25 Ocak 1959 günü Sovyet Rusya’da, Igor Dyatlov liderliğinde, sekiz erkek ve iki kızdan oluşan çoğu üniversiteden arkadaş on genç kayakçı Ural Dağları’nın uçsuz bucaksız eteklerinde 2 haftalık bir tırmanış ve kayak gezisi yola çıktılar. Ancak grubun onuncu üyesi Yuri Yudin, ayağını burktuğu ve hastalandığı için Vizhai’de yolculuğuna son verdi ve geri gönderildi.
Yolculukları Kuzey’deki en son yerleşim birimi olan Vizhai’den Otorten Dağı’na kadardı. Rotaları dağcılıkta en zor kategori olarak bilinen “Kategori 3″ sınıfındaydı ancak başta liderleri Igor Dyatlov olmak üzere takım kendilerinden çok emindi. Her biri tırmanış ve uzun kayak gezisi tecrübeleri olan yetenekli sporculardı. 2 haftadan fazla bir süre dondurucu soğukla mücadele edecek olmaları ve tehlikeli rotaları gözlerini korkutmuyordu. Takımın deneyimden kaynaklanan bir cesareti vardı ve hiç birisi kolay kolay korkuya kapılacak insanlar değillerdi.

Gezi planına göre grup Vizhai kasabasına geri döndükten sonra Dyatlov hemen bağlı oldukları spor klubüne telgraf çekecekti. 12 Şubat günü kararlaştırıldığı gibi telgraf gelmediğinde kimse bir tepki vermedi. Bu tür zorlu gezilerde gecikmeler neredeyse her zaman olurdu. Birkaç gün sonra birşeylerin ters gitmiş olabileceği ihtimali düşünülmeye başlandı.
Sporcuların ailelerinin ısrarı üzerine enstitü bir kurtarma ekibi oluşturarak 20 Şubat 1959’da arama çalışmalarına başladı. Polisin ve ordunun da helikopterler ve uçaklarla katıldığı arama 6 gün sonra, grubun varış noktasından 10 km uzaklıktaki Kholat-Syakhl dağında ilk sonucunu verdi; bu aynı zamanda kurtarma ekibinin yaşadığı ilk şoktu.

Ekip kamp çadırını oldukça tahrip olmuş halde buldu. Çadırı bulan Mikhail Sharavin, çadırın içten parçalandığını ve karla kaplı olduğunu, fakat grubun eşyalarını ve ayakkabılarını burada bıraktığını belirtti. Sekiz kişiye ait olduğu belirtilen ve sadece çorap (ve tek bir ayakkabı) izleri ormanlık alana yöneliyordu. 500 metre sonra ise izler karla örtülüyordu. Ormanın girişindeki sedir ağacının altında yanarak kül olmuş odunlar ve Yuri Krivonişenko ve Yuri Doroşenko’nun cesetleri bulundu. İkisi de yalnızca iç çamaşırı ve çorap giyiyorlardı. Yanlarında yakılarak kömürleşmiş ağaç parçaları vardı. Çamın dalları ağacın 5 metre kadar üst kısımdan koparılmıştı. Demek ki, adamlar olaydan sonra ağacı tepesine çıkarak etrafa veya bir şeylere bakmışlardı. Bir kısım dal kırıkları kar üzerinde dağınık olarak bulundu.
Dyatlov, 22 yaşındaki Zina Kolmogorova ve 23 yaşındaki Rüstem Slobodin’e ait sonraki üç ceset, ağaç ile kamp arasındaki sahada 150 metre ara ile bulundu. Cesetler arasındaki mesafeden onları kampa dönmeye çalışırlarken öldükleri sonucuna varıldı. Uzmanlar hemen adlî tahkikata giriştiler. Cesetler üzerinde yapılan otopsi işlemlerinde net bir sonuca ulaşılamadı. Adlî tıp uzmanları, beş cesedin hipothermi (yani soğuk etkisi ile donarak) neticesi öldüğünü açıkladılar. Slobodin’i kafasında fraktür tespit edildi ancak bu kırığın ölümcül olmadığı anlaşıldı.

Diğer 4 cesedin bulunması biraz uzun sürdü. Araştırma ekibi 4 Mayıs’ta ikinci şokunu yaşadı. Bir nehir yatağında, 4 metre karın altında kalan cesetleri buldular. Cesetleri diğerlerinden daha iyi giyimliydi. Zolotaryov, Dubinina’nın kürklü montunu ve şapkasını, Dubinina ise ayağına Krivonişenko’nun yün pantolonunu giymişti. İlk iki cesede göre daha uzaktaydılar ve diğerlerinden bir farkları vardı. 3 tanesi şiddetli darbe sonucu ölmüşlerdi. Bir tanesinde ölümcül derecede kafatası zedelenmesi vardı, ikisinin ise göğüs kafesleri parçalanmıştı.
Otopside kadınlardan birinin dilinin ve gözlerinin kayıp olduğu görüldü. Bütün bunlara rağmen cesetlerin travmaya uğrayan kısımlarının dış yüzeylerinde yani cesetlerin üzerlerinde yaralanma belirtileri yoktu. Yani kırık kemikleri etrafını saran adale-et ve deri üzerinde yaralara rastlanılmadı. Cesetlerdeki tahribat, araba çarpmasına benzetilmesine rağmen, yara izleri oluşmaması, hadisenin esrarengizliğini iyice arttırdı.
Peki bu talihsiz sporcuların ölümlerine yol açan esrarengiz şey neydi? O karanlık Şubat gecesinde neler yaşanmıştı?
Araştırma kapsamında ilk keşifte bulunan günlükler ve amatör video kayıtları incelendiğinde grubun 31 Ocak günü dağlık araziye varmış ve tırmanışa hazırlanmış olduğu anlaşılıyordu. Kayakçılar 2 Şubat günü Otorten’i geçerek Holat Syahl tepesine ulaşmayı başarmışlar, saat 5’de çadırlarını kurarak kamp yeri oluşturmuşlardı. Kayakçıların bu bölgeyi neden tercih ettikleri belli değil… Çünkü grup 1,5 km. ileride dağ eteğindeki ormanlık bölgeye kamp kurmuş olsaydı, böylece iklimin sert etkilerinden de kendini koruyabilecektiler. Böylesi bir noktayı seçmiş olmaları bir şeylerden endişe ettiklerini düşündürmektedir.
Yudin’e göre bunun sebebi, Dyatlov’un orman içindeyken etraflarındaki orman örtüsü nedeniyle tepeyi gözden kaybetme korkusu olmalıydı.
Her ne kadar cesetlerdeki hasarın insan gücüyle yapılmış olamayacağı söylense de Rus polisi bir cinayet olasılığını düşünerek adli araştırmalara başlar. Ural bölgesinde yaşayan Mansi yerlilerinden şüphelenen polis geniş çaplı bir arazi taraması yaptığında çevrede hiç insan izine rastlayamaz. Zaten kamp alanı etrafında sporculardan başkasına ait ayak izi yoktur. Otorten Dağı, Mansi dilinde “Ölüm Dağı” anlamına geliyordu. Hepsi o…
Bu arada zaten soru işaretleriyle dolu olan olaya bir yenisi eklenir: Cesetlerin üzerlerindeki giysilerde radyoaktif kirlenme vardır.
Deliller detaylı incelenince birkaç ilginç nokta daha göze çarpar. Kamp çadırı dışarıdan değil de içeriden yırtılmış gibidir. Ormanlık alanda ateş yakan grup üyeleri çok yakında duran kuru dalları değil de nedense ıslak dalları kullanmışlardır.
Eldeki verileri gözden geçirince, yapılabilecek en kesin varsayım birşeyin grubun ödünü kopardığı. Üzerlerine giysi giymeden çadırı yırtıp çıkarak ormanın içine koşmuş, sonra ormanın girişinde durup ateş yakmışlar. Aralarından ikisi (ölü ya da canlı) ateşin yanında kalırken üçü kampa geri dönmeye karar vermiş ancak yolda birer birer ölmüşler. Dördü ise ya önceden ya sonradan ormanın içlerine ilerlemiş.
Peki bu sporcuları korkutan şey neydi? Ayı veya başka bir yabani hayvan olsaydı eğer yaralanmaları gerekirdi. Etrafta da ayak izleri, mücadeleye dair izler olurdu. Rus polisi ve KGB bu bilmeceyi çözemiyor (ya da halka öyle söyleniyor). Mayıs 1959’da dosya kapanıyor. Sporcuların hepsinin “bilinmeyen zorlayıcı bir güç” yüzünden öldükleri söyleniyor. Olay dosyası resimleriyle birlikte gizli bir arşive yollanıyor. Resimler ancak 1990’da ortaya çıkıyor – eksik olarak.
1967’de, araştırmalar sırasında görev almış ve fotoğrafçılık yapmış olan gazeteci yazar Yuri Yarovoi olaydan esinlenerek “En yüksek derecede karmaşa” isimli bir roman yazıyor. Ancak Sovyet yönetiminin olayla ilgili bilgileri sır olarak sakladığı bir dönemde yazıldığı için pek çok detayı es geçtiği biliniyor. Tanıdıkları ise yazarın romanın yayınlanmamış detaylı bir kopyası olduğunu söylüyorlar. Yazar 1980’de hayatını kaybettikten sonra yazarın fotoğraflar, günlükler ve el yazılarından oluşan arşivi bulunamıyor.
1990’da yazar Anatoly Guschin olayla ilgili bir araştırma yapıyor. Rus yetkililerin ona tanıdığı ayrıcalıklar sayesinde bazı fotoğrafları ve önceden bilinmeyen detayları gün ışığına çıkarıyor. Pek çok belgenin ortadan kaybolduğunu farkediyor. Araştırmasıyla ilgili “Sırların bedeli dokuz yaşam”isimli bir kitap yazıyor. Yazara göre, Sovyetler’de askerî bir silah denemesi sırasında dokuz kişi ölüyor. Tabii bu bir teori… Hakikat çok daha farklı olabilir.
Kitabın verdiği cesaretle 1959’da araştırmayı yürütmüş olan emekli polis subayı Lev Ivanov bir makale yazıyor. Makalede araştırma timinin olaya hiçbir açıklama getiremediğini söylüyor. En önemli nokta ise, Ivanov’un iddiasına göre gökyüzünde bazı “uçan küreler” görmüş oldukları. Üstlerine bunu rapor ettikten sonra timin araştırmayı bırakması ve bulguları gizli tutması emri geliyor. Ayrıca olayın olduğu tarihte grubun rotasından 50km güneyde olan bir yürüyüş grubu kuzeyde garip turuncu küreler gördükleri ve o çevrede Şubat ve Mart aylarında meteoroloji yetkilileri ve askerler dahil değişik kişilerden benzer raporlar geldiği biliniyor. Araştırmalarda bu tanıklar gözardı edilmiş.
Bir de şu yandaki fotoğraf var. Olayla ilgili polis dosyasında yer aldığı söyleniyor.
Grup lideri Igor Dyatlov’un adı geçide veriliyor. Sovyet yönetimi olayla ilgili detayları tüm gücüyle gizliyor. UFOlar mı, paranormal varlıklar mı, gizli ordu araştırmaları mı bilinmez ama ortada alışık olmadığımız bir şeyler olduğu kesin.
Konu ile ilgili 2013 yılında hikayeyi günümüze uyarlayan bir film çekildi. Renny Harlin’in yönetmenliğini yaptığı Şeytan Geçidi (Devil’s Pass) adlı filmde bir grup Amerikalı öğrenci, Rus dağcıların öldüğü bu bölgeye giderek olayı araştırmaya karar verirler. Yolunda başlayan yolculuk zamanla içinden çıkılmaz bir hal alır ve hava şartlarının yanısıra tuhaf olaylar yaşanmaya başlamıştır…
1959’da Kholat Syakhl’da o zavallı dokuz gence ne oldu sorusu hala yanıtsız. Hastalığından dolayı geride kalan grubun 10. üyesi Yury Yudin şöyle diyordu; “Eğer Tanrı’ya tek bir soru sorma şansım olsaydı bu ‘O gece arkadaşlarıma ne oldu?’ olurdu.”