerini açıklayacağını düşündüğü yapısal bir model sunar: beyân, irfân ve burhân. Câbirî’ye göre bu üç bilgi sisteminin her boyutta çatışması ve rekabeti söz konusudur. Kriz bu bilgi sistemlerinin iç içe geçişliliğinden kaynaklanan bir krizdir. Bu krize neden olan ana unsur hermetik irfâncılıktır. İrfân bir başka bünyeye ait bir düşünme biçimi olduğundan Arap/İslam aklını fesada uğratan bir fonksiyon icra etmektedir. İrfânî düşünce sistemi aklı durduran, durgunluğa sevk eden ve aklın istifasını temsil eden irrasyonel bir düşünme biçimi olduğundan, Arap/İslam aklının yapısını bozmaktadır.
KÜLTÜR KATLİAMCISI MI?
Fırtınasız deniz yoktur misali elbette dilsiz budaksız değil bütün fikriyatı. Câbiri felsefeci kimliğiyle bu anlamda bazı açılımlar sunarken, fazla açık kapı bırakıyor. Ama her ne olursa olsun, bu tip zihin jimnastikleri ve yeni önermelerle donatılmış bir İslam medeniyetinin inşası, konuşulmalı ve gündemde tutulmalıdır. Onun fikri faaliyetlerine yönelik yapılmış eleştirilere değinmek gerekir kısmen de olsa. Bu noktada şunu vurgulayalım ki, 1980’li yıllarda yapılmış bu çalışmalar akademik camiada hak ettiği yankıyı, dolayısıyla önemli düzeyde eleştirilme imkânını bulamamıştır. Yanlış iltifat nevinden anlamaları bir kenara koyarsak sınırlı sayıda eleştiriler yapılmıştır. Yapılan eleştirilere gelince bunların bir kısmı onun “Arap Aklı” kavramına yöneliktir. Örneğin Yasin Aktay akıl ile ilgili yazdığı makalesinde bu tarzda eleştirilerde bulunmaktadır. Aktay’a göre, “Aslında Câbirî, Arap Aklı’nın üç bileşeninden yani beyanî aklı daha asli bir unsur sayarken, aynı zamanda en pozitif anlamda yücelten bir şey de yapmış olur.” Aktay, Câbirî’nin beyani akıl öncelemesinin asıl nedeninin bu aklın daha Arabî bir özelliğe sahip olduğunu kaydetmektedir. Oysa Câbirî’nin Arap-İslâm kültürünü kendileri aracılığıyla okumaya çalıştığı beyan, irfan ve burhanî söylemler içerisinde beyandan yana değil tam aksine beyan-burhan merkezli Endülüs tecrübesinden yana tavır koymaktadır. Öte yandan Aktay’ın Câbirî’ye yönelik yaptığı eleştiriler hiç şüphesiz ki önemsenmelidir. Bu eleştiriler bağlamında Aktay’ın da referans olarak kullandığı Ali Harb’ın yaptığı eleştirilere gelince, o da Câbirî’nin “Arap aklı” kavramına yaptığı aşırı vurgudan rahatsızdır. Harb, Câbirî’nin yaptığı çalışmaların yadsınmaması gereken çalışmalar olduğunu kaydetmekle birlikte onun çalışmalarındaki eleştirilebilen yanlarının da olduğunu zikretmektedir. Câbirî’nin Arap aklıyla ilgili çalışmalarını kapalı ve yeterince anlaşılır olmamakla suçlayan Harb şunu kaydeder: “Câbirî çalışmaları inkâr edilemez ancak Arap Aklı eleştirisi, aklın açılması mı yoksa kapalılığı mıdır?”
Câbirî’nin yöntemine en sert eleştirinin Corc Tarabişi’ye ait olduğunu söylersek abartmış olmayız. Zira Tarabişi Câbirî’nin kültür ile ilgili araştırmalarını “kültür katliamı” (mezbehetu’t-turas) diye nitelendirmektedir. Gerçi Ali Harb Tarabişi’nin yaptığı bu tarz eleştirisini “anlamı olmayan saçma bir söz” olarak nitelendirmektedir. Ayrıca Câbirî’nin siyasi görüşleriyle ilgili çalışma yapanlar da laik bir yönseme ile, onun din ve siyaseti ayrı düşünmemekle hata yaptığını ifade etmektedirler. Cabirî’nin Arap-İslam kültürü ile ilgili tetkiklerinde aydınlatılması gereken hususlardan birini irfanın dışlanıp dışlanmaması gerekliliği ile kendisinin eleştirmiş olduğu oryantalist bakışın neresinde durduğu hususları oluşturmaktadır. Gelenek gömleğinin yırtıldığı yerlerden biridir bu.
Sonuç olarak Câbirî’nin okuma tarzına ve eleştirilerine yönelik yadsınmayacak eleştiriler yapılmıştır. Gayet tabi ki, Câbirî metodolojisi eleştiriden muaf değildir. Kanaatimizce Câbirî’nin kullandığı yöntem, yaptığı kavramlaştırma noktasında Batılı referans ve argümanların etkisinde kalmıştır. Yer yer Marksist teorisyenlerin de etkisi hissedilmektedir. Örneğin, tüm çalışmalarında yapısalcı metodoloji kullanmaktadır. Ayrıca “siyasal aklı” yorumlarken ganimet unsuruna aşırı bir vurgu yapmaktadır. Bu da alt yapı-üst yapı ilişkisi tarzında bir yorumu andırır. Kötü huylu urlar gibi giymiştir Câbirî bu yaklaşımı. Herkes uykudayken uyanmanın kefareti olarak da bakanlar olacaktır buna. Usta olduğunu unutmadan avantajlarından yararlanmak en iyisi.
Kaynak:
http://www.ozgundurus.com/Yazar/Altan-Algan/Dusunce-terzisi-Muhammed-Abid-El-Cabiri.php