İnsanoğlu, çok nankör bir yaratıktır. İnsanlığın tarihçesinden bu tarafa Allah, insanları uyarmak için Peygamberler göndermesine rağmen; o, kendi nefsi çıkarları için hem Peygamberi yalanlamaya yönelmiş, hem de toplumu manipüle edebilmek için yönetimi ele geçirerek zorla gasp etmiş. İnsanları kendi şahsî menfaatleri için köleleştirmiş. İşte böylelikle ideal olan insan yönetim şekilleri yozlaştırılıp, zalimlerin kendi çıkarları için sistemleştirilmiş. İmparatorluklar, krallıklar, diktatörlükler, saltanat ve askeri rejimler bu tür yönetim şekilleri için birer örnektir.
Sömürgeciliğin tanımı

Sömürgecilik, ansiklopedilerde “daha çok ekonomik, ticarî, siyasî ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet ya da toplumlar üzerinde maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurması ya da üstünlük sağlaması hareketi” olarak geçiyor. Osmanlıca'da müstemlekecilik, Batı dillerinde ise koloniyalizm terimi ile karşılanmıştır. Bir ülke vatandaşlarının başka bir ülkede kurdukları yerleşme birimlerine de "koloni" denmiştir. İnsan topluluklarının devlet seklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana çeşitli sömürgecilik uygulamalarına rastlamamıza rağmen, sömürgecilik hareketinin başlangıç tarihini belirlemede bir hayli zorlanıyoruz.

İhsan Süreyya Sırma'ya göre, kelime olarak olmasa bile vakıa olarak sömürü sistemi Adem oğlu Habil'in, kardeşi Kabil tarafından öldürülmesinden bu yana mevcuttur. Sırma'ya göre Kabil, kendisine ait olmayan bir hakkı (kendi kız kardeşini), gasbetmek için kardeşi Habil'i sömürmek istedi. Habil de karşı durunca onu öldürdü. “İste bu katl olayından beri, sömürü, ya da sömürü düzenleri var olagelmiş ve de rakip tanımadıkları için rakip olabilecekleri ihtimal dahilinde olanlar da hemen elimine edilerek bu tehlike bertaraf edilmiştir.” [2]

Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi devletler, yaşadıkları dönemde Akdeniz bölgesine ve Avrupa'ya koloniler kurarak sömürmüşler. Bunlardan en kapsamlı faaliyeti Roma İmparatorluğu yapmış ve gerek Avrupa'da gerekse Avrupa dışında egemenlikler kurmaya çalışmışlar. Nitekim Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla birlikte Avrupa'da değişik prenslikler ortaya çıkmış ve sömürgecilik hareketi başlatılmış.


15. yüzyılın sonlarına doğru Asya'dan Avrupa'ya ulasan kara yollarına Müslümanlar, Akdeniz'de ise Cenevizler hakim olmuşlar. Avrupa'daki İmparatorluklar bundan rahatsızlık duyunca, Afrika ve Asya'ya ulaşmak isteyen maceraperest denizcilere büyük destekler vermeye başlamışlar. “Keşifler çağı” olarak adlandırılan, bu dönem sömürgecilik hareketinde yeni bir asama ortaya koymuş. Portekiz ve İspanya kraliyetinin desteğiyle denizlerde ve karalarda terör estiren bu seyyahlar, bir yandan Afrika kıyılarına, oradan güney Asya'ya ve kısa zaman sonra da Amerika'ya ulaşarak, deniz kıyılarında koloniler kurdular.[3]
Avrupalıların Afrika kıtasına ilgisi 15 yy. Başlarına rastlar. Bu tarihlerde ekonomik amaçlar pesinde koşan Avrupa, karadaki güçlü İslam devletlerine ve denizdeki Venediklilere rakip olmak için o zamanların en kuvvetli deniz gücüne sahip olan Portekizlileri güneye doğru inmeye sevk etti. Portekizliler Sahra'dan Fas'a gelen ticaret yollarını ele geçirip oralara hakim oldular. Altın, baharat ve köle pesinde koşan Portekizliler, Afrika'nın Atlantik sahillerinden güneye doğru ilerlediler. 1484 yılında önce Altın Kıyısı'na, buradan da Angola'ya ulaşmalarından sonra doğu Afrika kıyılarına vardı (1488 ). Portekizli denizciler buldukları değerli madenleri ülkelerine taşımak amacıyla Afrika'nın hem batısındaki hem de doğusundaki sahillerde üsler ve antrepolar kurdular. Portekizlilerin hemen ardından bu sefer İspanyollar Afrika'nın batısındaki bazı adaları ele geçirip deniz ticaretinde birer üs ve depo olarak kullanmaya başladılar. Portekizliler 17. yüzyıl İspanya'nın egemenliğine girdiler ve üstünlükleri giderek zayıfladı.

Ekonomik, stratejik ve ticarî amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşen ve buralarda üsler, çiftlikler ve koloniler kuran Portekizlilerle İngiliz, Fransız ve Hollandalılar arasında 17. yüzyıl başından itibaren rekabet başladı. Bati Afrika'dan Lizbon'a her yıl ortalama 700 kg. Altın ve 10.000 kadar köle getirilmesi, diğer Avrupa ülkelerinin ticarî ve emperyalist duygularını tahrik etti. Avrupa'nın büyük ülkeleri bu nedenle özel şirketler kurup Afrika'nın sömürgeleştirilmesi hareketine katıldılar. Bilhassa Portekizlilerle rekabet etmeyi amaçlayan Hollandalılar, kısa zamanda Portekizlilerin Bati Afrika kıyılarındaki değerli maden ve köle ticaretini ele geçirdi.

Avrupalılar Afrika kıyılarına ya zorla ya da yapılan antlaşmalar sonucu yerleştiler. Bati, Güney ve doğu Afrika kıyılarında kendilerinin yerleşmelerine karşı koyan yerliler, şiddetle ve kanlı bir biçimde elimine edildiler.

İlk başta altın ticareti yapılırken 17.–18. yüzyılda bunun yerini fildişi, baharat, palmiye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. Köleler Sömürgeciler tarafından kıyılarda kurulan tarım isletmelerinde ağır şartlar altında çalıştırıldılar. Ayrıca Amerika'dan ve Avrupa'nın değişik şehirlerinden gelen köle taleplerine de Sömürgeci güçler cevap verebiliyorlardı. Bati ve Güneybatı Afrika kıyılarında köle pazarları kurularak buradaki limanlardan Amerika ve Avrupa'ya köle yüklü gemiler gönderilmeye başlandı.

17 –18. yüzyıllarda kurulan Hollanda, İngiliz, Fransız, Danimarka ve İsveç şirketlerinin en önemli faaliyeti köle ticareti olmuş ve 19. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu ticaret, Afrika'daki hayati altüst ederken, sömürgeci güçlerin bu yolla zengin olmalarına da imkan sağlamıştır. Afrika'dan götürülen köle sayısı kesin olmamakla birlikte, bu sayının taşıma ve avlanma sırasında ölenlerle birlikte otuz milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir.

Avrupalılar, uzun yıllar köle, değerli maden, baharat ve palmiye yağı ticaretiyle uğraştılar ve bu isleri de sadece kıyı bölgelerinde kurdukları üslerle depo ve çiftliklerle hakim oldular. Afrika'nın iç kısımları o vakitler Avrupa ülkeleri için değersizdi.

Ne var ki ABD'nin sivil savaş (1861-1864) sonunda köleliği bütün ülkelerden kaldırıp, köleleri tamamen serbest bırakması ve Bati Avrupa'da bu insanlık dışı davranışlara karşı gelişen kamuoyunun da tesiri ile Avrupa devletlerinde köle ticaretini yasaklayan kanunlar çıkarılması, Avrupalıların dikkatlerini tamamen Afrika'nın iç bölgelerine çevirdi. Kıta'nın içlerine doğru düzenlenen ve dış görünüşleri dinî ve ilmî hüviyet taşıyan “kesif seferlerini”, toprakların emperyalist genişleme amacıyla paylaşılması ve sömürge haline getirilmesi takip etti.[4]