Hastane dışındakilerin durumu içeridekilerden daha kötü
Gazeteciler hastane başhekimi Fahri Celal Göktulga’ya, bu heykelin bir akıl hastanesinin bahçesinde bulunmasının neyi ifade ettiğini sorarlar. Göktulga yarı şaka yarı ciddi gülümseyerek “Hastane dışındakilerinin durumu içeridekilerden daha kötü, bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor” şeklinde yanıt verir.
Düşünen Adam heykeli, o devasa taş heykel, “düşünme” ye ve orada yatan akıl hastaları için bir övgü müdür? Yoksa “düşünme eyleminin sonu burasıdır” diyen bir yergi mi?
Bu soru Ortaçağ ve Aydınlanma arasındaki tarihi kırılmayı akla getiriyor. Bilindiği gibi Aydınlanma tanrı iradesinden kopuşu; insanın aklının ve iradesinin kutsanmasını, bilime, düşünceye, bireysel hak ve özgürlüklerin artık akıl yoluyla insanın bizzat kendi iradesi tarafından inşa edilmesi sürecidir. Yani Aydınlanma aslında “düşünceye övgü” dür. Artık “düşünmek” sorgulamaktır, aramaktır, bulmaktır, yeniden ve yeniden sorgulamaktır, daha çok düşünce bulmaktır, uygulamaktır, “yeni” ye yelken açmak, eskinin zararlılığını bertaraf etmektir. Yani “düşünmek” gereklidir, güzeldir ve “yeni” ye ulaşmada en önemli kaynak ve araçtır.
Düşünmek ne zamandan beri sıkıcı bir eyleme dönüştü? Kim dönüştürdü? Aydınlanmanın ardından insan aklının yüceliğine duyulan inanç modern dönemde yaşanan acılar, savaşlar, eşitsizlikler ve iç hesaplaşmalarla büyük bir hayal kırıklığına mı dönüştü. Ve artık düşünmeye küsüldü mü?. Bu yüzden mi Düşünen Adam bu kadar küskün ve kirli duruyor o bahçede..
Tüm bu bilgiler ışığında asıl sorun şu; temsiliyet meselesi, yani bir yeri anlatan herhangi bir şey, bir yere konulan bir heykel orayı simgeleyen, temsil eden bir özelliğe bürünür ve bu çok güçlü bir görsel, işitsel ya da yazınsal bellek oluşturur. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin simgesi olan “Düşünen Adam” heykelinin verdiği karışık sinyaller, bu heykelin simgelediği şeyin, deliliğe “övgü mü, yergi mi?” olduğu ve dış dünyanın bir “akıl hastanesi” ni algılama biçimi açısından yaratılan manipülasyondaki “olumlu-olumsuz(?)” anlamların belirsiz ikiliği olarak özetlenebilir.
Dünyada yaşanan tüketim çılgınlığı, küresel kapitalizm, sanallık, teknoloji, hız ve elbette ki tüm bunların dolaylı sonucu olan düşüne-me-me durumu, istenci, tercihi, hatta düşünmeye vakit bulamamak; Türk toplumu açısından bakıldığında Aydınlanma (düşünceye övgü), endüstrileşme, modernleşme gibi kavramların Batı’daki gibi işlememiş olması ve her türlü gelişmenin “Batılılaşma sevdasına” dönüştüğü bir ortamda temsiliyet kavramı, kimlik ve bununla birlikte “düşünme” nin anlamı da elbette karışık ve belirsiz sinyallerin gazabına uğramakta..
Türkiye’nin en bilinen ve en önemli akıl hastanelerinden biri olan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi de bu anlamda “Düşünen Adam” heykelini ne yapacağını pek bilememiş gibi görünüyor. Belki de Rodin’in bu heykelini İstanbul’da bir meydana ya da bir üniversitenin bahçesine ya da önüne armağan ederek bütün insanlığı yanlış bir rotadan kurtarabilir, ne dersiniz? “Düşünme” ‘nin insanı iyileştirdiği böylece tekrar beyinlerimize kazınır. Neyin insanı hasta ettiğini böylece daha net görebiliriz.. Ve aslında akıl hastanelerinin varlığını sorgulamak ya da ironik anlamlar yaratan simgelere başvurmak yerine orayı hastalar için daha yaşanılır yerlere dönüştürmek ve psikiyatri bilimini dünyanın geri kalanıyla paralel bir gelişme çizgisine ulaştırmak için çabalayabiliriz. Böylece akıl hastanesinde yatan insanlarımız da “Düşünen Adam” la barışabilir.
Var olduğumuz için düşünüyoruz. İşte “Düşünen Adam” bu yüzden çıkmalı meydanlara!
Ve sanat! ve Rodin! Ve Düşünen Adam! Böyle bir anlayışa sebep olmamalı: Hastaneye bakanlar “düşünürsek deli oluruz..” ve hastanenin içindekiler “düşündüğümüz için deli olduk..” diye düşünmemeli…