XVI yüzyıl Osmanlı Devleti'nin her alanda zirveye ulaştığı bir asırdır. Bir taraftan sınırları üç kıtada en son noktasına varmış, karada ve denizde zamanının en güçlü ordularını meydana getirmiş, diğer taraftan sahip olduğu düzenli gelirler ve sağlam ekonomi ile belirli bir refah seviyesine ulaşmıştır. 16. yüzyılda böylesine maddi bir kudreti yakalayan Osmanlı Devleti, bilim, kültür ve sanatta da en olgun dönemini yaşamıştır.

Osmanlı astronomi literatürünü oluşturan 600 astronom ya da astronomi eseri yazarının seksen beşi 16. yüzyılda yaşamış ve bu yüzyılda Osmanlı astronomisinin önemli eserleri yazıldığı gibi Türkçe de altmışa yakın eser kaleme alınmıştır.

XIV. yüzyılın başında İznik'te kurulan ilk Osmanlı medresesi ile başlayan ve Fatih Sultan Mehmed'in fetihten sonra İstanbul'da tesis ettiği Semaniye Medreseleri ile devam eden ve yine İstanbul'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından kurulan Süleymaniye Medreseleri ile tam anlamıyla yerleşen Osmanlı yüksek eğitim sistemi, artık en olgun noktasına varmıştı. Fatih Medreseleri'nin kurulmasıyla astronominin de içinde bulunduğu akli ilimlerin eğitimi medrese tahsilinin bir unsuru haline gelmiştir.

Diğer taraftan, klasik İslâm biliminin Kahire-Şam, Meraga ve Semerkant gibi ana bilim geleneklerinin birikimleri İstanbul'a aktarılmıştı. Böylece İstanbul, İslâm dünyasının sadece siyasî başkenti olmasının yanında aynı zamanda bilim ve kültür başkenti de olmuştu. Osmanlı âlimleri de devraldıkları klasik İslâm bilimini geliştirmiş ve üzerine orijinal eklemelerde bulunmuşlardır.

Bu yüzyılda ilmi kurumlar yönünden de bir klasikleşme gözlenmektedir. Yukarıda andığımız medreseler son hâlini almış ve Dârültıp Medresesi tesis edilmiştir. Aynı durum astronomi müesseseleri için de söz konusudur.
İstanbul Rasadhanesi kurucusu Râsıd Takiyüddin Beyoğlundaki Rasadhanesi önünde yardımcısı ve öğrencileri ile
16. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı Devleti'nde, doğrudan Osmanlı saray teşkilâtının bir unsuru olan ve Osmanlılarda resmî astronomi işlerini yürüten müneccimbaşılık, Zîc-i İlhanî ve Uluğ Bey Zîci'nin tashihi için kurulan ve astronomik gözlemleri esas alan İstanbul Rasathanesi ve daha çok camilerin bir unsuru olarak vakit tayini ile ilgilenen muvakkıthaneler zikredilmesi gereken üç önemli klasik astronomi müessesesidir.
Osmanlı astronomi literatürünü oluşturan 600 astronom ya da astronomi eseri yazarının seksen beşi 16. yüzyılda yaşamış ve bu yüzyılda Osmanlı astronomisinin önemli eserleri yazıldığı gibi Türkçe de altmışa yakın eser kaleme alınmıştır.
Müneccimbaşılık

Osmanlı Devleti'nde ve hususiyle saraydaki müneccimlerin başında bulunan kişiye "müneccimbaşı" denilmektedir. Müneccimbaşılık, arşiv belgeleri ve kaynaklardaki bilgilere göre, 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış bir müessesedir. Osmanlı sarayında bîrun erkânından olan müneccimbaşılar, aslen ilmiye sınıfına mensup, medrese mezunu kişiler arasından seçilmekteydi.
16. yüzyılda Seydi İbrahim b. Seyyid, İshak Sa'di Çelebi, Yusuf b. Ömer, Mustafa b. Ali, Takiyüddin Râsıd gibi kişiler müneccimbaşılıkta bulunmuşlardır. Mustafa b. Ali astronomi ve coğrafya sahasında oldukça önemli bazı eserler telif etmiştir. Takiyüddin Râsıd da astronomi ve matematik sahasında birçok önemli eser vermesinin yanında İstanbul'da bir de rasathane açmış ve bazı gözlemlerde bulunmuştur.

16. yüzyılda müneccimbaşıların astronomi ve astroloji alanında saraya ait bir çok görevi bulunmaktaydı. Müneccimbaşılar 16. yüzyıldan itibaren saray ve ileri gelen devlet adamları için takvim, imsakiye ve zâyiçe gibi işler yapmaya başlamışlardır.

Müneccimbaşının en önemli görevi takvim hazırlamaktı. Takvimler 1800 yılına kadar Uluğ Bey Zîci'ne göre, bu tarihden sonra da Jacques Cassini Zîci'ne göre hesap edilmiştir. Ayrıca her Ramazan ayından önce imsakiye hazırlanması ve zâyiçe hazırlamak da müneccimbaşıların görevleri arasında bulunmaktaydı.

Başta cülus olmak üzere savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi, has atların çayıra salınması, padişahın yazlık ve kışlığına gitmesi gibi birçok önemli, önemsiz konuda müneccimbaşılar ve bazen müneccim-i sânîler uğurlu saat tesbit ederlerdi. Başta padişahlar olmak üzere birçok devlet adamı müneccimbaşıları zâyiçelerine göre değerlendirmiş ve zâyiçelerinin isabetli çıkması üzerine onlara birçok ihsanlarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte Sultan I. Abdülhamid ve III. Selim gibi uğurlu saate ve zâyiçeye güvenmeyen padişahlar da bulunmaktaydı. Ancak uğurlu saat uygulaması âdet haline geldiği için bu padişahlar inanmadıkları bu işin önüne geçememişlerdir.

Diğer taraftan kuyruklu yıldızların geçişi, deprem, yangın, Güneş ve Ay tutulmaları gibi önemli astronomi hâdiseleri ile olağanüstü olayları da müneccimbaşılar takip eder ve yorumları ile birlikte saraya bildirirlerdi.
Muvakkıthanelerin idaresi müneccimbaşılara aitti. Bunun yanında Dârü'r-rasadü'l-cedid adıyla İstanbul'da kurulan rasathanenin idaresi Müneccimbaşı Takiyüddin Râsıd'ın idaresindeydi. 19. yüzyılın ilk yarısında kurulan Mekteb-i Fenn-i Nücûm adlı mektep de Müneccimbaşı Hüseyin Hüsni ve Müneccimbaşı Sadullah Efendi'nin idaresinde bulunmaktaydı.
Ulemâ sınıfına mensup saray memurlarından olan müneccimbaşılar, silahtar ağaya bağlı olan hekimbaşının maiyyetinde bulunduklarından tayin ve azilleri de onun tarafından yürütülürdü. Müneccimbaşılar, 16. yüzyılda saraya takvim takdim etmelerinden dolayı 2000 akçe, müneccimler ise 1000 akçe ücret almaktaydılar.

Osmanlı Devleti'nde otuz yedi kişi müneccimbaşılıkta bulunmuştur. Bunların arasında Takiyüddin Râsıd İstanbul'da kurduğu rasathane ile, Müneccimbaşı Derviş Ahmet Dede de yazdığı Arapça tarih kitabı Camiü'd-Düvel ile meşhur olmuştur. Müneccimbaşı Hüseyin Efendi ise zâyiçelerinin isabetiyle tanınmıştır. Müneccimbaşılar ilmiye mensubu olduklarından dolayı müderrislik ve kadılık gibi birçok görevlerde bulunmuşlardır.

16. yüzyıldan sonra belirli bir sisteme göre devam eden müneccimbaşılık Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi'nin vefatına kadar gelen bu müessese, onun 1924 yılında vefatıyla yerine tekrar müneccimbaşı tayin edilmeyerek lağvedilmiş ve 1927 yılında baş muvakkıtlık makamı tesis edilmiştir.
İstanbul Rasathanesi

Osmanlılarda ilk rasathane İstanbul'da Sultan III. Murad döneminde Takiyüddin Râsıd tarafından kurulmuştur. Şam'da 1526'da doğan Takiyüddin, Şam ve Mısır'da eğitimini tamamladıktan sonra bir müddet kadılık ve müderrislik yapmış, bu arada astronomi ve matematik alanında önemli çalışmalarda bulunmuştur. 1570'te Mısır'dan İstanbul'a gelen Takiyüddin, bir sene sonra vefat eden Müneccimbaşı Mustafa b. Ali'nin yerine müneccimbaşılığa tayin edilmiştir.
1577’deİstanbul semasında bir ay görülen, Takiyüddin tarafından izlenen Kuyruklu Yıldız.

Takiyüddin el-Rasıd tarafından kurulan İstanbul Rasathanesinde bulunan "Zâtu'l-Halak Şehinşahname
İstanbul'da başta Hoca Sadeddin Efendi olmak üzere meşhur ulemâ ve önemli devlet adamları ile yakınlık sağlayan Takiyüddin, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa vasıtasıyla da Sultan III. Murad ile tanışmıştır.

Takiyüddin, astronomiye meraklı olan padişaha kullanmakta oldukları Uluğ Bey Zîci'nin yaptığı hesaplara kâfi gelmediğini ve yeni bir zîcin hazırlanması gerektiğini anlatarak rasathane kurulması fikrini açtı. Sultan Murad, atalarına nasip olmayan ve ilk defa kendisine nasip olacak bu işi memnuniyetle karşılayarak rasathanenin hemen inşa edilmesini ister ve ayrıca gerekli olan maddî desteği de verir. Bu arada çalışmalarına Galata Kulesi'nden devam eden Takiyüddin, 985/1577'den itibaren de kısmen tamamlanan Dâru'r-rasadü'l-cedîd adındaki yeni rasathanede faaliyetlerini sürdürür.
Bir büyük bir de küçük iki ayrı binadan oluşan olan rasathane, Tophane sırtlarında bir yerde inşa edilmiştir. Takiyüddin eski İslâm rasathanelerinde kullanılmış olan aletleri büyük bir titizlikle imal etmiştir. Bununla birlikte bazı yeni aletler de icat etmiş ve gözlemlerinde ilk defa kullanmıştır. Rasathane'de çoğunluğu astronomi ve matematik kitaplarından oluşan büyük bir kütüphane de kurulmuştur. Rasathanenin sekizi râsıd, dördü kâtip ve diğer dördü de yardımcı olarak vazife yapan Takiyüddin ile birlikte on altı kişilik bir kadrosu bulunmaktaydı.
Rasathane'de bulunan aletler ise şunlardı: Zâtü'l-halak (armillae zodiak), kadran (mural quadrant), zâtü's-semt ve'l-irtifâ (azimuthal semicircle), zâtü'ş-şubeteyn (triquetrum), rub'u mıstar (rub -u deffe), zâtü's-sekbeteyn (dipotra), zâtü'l-evtâr, el-müşebbehe bi'l-menâtik (sextant).
Şam ve Semerkant astronomi ekollerini şahsında birleştiren Takiyüddin, rasathanede ilk olarak Uluğ Bey Zîci'nin tashihi işine başlamıştır. Bununla birlikte Güneş ve Ay tutulmaları ile çeşitli gözlemler de yapmıştır. Ramazan 985/Eylül 1578 tarihinde İstanbul'dan bir ay süreyle gözlenen kuyruklu yıldızı da rasathaneden gece gündüz uyumadan gözlemiş ve gözlemlerinin neticelerini padişaha sunmuştur. Takiyüddin yeni geliştirdiği teknikler ve aletler vasıtasıyla gözlemlerinde yeni uygulamalar ve astronomi problemlerinde orijinal çözümler getirmiştir. İlk defa mekanik saat kullanarak çok dakik gözlemler yapmıştır. Diğer taraftan da astronomi hesaplarında altmış tabanlı sayı sistemi yerine on tabanlı sayı sistemini kullanmakla ve ondalık kesirlere göre trigonometri cetvelleri hazırlamakla dikkat çekmiştir. Ekliptik ile ekvator arasındaki 23° 27' lik açıyı 1 dakika 40 saniye farkla 23° 28' 40" bularak ilk defa gerçeğe en yakın ve doğru dereceyi hesaplamıştır. Güneş parametreleri hesabında da yeni bir yöntem uygulamıştır. Sabit yıldızların boylamlarının tesbitinde ise Ay yerine Venüs'ü kullanarak daha dakik neticeler elde etmeyi planlamıştır. Osmanlılarda otomatik makineler üzerine ilk eseri de Takiyüddin yazmıştır.
Rasathane, çok kısa sayılabilecek bir zamanda oldukça önemli faaliyetlere sahne olmuştur. Takiyüddin gözlemlerini Sidrot Muhtaha'l-Efkâr fi Melekût al-Felek al-Devvâr ya da al-Zîc al-Şehinşâhî adlarıyla bilinen eserinde bir araya toplamıştır. Ancak Takiyüddin rasathanede yaptığı gözlemlerle Güneş ile ilgili cetvellerini tamamlayabilmiş ise de Ay ile ilgili cetvelleri tamamlayamamıştır. Takiyüddin kendisi ile aynı zamanda yaşamış ve rasathane kurmuş olan Tycho Brahe ile karşılaştırıldığında Brahe'den daha net ve dakik rasatlar yaptığı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca onun rasathanesinde bulunan bazı aletler Brahe'nin aletlerinden daha üstündü. Ancak Takiyüddin rasatlarını tamamlayamazken Tycho Brahe uzun süre rasat yapmış ve 777 yıldızın yerini tesbit etmiştir.
İslâm âlimlerinin astronomi eserlerini inceleyen Takiyüddin, eserlerinde yeni unsurlar yanında eskilerin tenkidini de yapmıştır.
Rasathane bazı siyasi çekişmeler sebebiyle ve dini gerekçeler ileri sürülerek 4 Zilhicce 987/22 Ocak 1580 tarihinde Padişah'ın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yıkılmıştır.
Muvakkıthaneler

Osmanlı-Türk medeniyetinde, imaret adıyla bilinen kamu binalarından olan muvakkıthaneler, hemen her şehir ve kasabada cami ya da mescidlerin bahçesinde bir iki oda hâlinde bulunan kurumlardır. Muvakkıthaneler bulundukları külliyenin vakfı tarafından idare edilmekte olup, buralarda vazife yapan kişilere ise muvakkit denilirdi.
Emeviler döneminde ortaya çıkan muvakkıthaneler, Osmanlılarda özellikle İstanbul'un fethinden sonra yaygınlaşmıştır. İstanbul'da ilk inşa edilen muvakkıthane 1470 tarihli Fatih Camii Muvakkıthanesidir. Osmanlılar İstanbul'da birçok muvakkıthane kurmuşlardır. Bunlardan en meşhuru, 16. yüzyılda kurulan Bayezid Camii Muvakkıthanesi idi. Evliya Çelebi bu ünün, muvakkıthane saatlerinin çok dakik olmasından ileri geldiğini söylemektedir. Yavuz Selim, Fatih, Şehzade, Eminönü'nde bulunan muvakkıthaneler de İstanbul'un diğer meşhur muvakkıthaneleri idi.
Özellikle namaz vakitlerini belirlemek için kurulmuş olan muvakkıthanelerde bu iş güneş saatleri ile yapılırdı.
İstanbul semalarında bir ay görünen 1577 Kuyruklu Yıldızın bir başka resmi
Ayrıca muvakkıtlar, isteyenlere basit astronomi dersleri de verirlerdi. Bazı muvakkıtlar senelik takvim ile Ramazan ayı için imsakiye hazırlarlardı. Muvakkıtların hemen hemen tamamı basit astronomi aletlerini kullanmayı bildikleri gibi içlerinde bu sahada eser verecek seviyede bilgi sahibi olanlar da vardı.
Muvakkıthaneler, muvakkıtların bilgisine göre hem bir astronomi eğitimi yeri ve hem de basit bir gözlemevi idi. Bu yüzden İstanbul'daki bazı muvakkıthanelerin, müneccimbaşıların yetişmelerinde önemli bir yeri bulunmaktaydı. Çünkü bir kısım muvakkıtlar, muvakkıthanelerdeki başarılı çalışmaları ve faaliyetleri sebebiyle müneccimbaşılığa kadar yükselmişlerdir.
Bu kurumların idaresi ve görevlilerin maaşı, bağlı bulundukları vakıf tarafından karşılandığı halde tayinleri müneccimbaşı tarafından yapılırdı. Vefat eden muvakkıtın yerine oğlu tayin edilir, eğer muvakkıtın evladı yoksa isteklilerden imtihanla biri tayin edilirdi. Muvakkit olacak kişilerin ehliyetli olmasına dikkat edilirdi. Bu husus vakfiyelerde de belirtilirdi.
Muvakkıthaneler, 19. yüzyılda mekanik saatlerin yaygınlaşmasına rağmen Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar varlıklarını korumuşlardır. Cumhuriyetin ilânı ile başmuvakkıtlık adı altında kurulan yeni bir müesseseye devredilen muvakkıthaneler, 20 Eylül 1952'de kapatılmıştır. Bugün bazı muvakkıthanelerin binaları hâlen mevcut olmakla beraber, çoğu metruk ya da başka amaçlarla kullanılmaktadır.[1]