Delphi’deki Apollon Tapınağında yazılı olan eski Yunan özdeyişini çoğumuz duymuşuzdur: “Kendini tanı”. Bizler soyağacımıza bakarak dünyadaki kökenimizi bildiğimizi düşünürüz. Bilim, insanın yapısını protoplazmadan itibaren inceleyerek, insanlığın fiziksel geçmişini bildiğini düşünür. Oysa ne modern zamanın filozofu ve ne de bilim adamı insanı psikoloji, akıl ve ruh yönünden incelemişlerdir. Bu yüzden, insan hakkında elde edilen bilgilerin eksik ve hatalı olması doğaldır. Oysa Evrensel Ruh, Akıl ve Madde üçlüsü içinde insanın yerini ve ilişkisini bilmek için psikoloji, akıl ve ruh açılarından da incelenmesi şarttır.


İnsan ve evren arasında çözülmez bir bütünlük vardır. Bu ikisi, Mutlak Bir’in iki ayrı görüntüsüdür. İnsan mikro düzeyde bir evrendir. Aynı özden gelmekte ve aynı özellikleri taşımaktadır.


Yaşam bilinçtir ama tüm yaşam bilinçleri içinde sadece insan kendi farkındalığına sahiptir. Sadece insan, gelişimini tamamladıkça, evrensel bilince ulaşabilme potansiyeli taşır. Ruh ve Madde köken olarak tek ve aynı olmakla birlikte dönüşüm aşamasına gelince her ikisi de kendi gelişmesini farklı yönde sürdürür. Ruh kademeli olarak maddeye dönüşmeye, madde ise saf ruhsal özüne doğru yükselmeye başlar. Negatif ve pozitif kutupların fiziksel dünyada devamlı olarak birbirlerine doğru çekildikleri gibi, ruh ve madde de, birbirlerine doğru çekilirler. Ruh, gözleri olan ama ayakları olmayan birisine, madde ise ayakları olan ama gözleri olmayan birisine benzetilir. Madde ruhu omuzlarında taşımalıdır ki, her ikisinin birden gelişmesi mümkün olsun.
Doğa gibi, insanda da üçlü bir yapı vardır: İnsanın görünen fiziksel yapısı, yaşam enerjisini aldığı astral yapısı-ruhu ve bu ikisini gözeten ve koordine eden ebedî ve yok edilemez bilinci. İlk ikisi sürekli olarak değişir ama daha yüksek olan üçüncü yapısı değişmez. Eğer insan o ilahî bilinçle birleşebilirse, ölümsüz bir varlık olur.


İnsan, atom ve monad üçlü bir sistem oluşturur, oluşumunu sürdürür ve yeniden oluşturur. Hiç birisi diğeri olmaz ve hiç birisi diğerinin yerine geçmez. Doğu felsefesinin diğer öğretilerinde olduğu gibi, Monad kavramı Gizli Öğreti’de de sık sık ve bir anlamda yaratıcı güç olarak kullanılmaktadır. Türkçe’de tam karşılığı olabilecek bir sözcük olmadığından ve yaratıcı güç olarak çok önem taşıdığından dolayı, tanımlanmasında yarar görülmektedir.




Gizli Öğreti, Monad’ı şöyle tanımlamaktadır: “Biz insanlar için bölünemez ruhsal bir varlık. İlahi ve ruhsal atom. Yani “atomun ruhu”. Monad, biz insanların kavrayışına göre homojen ve görünmez olmasına karşın, tüm araştırmalarımızın hedefi olan fiziksel atom bölünebilir ve karmaşık parçacıklardan oluşur.


Monad’lar ebedi ve bireysel yaşam merkezleridir. Evrenin oluşumu ve yeniden Mutlak Bir’e çekilmesi arasındaki devre dışında da ölümsüz olduğu için yaşı olmayan; doğmamış ve ölmeyen; sonsuz sayıda ve her şeyin merkezi; evrenin nihai elementidir. Monad’lar, bir tohumun çok sayıda başka tohumları doğurduğu gibi sınırsız bir zaman içerisinde yaşam içeren başka monad’lar doğururlar. Tüm monad’lar birbirleriyle ve doğdukları monad’la ilişki içindedir.


Monad, daha doğrusu onun ışını maddeye indikçe, sayısız sayıda ışın da onu takip eder. Yedi boyutun birinden diğerine geçerken kendini saklar ama daha sonra her bir boyutun içindeyken kendisini gösterir.” Pisagor’a göre “Monad” tek demekti. Hiçbir benzeri olmayan önsüz sonsuz yaşamı, tüm varlıkların bünyesinden çıktığı eril ateşi, Tanrı’nın kendisini simgelerdi. Sembolü bir nokta idi ve Yüce Varlığın yanısıra, İlahi Aklın, yani Hikmetin de simgesiydi. Hikmeti sayesinde kendisinden dışarı birşeyler veren ancak bu sırada hiç değişmeyen ve değişmez niteliğiyle eril olan Monad, Tanrı ile birlikte, onun yeryüzündeki tezahürü olan insanın da sembolüydü.


Diğer bir deyişle Monad, hem Makrokozmozu, hem de Mikrokozmozu bünyesinde barındırıyordu. Alman filozofu Gottfried Leibniz’e göre, dünyanın, varlıkların temelinde ‘monad’lar (tek tek varlıklar, bölünmez özler) vardır. Monadlar kendi kendilerine hareket edebilen, algılayabilen temel varlıklardır. Monadların özü “kuvvet” olduğu için, ne bir şekli, ne hacmi, ne de parçaları vardır. Monadları özü “eylem” olan ruhsal noktalar gibi düşünmek gerekir. Bundan dolayı monadlar, kendi kendilerine harekete geçerler. Monadların her birinin edimi, geçmişin sonucu geleceğin belirleyicisidir. Ruhsal Monad soyut ruh ya da nefes; insan monadı bedenlenmiş ruh, madde monadı ise değişime uğramış monaddır. Ruhsal monadın doğadaki üçlü varlığı, çekirdekçik (çekirdeğin içinde protein ve RNA’dan oluşan mavi, yuvarlak yapı), çekirdek ve hücreyle paralellik gösterir.

Monad, evrim yasası tarafından ilk önce maddenin en alt formuna, minerale gönderilmiştir. Yedi devrelik bir süre taş içinde kaldıktan sonra taşın içerisinden çıkmış ve diyelim, liken olmuştur. Daha sonra tüm bitkisel maddelerden geçerek hayvana ulaşmıştır. Şimdi sıra hayvanın insan olmasına gelecektir. Tüm bu aşamalarda Monad, şekilsiz, duyusuz ve bilinçsizdir. Çünkü Monad, bilinç ya da ruh değil, sadece bir ışın, Mutlak’ın nefesidir. Gelecekte alacağı insan formu için malzemeye olduğu kadar ruhsal bir tasarıma ve evrim ve gelişmesinde kendisine rehber olacak bilince de ihtiyaç duyacaktır ki, yaşayan bir madde olmasına rağmen hiçbirisine sahip değildir.


Hiç kimse, insanın çeşitli güçlere sahip olduğunu inkâr edemez. Manyetik, sempatik, antipatik, dinamik, mekanik… Her tür güç ve fiziksel kuvvetler esas olarak biyolojiktir ama hepsi birleşince insanın Ego’sunu oluştururlar. Dünya üzerindeki her şeyin evriminin nihaî hedefi insandır. İnsanoğlunun dünyada ortaya çıkışı ne bugün geldiği noktadaki hâliyle birdenbire olmuş; ne de bir başka sistemde yaratılıp dünyaya getirilmiştir. Evrenin ortaya çıkışı, gök kürelerin, elementlerin, bitkilerin ve hayvanların olduğu gibi insanların da evrimi, ruhsal boyutlarda başlayan ve fiziksel bedenine sahip olmasına kadar uzanan çok uzun bir süreçte kademeli olarak gerçekleşmiştir. İnsanoğlu da, evrimini tamamlamak ve mükemmel bir “insan” olmak için yedi devreden geçmek zorundadır ki, bugün, beşinci gelişim aşamasındadır. Ruhsal boyuttan fiziksel beden elde etmesine ve fiziksel bedeninin akılla donatılmasına kadar geçen süre içinde ulaştığı beşinci devreden sonra, fiziksel bağımsızlığı gittikçe azalarak 6. ve 7.devrelerde evrensel bilincin bir parçası olacak ve Yüksek Benlik’le bir olacaktır. Her bir devre, her şeyde olduğu gibi insanda da yedili yapıda olacak ve yedi kök ırktan oluşacaktır.


İnsanoğlunun dünyadaki varlığını ve gelişimini başlatan en büyük güç, bir zamanlar canlı bir gökküre olmasına rağmen bugün ölmekte olan bir uydu hâline gelen Ay’dır. Ay, gökkürelerin ya da gezegenlerin daha önce sözü edilen yedi aşamalı gelişim zincirine dünyadan daha önce başlamıştır. Orada mükemmelliğe erişmiş ve artık birer yaratıcı varlık düzeyine gelmiş varlıklar da dünyadaki insanın “yaratılışında” rol almışlardır