Ayasofya'nın Büyük Hat Levhaları

Ana mekânın duvarlarında asılı olan büyük yuvarlak hat levhaları, Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde 1847-1849 yılları arasında yapılan onarımlar sırasında dönemin en ünlü hattatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. 7,5 m. çapındaki yuvarlak hat levhaları, kenevirden yapılmış yeşil zemin üzerine, altın yaldız ile yazılmıştır. Allah (c.c), Hz. Muhammed (s.a.v), Dört Halife; Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ile Hz. Muhammed'in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu levhalar, 8 adettir. Levhaların ahşap askıları hafif ve dayanıklı olması nedeniyle ıhlamur ağacından yapılmıştır.Bu hat levhalarının İslam Dünyası'nın en büyük hat levhalarından olduğu bilinmektedir.Mihrap Kısmında Bulunan Hat Levhaları

Ayasofya'da, mihrabın sağ duvarında Osmanlı Sultanlarına ait hat levhaları bulunmaktadır. Bunlardan üstten alta doğru
1. hat levhası, Sultan II. Mahmud (1808-1839)
2. hat levhası, Sultan II. Mahmud (1808-1839)
3. hat levhası, Sultan III. Ahmed (1703-1730)
4. hat levhası, Sultan II. Mustafa (1695-1703)
5. hat levhası, Sultan II. Mustafa (1695-1703)
tarafından yazılmıştır.

Mihrabın sol duvarında ise, dönemin ünlü hattatları tarafından yazılmış levhalar bulunmaktadır. Bunlardan Soldaki hat levhası, Hattat Mehmed Esad Yesari (1797) Sağdaki hat levhası, Şeyhülislam Hattat Veliyyüddin Efendi tarafından yazılmıştır. Kaynak:Ayasofyamuzesi.gov.tr

AYASOFYA BÜYÜK HÂT LEVHALARININ ŞÖYLE BİR HİKAYESİ VARDIR;

Fetih yadigârı olan bu Ayasofya camilikten çıkarıldıktan sonra kubbesindeki o şaheser levhalar bulundukları yerlerden sökülmüş; büyük oldukları için de kapılardan çıkarılamamıştı. O levhalarda ise Allâh, Peygamber ve dört halifenin mübarek ve muazzez isimleri yazılıydı. Meşhur hattatlarımızdan Mustafa izzet Efendi'nin eseri olan bu levhaların hazin hikâyesini İbnülemin Mahmud Kemal Bey, "Son Hattatlar" adlı eserinde şöyle dile getiriyor:

"İsm-i Celâli, ism-i Nebevî'yi, esâmi-i Çâryâr ve Haseneyn'i ihtiva eden bu elvâh-ı celîle, bir takım kıymet bilmez eşhas (kişiler, şahıslar) tarafından indirilip bir kenara konulmuş ve bazılarının bazı yerleri zedelenmişti. Bu hal, bizimle beraber diğer erbab-ı îmânı dağdâr ettiğinden (İman sahiplerini üzdüğünden) tekrar asılması için uğraştıksa da muvaffak olamamıştık. Nihayet Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer Ramazan Bey'i teşvik ve teşcî ettiğimde: "Para yok, olsa asarım!" demişti. Öteden beri bu işe sarf-ı zihin eden yüksek mühendis Ekrem Hakkı ve tüccardan Nazif Beyler, îcab eden parayı hîbeten lillah (Allah rızası için) vererek, Ekrem Bey'in nezareti altında levhalar tamir edildi. Yine o zat-ı ekremin himmetiyle levhalar, bikeremihi'l-Kerîm 28 Kâ-nûn-ı Sâni 1949 (22 Rebîülevvel 1568)'de elvah-ı şerîfe (şerefli levhalar) yerlerine asıldı. Ekrem beni alıp götürdü. Levhaları mahall-i kadîminde (eski yerinde) görünce ağlamaya başladım. Cenâb-ı Ekremü'l-Ekre-mîn'e hamdü sena ve Nazif ile Muzaffer'e teşekkür ve dua ettim." (Tarih ve Düşünce Dergisi, sayı:66)

İbnülemin'in burada bahsetmediği taraf şudur: Ekrem Hakkı Bey, levhaların asılacağı gece kazanlar kurdurmuş, yemekler pişirilmiş ve çalışan işçilere ikram ettirmişti. Böylece sabaha kadar çalışarak levhalar yerlerine astırılmıştı. Bugün Ayasofya Müzesini gezenler, duvarlardaki Allah, Muhammed, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin yazılı levhaları gördüklerinde bunların oradan niçin indirildiğini ve sonra adeta gizlice nasıl astırıldığını bilmemekte mâzurdurlar. Ekrem Hakkı Beyin başka himmetini de bilemeyecekleri gibi...