EŞ VE ÂİLE SEVGİSİNDE DİKKATLİ OLUNMALIDIR
Allah Teâlâ, insana eş ve çocuk sevgisini, tabiî bir meyil ve ihtiyaç olarak vermiştir. Ancak bunların büyük bir imtihan vesilesi olabileceği, bir “fitne”ye düşürebileceği unutulmamalıdır. Onların kalpte olan sevgisinin, Allâh’ın, Rasûlü’nün ve Allâh’ın dini uğrunda çalışmanın önünde bir engel olmamasına dikkat etmelidir.
“Ey îman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. (…) Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise, Allâh’ın yanındadır. O halde gücünüz yettiğince Allâh’a isyandan kaçın…” (et -Teğâbün, 14-16)
“De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)
Âile, insana verilmiş bir emânettir. Akrabalık, sadece bu dünya şartlarında tesis edilmiş bir bağdır. Kıyâmet günü, akrabalıkların bir geçerliliği ve yardımı dokunmaz. (el-Mümtehine, 3)
İnsan, gücü nisbetinde kendisini cehennem ateşinden koruduğu gibi, emri altındakileri ve âilesini de korumakla mükelleftir.
“Ey îman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (et-Tahrîm, 6)
Bazen insan istese de âilesini dalâletten koruyamaz. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim, Hazreti Nûh ile Hazret-i Lût’un hanımlarını (et-Tahrîm, 10), Hazret-i İbrahim’in babası Âzer’i (el-En’âm, 74) ve isyan bataklığında boğulmuş Hazret-i Nûh’un oğlunu (Hûd, 42-43) haber verir.
Elbette insanın kalplere hükmetme, sevdiğini hidâyete erdirme gücü yoktur: “(Rasûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; bilâkis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete girecek olanları en iyi O bilir.” (el-Kasas, 56)
Ama insanın olabildiği kadar yakın akrabasından başlayarak sevdiklerine ulaşması, onların hidâyete ulaşması için çırpınması gereklidir. Buna rağmen şirk ve küfü üzerinde ısrar ederlerse durum değişir. İşte o zaman bir müslümanın gönül dünyasında akrabalık bağlarını bile sekteye uğratır.
Her ne kadar örfün gerektiği asgarî insânî münâsebetler devam etse de, onlarla sıkı fıkı bir dostluk kurulmaz. Belki onlarla münâsebet, onları hayra ve hakka dâvet etme, ipleri tamamen koparmama sebebiyledir.
“Allâh’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allâh’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, îman yazmış ve katından bir rûh ile onları desteklemiştir.
Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allâh’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allâh’ın tarafında olanlardır.” (el-Mücâdele, 22)
“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme!..”(el-Ankebût, 8)
“(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, akraba bile olsalar,(Allâh’a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygamber yaraşır, ne de inananlara…” (et-Tevbe, 113)