Modern miktar teorisi, klasik miktar teorisinin yeni bir yorumudur. ABD’de Chicago Üniversitesi’nde görev yapan bazı iktisatçılar para teorisine ve bu çerçevede miktar teorisine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Chicago Üniversitesi para konusundaki araştırmaları ile tüm dünyada Chicago İktisat Okulu olarak adlandırılmakta ve tanınmaktadır. Bu okulun ilk temsilcileri arasında H.C. Simons ve F.H. Knight’ı saymak gerekir.

Simons ve Knight’ın öğrencisi olan Milton Friedman ise günümüzde Chicago okulunun en tanınmış ismidir. 1976 Nobel Ekonomi Ödülünü kazanan M. Friedman’ın para miktarı ve fiyatlar genel seviyesi üzerinde yaptığı teorik ve ampirik araştırmalar literatürde Monetarizm olarak bilinmektedir. Monetarizm, kavram olarak ilk, Isviçreli iktisatçılardan K. Brunnner tarafından kullanılmıştır.

Monetarizm, paranın miktarındaki değişmelerin, iktisadi faaliyetler ve fiyatlar genel seviyesi üzerinde büyük etkisinin olduğunu ve fiyat istikrarının sağlanması için en uygun çözümün para arzındaki artış hızının önceden belirlenmesi ile gerçekleştirilebileceğini savunmaktadır.


Yukarıda belirttiğimiz gibi Monetarizm, enflasyonun tek ve en önemli nedeni olarak para arzındaki artışları görmekte, çözüm olarak da para arzının bir kurala bağlı olarak her yıl sabit oranda artırılmasını önermektedir. M. Friedman’ın ünlü, enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur sözü monetarizmin temel felsefesini özetlemektedir.

Friedman, birçok eserinde parasal istikrara yönelik önerisini yıllarca tutarlı bir şekilde savunmuştur. Friedman’a göre para miktarında ılımlı büyüme öngörülen bir para politikasının benimsenmesiyle parasal otorite, enflasyon ya da deflasyondan kaçınmış olacaktır. Friedman, bir başka yazısında ise para miktarındaki artış oranı ile ekonomik büyüme oranı arasında tutarlı bir ilişkinin gerekliliğinden söz etmektedir.


Friedman, para stokundaki artışların konjonktüre paralel olarak düzenlenmesi görüşünü kabul etmemekte ve bunun parasal kuralı zaman içerisinde giderek anlamsız hale getireceğini ifade etmektedir. Friedman’a göre parasal istikrar için ihtiyari para politikalarına son verilmeli ve sabit bir kural ile siyasi otoritenin parasal otorite üzerindeki müdahaleleri ortadan kaldırılmalıdır. Hemen belirtelim, savaş ve olağanüstü durumlarda Friedman bu sabit kuralın pekâlâ değiştirilmesi gerektiğine inanmaktadır.

Friedman, para arzının kontrolü için en uygun parasal büyüklüğün M2 olduğunu belirtmektedir. M2, halkın elinde bulundurduğu nakit para, vadesiz mevduat ve vadeli mevduatın toplamından oluşmaktadır. Friedman, para arzının kontrolünde M2’yi kullanmasının nedenini şu şekilde açıklamaktadır: “Ampirik olarak ele alındığında M2’nin gelir düzeyi ve temel ekonomik büyüklükleri açıklayıcılık gücü diğer parasal büyüklüklere göre daha yüksektir. Buna ek olarak, kısa dönemde M2’de ortaya çıkan dalgalanmalar diğer parasal büyüklüklerde ortaya çıkan dalgalanmalardan daha küçüktür.”


Monetarizme Yönelik Eleştiriler ve Strüktüralizm (Yapısalcı Okul)

Modern miktar teorisi pek çok iktisatçı tarafından benimsenmiştir. 1980 sonrasında monetarizmin önerilerinin pek çok uygulama alanı bulduğu bilinmektedir. Bununla birlikte az gelişmiş ülkelerde enflasyona karşı monetarist önlemler alınmasına karşın, bazı ülkelerde bu konuda başarılı olunamaması monetarizm üzerinde bazı eleştirileri gündeme getirmiştir. Sadece para arzındaki artışlarla enflasyon olgusunun açıklanamayacağını ve çözümün de sadece ekonomideki gelişmelerle paralel bir para arzı büyümesi olmadığını savunan bazı iktisatçılar monetarizme bir tepki olarak Strüktüralizm adını verdikleri bir görüşü gündeme getirmişlerdir. Öncülüğünü Latin Amerikalı iktisatçıların yaptığı strüktüralizm, enflasyonun nedenlerini ekonominin daha çok temelindeki yapısal bozukluk ve darboğazlarda aramak gerektiğini, bu yapısal bozukluk ve darboğazlar giderilme dikçe, enflasyon sorununun çözümlenemeyeceğini iddia etmektedir. Strüktüralistlere göre az gelişmiş ekonomilerin sahip olduğu başlıca yapısal bozukluk ve darboğazlar şunlardır:


  1. Tarımsal Ürünler Arzının Yeterince Esnek Olmaması: Az gelişmiş ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu geçimlerini ve yaşamlarını tarım sektöründen sağlamaktadırlar. Bu ülkelerde nüfus artış hızının yüksek olması karşısında, tarımsal ürünlere olan talep zamanla artmakta, buna karşın tarımsal ürünler arzı buna cevap verememektedir. Hava ve yağış şartlarının bozuk olması tarımsal ürünler arzını önemli ölçüde engellemektedir. Ayrıca tarımsal üretimin arttırılamamasının temel nedenlerinden biri de bu sektörün geri kalmış kurumsal yapısıdır. Daha açık bir ifadeyle, az gelişmiş ülkelerde, tarımsal işletmelerin küçük çapta olması, sermaye-yoğun teknolojilerin sınırlı ölçüde kullanılması, sulama, haberleşme ve ulaşım imkânlarının kısıtlı olması vb. nedenler tarımsal üretimin arttırılmasını engellemektedir. Tarımsal arz ile talep arasındaki dengesizliğin talep lehine olması, sonuçta enflasyonist bir durum ortaya çıkarmaktadır.



  1. Dış Ticaret Dengesinin Sürekli Açık Vermesi: Az gelişmiş ülkelerde ekonomide karşılaşılan bir diğer dar boğaz ve/veya yapısal bozukluk ise dış ticaret dengesinin sürekli açık vermesidir. Bu ülkelerde, ihracat imkânlarının sınırlı olmasına karşın, hammadde ve ara malların dış ülkelerden ithal edilmesi mecburiyeti ödemeler dengesinde dış ticaret açığının giderek büyümesine neden olmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde ihracatın sınırlı olmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Her şeyden önce, bu ülkelerin ihracat yapıları, birkaç temel maddeye dayanmış olup çeşitlenmiş değildir. Çoğunlukla tarımsal ürünlerden oluşan bu mallara karşı fiyat esnekliği düşüktür. Bu durumda az gelişmiş ülkelerin, fiyatları yükselterek veya diğer ülkelerdeki gelir artışlarından yararlanarak ihracat gelirlerini artırmaları çok sınırlı kalmaktadır. İhracattaki bu sınırlı gelişmeye karşın, ithalat süratle artma eğilimi göstermektedir. İhracat ve ithalat arasındaki farkın giderek büyümesi ödemeler dengesinde kronik açıklara neden olmaktadır. Bu durum; ithalat kapasitesini sınırlandırmakta, ithalatın yasaklanması veya kontenjan uygulanması ise ithal malların yurtiçi fiyatlarını artırarak, enflasyonist bir baskı oluşturmaktadır. Strüktüralistlere göre, az gelişmiş ülkelerin enflasyondan kurtulabil- meleri için dış ticaret alanındaki bu yapısal bozuklukları gidermeleri gerekir. Bunun için de ihracatın çeşitlendirilmesi ve artırılması, ithalat kapasitesinin düzenli ve ekonomik büyümeye katkıda bulunacak şekilde kullanılması, ithalatı ikame edici sanayilerin geliştirilmesi ve geleneksel ihraç mallarının dışındaki malların ihracını teşvik edecek bir döviz kuru uygulaması gereklidir.



  1. Ekonomik Kurumların Yetersizliği: Yukarıda açıklanan darboğaz ve/veya yapısal bozukluklar yanında, diğer bazı faktörler de az gelişmiş ülkelerin fasit daireden çıkmalarını engellemektedir. Bürokrasi, sermaye piyasasının gelişmemiş olması, bazı sektörlerin monopolcü yapısı, kredi ve banka sisteminin yetersizliği, üreticiler karşısında tüketicilerin örgütlenmemiş olması vb. faktörler mevcut darboğazların daha da genişlemesine neden olmaktadır.

Özetle Strüktüralizm, daha önce de belirttiğimiz gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devletin düzenleyici ve teşvik edici bir rol oynaması gerektiği önerisinde bulunmaktadır.

SONUÇ;
Parasalcı teori, para arzı üzerinde ağırlıklı olarak durmakta ve piyasaların ileri derecede rekabetçi olduğunu belirterek, müdahalesiz bir piyasa sisteminin ekonomiye istikrar kazandıracağını savunmaktadır.
* Piyasada rekabet sonucunda oluşacak fiyat ve ücret esnekliğinin üretim ve istihdam hacminde değil, toplam talepte dalgalanmaya yol açacağını belirtirler.
* Devlet ekonomiye müdahale etmezse, ekonomi tam istihdamda dengeye gelir. Ekonomide hükümetin asgari ücret yasaları ve sosyal haklar, taban ve tavan fiyatları, tekel imtiyazları vs. biçimindeki uygulamalarla ücretlerin ve fiyatların aşağı yöndeki esnekliği azalttığında inanılır. Uygulanan politikalar, ekonomiyi daha da istikrar sızlandırır. Özellikle yanlış para politikası, olumsuz etkilere sahiptir. Maliye politikasının ise ekonomi üzerinde etkisi yoktur. Kamu olabildiğince küçültülmelidir.

* Paranın dolanım hızı sabittir. Keyneste ise V, değişken ve öngörülmez bir katsayıdır.

  1. Fisher ® M.= P.

M* P*

  1. Cambridge

Md (İşlem, servet amaçlı talep edilir) Md = k.P.Y

  1. Keynes ® Md (işlem, ihtiyat, spekülasyon amaçlı talep edilir)
  2. Friedman – Modern miktar teorisi



* LM eğrisi dikleşirse, maliye politikasının etkinliği azalır. Dışlama etkisi artıyor.
* Parasalcı görüşte, aktif para politikası kullanılarak işsizlik azaltılmaya çalışılıyor. Bu kısa dönemde geçerlidir.

Reel Konjonktür Teorisi
Klasik teze ve rasyonel beklentilere dayalı, fakat farklı mekanizmaları öngören bir yaklaşımdır. Keynezyen ve Klasik modelin bir bileşkesi gibidir. İktisadi dalgalanmaları, salt toplam arz kaymaları ile açıklar, paraya ve diğer talep yanlı etkenlere yer vermez. Bu yaklaşıma göre, teknoloji, sermaye ve emek arzındaki değişmeler dikey konumdaki toplam arz eğrisini kaydırır. Daha sonra bu toplam arz şokları, toplam talepten tamamen bağımsız olarak ulusal ekonomiye yayılır ve reel üretimi etkiler.
Sonuç olarak, reel konjonktür teorisine göre makroekonomik istikrarsızlık, Keynezyenlerin önemle üzerinde durdukları gibi talep yanından değil, toplam arzla ilgili faktörlerden de kaynaklanmış olabilir.
Arz Yanlı Ekonomi Politikası
1980’lerin başında ortaya çıkmıştır. Bu akımı temsil eden iktisatçılar insanların çalışma ve tasarruf arzularının özendirilmesine ağırlık verdiler. Büyüme hızının yükseltilmesi ve verimliliğin arttırılması amacıyla büyük vergi indirimleri önerdiler. A. Laffer, P. Roberts. N. Ture önemli temsilcileridir. Reagan ve Thatcher bu görüşleri uygulamışlardır.
* Enflasyon ve işsizliğe yol açan asıl etkenlerin toplam arzdaki değişmeler olduğunu savunurlar. Ekonomik bozulmalar talep yanında odluğu gibi arz yanında da ortaya çıkabilir.
Görüşleri;

  1. Vergilerin Caydırıcılığı

Yüksek vergiler üretim artışlarını caydırıcı etkilere sahiptir. Çünkü vergilerin ele geçen veya kullanılabilen gelirleri azaltması insanların çalışma, yenilik yapma arzularını ve girişimcilik risklerini üstlenme isteklerini olumsuz yönde etkiler.

  1. Çalışma Arzusunun Özendirilmesi

Bireylerin ne kadar çalışmak isteyecekleri, büyük ölçüde onların fazla çalışmadan sağlayacakları vergi sonrası kazançlara bağlıdır. Onları daha fazla çalışmaya özendirmek için kazanacakları gelirler üzerindeki vergi oranlarını düşürmek gerekir. Düşük marjinal vergi oranları, çalışmanın çekiciliğini ve aynı zamanda da aylaklığın fırsat maliyetini yükseltir. Böylece insanlar çalışmayı aylaklık yerine ikame ederler.

  1. Transfer Ödemelerinin Caydırıcılığı

Transfer programları da çalışma arzusunu köreltir. Batılı ülkelerdeki işsizlik ödemeleri, insanların işsizliği tercih etmesine neden olmuştur.

  1. Tasarruf ve Yatırım Arzusu

Yüksek vergi oranları tasarruf ve yatırımın getirisini azaltır. Tasarruf üzerine düşük vergi önerirler ki insanlar tasarruf etsin, böylece yatırımlar artabilsin.

* Vergi indirimi AS1 ® AS2 yapar ve üretim artar, fiyatlar düşer, belki de toplamda vergi gelirleri artar.


Laffer Eğrisi
Vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi gösteren bir eğridir. Toplam vergi gelirlerinin bir noktadan sonra düşmeye başlaması, yüksek vergi oranlarının ekonomik faaliyetleri caydırması ve vergi tabanını azaltması ile ilgilidir.

* Bu görüşe göre vergi indirimi;

  1. Vergi kaçakçılığını azaltır.
  2. Transfer harcamalarını azaltır, çünkü Y artar bu da işsizliği azaltır. Bu iki sonuç bütçe açığını azaltır.


* Arz yönlü ekonominin öngördüğü düşünceler, uygulamada ABD’de başarılı olamamıştır.

YENİ KLASİK İKTİSAT
Lucas, Sargent, Wallace ve Barro önemli temsilcilerdendir. 1970’lerde gelişmeye başlamıştır. Yeni klasik iktisat (YKİ)’a göre fiyatlar ve ücretler esnektir ve insanlar rasyonel beklentilere göre karar alırlar. Onun içinde hükümetler insanları aldatamazlar.