Betty EADIE bir ameliyatta ölmüştü ama yapılan tıbbi müdahale (re-animation) sonucunda (birkaç saat ölü kaldıktan sonra) yeniden yaşama döndü. Bu, onun kendi ifadesiyle şahane ve eşsiz bir deneyimdi. Bu eşsiz deneyim aynı zamanda, konuyla ilgili literatüre geçmiş en ender ölüme yakın deneyimlerden (ÖYD) biri oluyordu. İşin daha da güzel yanı; B. Eadie’nin bu deneyimini çok çok iyi anımsıyor olmasıydı. B. Eadie bu haliyle, aynı deneyimi yaşamış olan başkaları arasında, ÖYD’yle ilgili en çok ayrıntı anımsayanlardan biriydi. Aşağıdaki yazı B. Eadie’nin çok ilginç kitabı “Embrace by the Light”dan özetlenerek alınmıştır.…Aniden acayip bir hissiyat içinde uyanmıştım. Bu, sanki yakınımda bir tehlike varmış gibi bir hissiyattı. Bakışlarımı kaldığım odada gezdirirken, kapının aralık olduğunu fark ettim. Dışarıda alacakaranlık vardı. Tüm duygularım, alışık olmadığım şekilde keskinleşmişti. Aynı şekilde içimdeki korku hissi de giderek büyüyordu. Bu arada daha önce hiç deneyimlemediğim acayip bir yalnızlık duygusu da zihnimi sarmıştı ve bedenimde bir halsizlik giderek yaygınlaşıyordu.Hemşireyi çağırmak için telefona uzanmak istedimse de bunu bile yapamayacak kadar ve halsiz olduğumu o zaman anladım. Bu anlayışla birlikte, korkunç bir batma (derinliklere gömülme) duygusuyla ürperdim. Sanki damarlarımdaki kan, son damlasına kadar çekiliyordu. Başımın içinde bir tür vızıldama sesi başladı. Bu sesle birlikte artan derinliklere batma duygusu, tepeden tırnağa tamamen halsizleşinceye kadar sürdü.Bundan sonraki aşamada birden kendimi enerjik hissettim. “Ruhum” göğsümden yukarı doğru sanki güçlü bir mıknatısla çekildi. Bu sırada ilk hissettiğim özgürlük olmuştu; bu tanımlanamaz bir serbestlik ve hafiflikti. Artık yatağımın üzerinde havadaydım ve bedenime hemen hemen tavan yüksekliğinden bakıyordum. Özgürlük duygusu daha da artmıştı ve sanki ben böyle bir şeyi daha önce yapmıştım. Dahası, bunu sanki ezelden beri yapıyormuşum gibi yadırgamadım.Bedenim yatakta cansız yatıyordu. İlgimi bedenime çevirince, ona doğru sanki otomatik olarak alçalıverdim. O zaman vücudumun cansız olduğunu ilk kez anladım; bu, solgun suratımdan apaçık belli oluyordu. Biraz da acıma duygusuyla bir süre cansız vücuduma bakmaktan kendimi alamadım. Sanki, eski bir giysiyi, bir daha giymemek üzere çıkarıp atmıştım. Bununla birlikte, hala onun işime yarayacağı hissiyatı da zihnimden bir an geçivermişti. Onu tamamen terk etmeden, biraz daha kullanabilecekmişim gibi geldi.Bu arada ilginç bir algılama da; daha önce kendimi hiç bir zaman böyle üç boyutlu olarak “görmediğim” olmuştu. Dünya gözleriyle herşeyi (ve de kendimizi) aynada gibi görürüz ve ayna yüzeyi düzdür (2 boyutludur) ama ben şimdi bedenimi ve her şeyi aynı anda dört bir yandan görüyordum: Önden, arkadan ve yanlardan… Böyle bir algılama, tamlık ve bütünlük duygusu veriyordu insana. Yeni bedenim son derece ağırlıksız ve hareketliydi. Bu yeni halimden sanki büyülenmiş durumdaydım. Kısa bir süre önce ameliyat nedeniyle acılar içinde sanki kıvranıyordum ama şimdi bu ağrı ve sancılardan eser yoktu. Her bakımdan kendimi kusursuz hissediyordum. “Gerçek ben işte buydum…” diye düşünmekten kendimi alamadım.Çok geçmeden dikkatim yine yatakta halsiz yatan bedenime döndü. O anda bundan, yani ölmüş olduğumdan kimsenin haberi yoktu. Bunu birilerine duyurmak itilimi geldi içimden. “Ben öldüm!” diye haykırırcasına bir düşünce geçti kafamdan ama bunu kimse algılamadı. O sırada aniden yanımda üç adam beliriverdi. Üzerlerinde çok güzel açık kahverengi uzun giysiler vardı. Erkek görünüşlü bu üç varlığın bellerindeki altın renkli kemerlerinin uçları dizlerine kadar sarkıyordu ve bu sarkan kısımlar ışıltılıydı. Bu arada; ilk olarak benim vücudumun da hafiften parıltılı olduğunu fark ettim. 70-80 yaşlarında görünen bu varlıklar aslında göründüklerinden çok daha yaşlıydı. Onların kadim zamanlara ait insanlar olduğu konusunda bir izlenim edindim.Tüm bunlardan ayrı olarak ve hatta daha etkili bir şekilde, bu varlıkların çok bilge ve bilgili kişiler olduğunu sezdim. Gözden kaçmayan bir spiritüellik üzerlerinden sanki akıyordu. Eminim ki bende bu izlenimi uyandırmak için böyle kadim kostümler içinde çıktılar karşıma. Bu görünüm ve niteliklerinden dolayı onlara güven duydum ve çekinmeden konuşmaya başladım.Çok geçmeden anlaşıldı ki, bu üç varlık sonsuzdan beri benimle beraberlermiş. Bunu tam olarak anlamadım, daha doğrusu sonsuzluk kavramını zihnimde canlandıramadım. Ben sonsuzluğu hep geleceğe doğru düşünmüşümdür. Fakat bu varlıkların bana söylediğine göre, geçmiş sonsuzdan (ezelden) beri benim ile beraberlermiş. Ezel kavramı ise benim için anlaşılması daha da zor bir şeydi.Ezel kavramıyla ilgili bu belirsizliğin yerini (zihnimde) yavaş yavaş bazı imajlar, geçmişimle ilgili izlenimler almaya başladı. Bunlar benim dünyaya enkarne olmaya başlamadan önceki izlenimlerimmiş. O zaman bu varlıklarla ilişkilerim olmuş. Çok çok eskilere ait bu izlenimler birbiri ardınca zihnimden geçerken, bu varlıkları o zamanlardan beri tanıdığım hissiyatı da doğmaya başlamıştı içimde… Evet, biz birbirimizi ezelden beri tanıyorduk.Dünyadan önceki yaşamlarım sanki kristalize oluvermişti zihnimde ve o zaman anladım ki “ölüm” diye bir şey yok, hep yeniden ve tekrar tekrar doğuşlar var. Her seferinde sürekli olarak, biraz daha gelişmiş bir anlayışla yeni bir hayata doğuyorduk.O zaman anladım ki, bu bilge varlıklar benim o eski (dünya öncesi) yaşamlarım boyunca en iyi dostlarımdı. Bu yakınlıktan dolayı, dünyadaki enkarnasyonlarım boyunca bana hep rehberlik yapmışlar. Söylediklerine göre, bebek iken ölmüşüm; bir şekilde benimle bağlantı kurmuşlar ve endişelenmemem gerektiği konusunda telkinde bulunmuşlar.Bu bilgileri onlardan düşünsel olarak algılarken, onların derin sevgilerini ve şefkatlerini de alıyordum. Ama ilk başta, bu düşünceleri ve hissiyatlarını bana gönderirlerken, ağızlarını kullandıklarını sanmıştım. Ama çok geçmeden böyle olmadığını; aramızdaki ilişkinin doğrudan doğruya bilgi ve hissiyat akışına dayandığını ve bunun, bildiğimiz konuşmadan daha seri ve eksiksiz olduğunu anlamakta gecikmedim. Bu tür “seri ve eksiksiz iletişim”i anlatabilecek şimdilik telepati ama bu, telepatiden daha öte bir iletişimdi. Bu iletişimde; duyguları, heyecanları, sevgi ve hissiyatı ve de aktarılmak istenen bilgiyi hepsini bir anda algılıyorsun. Bunun sizde uyandırdığı içsel şuur hali de ayrı bir deneyim. Çünkü bana olan sevgilerini tam olarak tüm varlığımda hissediyordum.Karşılıklı olarak birbirimize aktaracağımız pek çok şey vardı. Ama her nasılsa, birden kocamı ve çocuklarımı anımsadım. Bedenimi tamamen terk edişimin, onları nasıl üzeceği geldi aklıma. O altı çocukla kocam tek başına nasıl başa çıkacaktı? Çocuklar bensiz ne yapardı? En azından merakımı gidermek için onları tekrar görmek geldi içimden. Hastaneyi terk edip, aileme gitme eğilimi doğdu içimde. Bunca yıldan sonra, onları terk edip gitmek korkutmuştu beni doğrusu…O anda dışarı çıkabileceğim bir yer aradım ve pencereyi görür görmez, kendimi dışarı atıverdim. Ama çok geçmeden anladım ki, böyle bir yerden çıkmak için pencere/kapı aramaya gerek yoktu ve onların herhangi bir yerinden çıkıp gidebilirdim. Pencereden çıkıp gitme düşüncesi, sadece fizik bedenle ilgili bir alışkanlıkla ilgili bir eğilimdi. Fizik bedenin olanakları ile düşünme alışkanlığı içinde olduğum için, hareket kabiliyetim de ona göreydi.Bu halet içinde eve doğru yolculuğum da net değildi. Bununla birlikte, hızım yine de az sayılmazdı; aşağımda arazi üzerindeki doğa örtüsü altımdan hızla geçiyordu. Nereden, nasıl gideceğimi düşünmeye bile fırsat bulamadan, kendimi evimde, oturma odasında buluverdim: Kocam, her zamanki koltuğunda oturmuş gazetesini okuyor, çocuklar merdivenlerde kovalamaca oynuyorlardı ve birazdan yatacaklardı. Hatta iki tanesi yastık savaşına başlamıştı bile; yatağa girmeden öcne sık sık yaparlardı bunu. O sırada, her nedense onlarla konuşmak, ya da yakınlarında bulunduğumu bir şekilde belli etmek gibi bir düşünceye sahip değildim ama; onların, bensiz ne yapacağını hala merak ediyordum. Çocuklarım kendi varlıksal deneyimleri için beni “ana” olarak seçmişti ama bu durum, benim onları sahiplenmemi, onların bana ait olduklarını düşünmemi gerektirmiyordu. Onlar da benim gibi bireysel ruh varlıklarıydı ve kendi özgür iradeleri yönünde kendi yaşamlarını sürdürmek durumundaydı. Özgür irade ve özgür iradeye saygı konusu göz ardı edilmemeliydi. Çocuklar sadece benim gözetimime emanet edilmiş ve kendi iradelerine sahip ruh varlıklarıydı. Her birinin kendilerine göre bir yaşam planı vardı; hatta bazılarının, yaşam planları çerçevesinde karşılaşmaları olası çetin günleri de önceden görmüştüm ama bu zorluklar onların gelişimi ve yükselmeleri için kaçınılmaz deneyimlerdi. Bunun için korkmaya/üzülmeye gerek yoktu. Çünkü sonunda her şey iyi olacaktı.Bu anlayışa ulaşmanın verdiği huzur içinde, bu güzel ailemle birlikte dünyasal/bedenli yaşamımı sürdürme arzusu canlandı içimde. Bu hissiyatla birlikte birden hastaneye çekildim. Bedenim hala orada uzanmış yatıyordu. Yukarıda sözünü ettiğim üç bedensiz dostum da hala oradaydı ve sanki dönüşümü bekliyorlardı. Bir kez daha sevgilerini ve bana yardım etmiş olmaktan dolayı coşkularını hissettim. Bu arada onlardan ayrılma zamanımın geldiğini de anladım.Çok geçmeden çevrem karardı, karardı… Tanımlanamaz bir karanlığa gömülürken çok uzaklardan gelen çok tatlı zil seslerini de duymakta gecikmedim. O zifir karanlık içinde tanımlanamaz güzellikte bir müzikti o… Artık bedenime doğru çekildiğimi iyice algılıyordum. Bu, güçlü bir hortum tarafından çekiliş gibi bir şeydi. İçinde bulunduğum karanlık, aslında ışığın yokluğundan dolayıydı. Sonra sakinleştim, önce ayaklarımı kıpırdattığımı anımsıyorum; sonra da, başımı hafifçe kaldırdığımı…Az önce içinde bulunduğum o tadına doyulmaz halin özlemini hissetmeye başlamıştım bile: “Ebediyen o halde kalsaydım keşke…” diye düşünmekten alamadım kendimi.