Duygularımızı saklarken, aslında onlara ne yaptığımızı biliyor muyuz?!..
Duygularımız, yaşadığımız içsel ve dışsal olay ve durumlar karşısında oluşan ruhsal tepkilerimizdir. Örneğin; sevinmek, öfkelenmek, mutlu olmak, aşık olmak, nefret etmek, üzülmek, kıskanmak, korkmak, kaygılanmak, sıkılmak, neşelenmek ve bunun gibi bir çok duyguyu farklı sıklık ve düzeylerde yaşarız. İstisnasız hepimiz bu duygulanım sistemine doğal olarak sahibiz.

Yani tüm insanların kaçınılmaz olarak yaşadıkları ortak bir olgu duygular.Ancak duyguların ifade edilmesi, yansıtılması aşamasında ise insanlar birbirleriyle önemli ölçüde farklılıklar göstermektedirler. Herkes duygularını aynı oranda dışarı vurmuyor; kimi insan tüm duygusal yaşantısını paylaşmayı ve ifade etmeyi seçerken, kimi bunu daha az yapıyor ve kimi insanlar da neredeyse duygularını hiç dışarı vurmamayı seçiyor. Yada bu bir çoğu için bir seçim de değil; bunu yapamıyor. İşte o zaman ‘duyguların tutsaklığı’ başlıyor. Öfkelerimiz, korkularımız, nefretlerimiz, kaygılarımız yada sevinçlerimiz, mutluluklarımız, aşklarımız.. gizli kalıyor, ortaya çıkamıyorlar ve biz onları engelliyor, hapsediyoruz. Bu duygularımız belleğimizde bir süre sonra silikleşiyor ve bazen siliniyorlar. Ama bizi asla tam olarak terk etmiyor, yok olmuyorlar. Belleğimizden uzaklaşsalar da ruhsal yapımızın daha derinliğinde varlıklarını sürdürüyorlar ve dışarı çıkabilmek için bekliyor ve fırsat kolluyorlar. Biz izin vermedikçe daha da gerginleşiyorlar ve negatifleşmeye başlıyorlar. Bu tutsaklığı hak etmediklerini biliyorlar ve özgür olmak istiyorlar.
Bazen farklı ve dolaylı yollardan dışarı sızma fırsatları buluyorlar ama bu gerilimlerini tam olarak sona erdiremiyor. Zaman içinde negatif bir enerjiye dönüşüyorlar ve işte en kötüsü orada başlıyor; adeta kaynayan bir zehre dönüşüp içten içe bizi zehirlemeye başlıyorlar. Biz bu zehirlenmenin sonucunu bir ruhsal bozukluk veya bazen fiziksel bir hastalık olarak yaşıyoruz, asıl nedenini anlayamadan. Duygular tutsaklıklarına isyan ediyor ve ilk tutsak oldukları andan daha güçlü ve agresif bir biçimde kurtulmaya, özgür olmaya çalışıyorlar, bazen yakıp yıkarak.
Bunu anlamalıyız, duygularımızın sesine kulak vermeliyiz. Onları dışa vurmayışımızın nedeni ne olursa olsun; ister kendine güvensizlik, ister pasif kişilik yapımız, ister dışa vurmaktan korkmamız, ister davranış alışkanlığı vs. ne olursa olsun bu engeli aşmaya çalışmalı ve duygularımızı içimizde tutmaktan, onları tutsak etmekten vazgeçmeliyiz. Onlar bizi daha doğru anlatacak olan ve ruhumuzun özgün ürünleri; dürüstçe ve cesurca ifade edilmek üzere bekliyorlar. Asıl yerde, asıl zamanda ve asıl kişilere, olduğu gibi ifade edilmek istiyorlar. Ertelenmeye, bekletilmeye yada engellenmeye fazla tahammülleri yok, oluştukları anda dışarı çıkmak istiyorlar. Var oluşumuzun en önemli unsurlarından biri olan duygularımızı içimizde tutmaya çalışmak hem var oluşumuza, hem de ruhumuzun doğasına karşı durmak anlamına gelmiyor mu? Öyleyse duygularımızı tutsak etmeyelim ve olabildiğince dışa vuralım onları, dürüstçe ve cesurca.