Türk kültüründe ölüm ile defin arasında 40 gün boyunca cenaze akrabalar arasında dolaştırılırmış. Özellikle İskitler’de bu kültür yaygındı ve 40 gün boyunca kokmaması için ölü mumyalanırdı. Bugün ölülerin arkasından 40’ıncı gün mevlit okutulma adetinin de oradan geldiği belirtiliyor. Türklerin İslamiyet’e geçişinden sonrada mumyalama adetinden vazgeçilmedi. Selçuklular ve Beylikler döneminde de mumyalama devam etti. Osmanlılar döneminde ise savaşta ölen padişahların payitahta getirilme süreci için mumyalama yapıldığı düşünülüyor. Bazı araştırmacılar bunun mumyalama değil cesedin gömü işlemine kadar kokmaması için ‘‘tahnit’’ edildiğini belirtiyor. Tahnitin ise bir mumyalama olmadığı, cesedin belli bir süre bozulmaması için iç organlarının çıkarılarak, çeşitli baharatlar ve kokularla bozulmayacak hale getirilmesi olarak nitelendiriliyor.
ABDÜLAZİZ DÖNEMİNDE MISIR'DAN GETİRİLMİŞ
İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde bir, Arkeoloji Müzesi’nde 6 mumya bulunuyor. En ilginç olanı bir başı timsah diğer başı prenses mumyası. Sultan Abdülaziz döneminde İstanbul’a Mısır’dan getirilen timsah başlı mumyanın oldukça ilginç hikayesi var. Rivayete göre Firavunlar döneminde çocuk yaştaki prensesi Nil nehrinde timsah yutmuş ve sadece prensesin başı kurtarılabilmiş. Yeniden dirilişe inanıldığından prensesin başı timsahın kuyruğunda mumyalanmış. Arap ismi verilen mumya Sultan 2. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı’ndan Topkapı Sarayı’na gönderilmiş. Uzun yıllar Harem’in deposunda kalan mumya eski müze müdürlerinden Tahsin Öz tarafından bulunup envantere kaydedilmiş.
GECELERİ KALKIP SARAYDA DOLAŞIYOR EFSANESİ
1950’li yıllarda tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı mumya ile ilgili bir menkıbe anlatıyor: ‘‘Sarayın eski memurlarından Hacı Süleyman anlatıyor. Bu Arap eskiden sarayı kırar geçirirdi. Herkes ondan korkar ve korktuğu için adaklar adar, başında mumlar yakarlardı. Hattâ geceleri kalkıp onun sarayda dolaştığını da söylerlerdi. Sarayın meşhur şekercilerinden Emin ustanın Arap’tan ödü patlardı. Bir gün padişah için güzel şekerlemeler yapmış. İmrendim. İstedim vermedi. Dur ben sana gösteririm dedim. Gece olmuştu. Ben yavaşça soğan ambarına gittim. Tabutu açtım. Mumyanın başını kopardım. Şekerhaneye geldim. Bu kafayı şeker yığınlarının üstüne oturttum. Sonra orda ne kadar teneke güğüm varsa hepsini paldır küldür yuvarladım. Bu gürültü sarayın derin kubbelerinde akisler yaparken hemen koğuşuma gittim, yatağıma uzandım. Biraz sonra dört-beş yüz kişilik saray halkı ayaklanmıştı. ‘Arap kalkmış, sarayı devirip döküyor, sen buna bir çare bul’ dediler. ‘İstediğim şekerleri verirseniz ona laf anlatırım’ dedim. Bütün şekerler bana vadedilmişti, ben şekerhaneye girdim. Ulan Arap burada ne işin var. Haydi, bakalım yerine! Kumandasını verdim ve kuru suratına iki de tokat attım. Sonra kelleyi elime aldım yerine götürdüm. Saraydaki bütün tatlılar benim evime gönderilmişti. Bir hafta şeker ve şekerleme yedik.’’
KEDİSİYLE BİRLİKTE MUMYALANMIŞ
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde 6 mumya var. Bunlardan üç tanesi sergileniyor. Sidon Kralı Tabnit’e ait mumya ile birlikte eski şark eserleri bölümünde vitrin içinde kedisi ile birlikte mumyalanmış ahşap lahit içindeki mumya ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Diğer yandan depoda tutulan ve ortaçağ mumyası olarak bilinen bir de çocuk mumyası var. Müze Müdürü Rahmi Asal mumyalarla ilgili şu bilgileri verdi:
‘‘Mısır mumyalarındaki gibi burundan kanca ile beynin çıkarılması ve sol tarafından yarılarak iç organlarının alınması işlemleri çocuk mumyada da uygulanmış. Mısır mumyalarında keten bezlerle sarılma tekniği vardır, çocuk mumya elbiseleri ile mumyalanmış. Elbise dikişlerinden bu anlaşılıyor. Müzeye geliş kaydı sadece konservasyon amacıyla gelip kaydedilmiş. Nereden çıktığına yönelik bir bilgi yok. Bizans mumyası olduğuna dair tahminler var. Beylikler dönemi mumyalarına da benziyor. Mısır mumyalarında gözler çıkarılıp cam obje konuyor burada gözler yerinde bırakılmış.’’