Bir parça sürrealist fırça darbesiyle Bohem yaşamı, tabii ki 1968 gösterilerini de unutmamalı. Bu dönem, sanatsal ve kültürel akımların geliştiği, standart zihinleri rahatsız eden aykırı seslere yer bırakmayan modern makinalara karşı duran bir dönemdi. Atmışların sonunda bu tutkudan doğan hippi akımı Amerika ve Avrupa’ya yayıldı. Bu düşünce yapısının yankıları günümüzde hissedilebiliyor ve hatta dahil olduğumuz kapitalist zihniyetten dolayı daha çok dikkatleri üzerine çekiyor. Peki hippilerin bu çürümüş toplum için ne gibi yanıtları ve çözümleri vardı acaba? Uyuşturucu etkisi yapan kültürden kurtulmaya niyetlenen bu dünya görüşünün pratik uygulamaları nelerdi?
Çiçeklerin, karavanların ve uçuşan uzun saçların ötesine bakacak olursak bazı felsefi öğretilere göz atmamız gerekir. Descartes ebedi gerçeklik bilgisine yalnızca akıl yoluyla ulaşılabileceğine inanırdı. Hepimiz onun meşhur “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözünü duymuşuzdur. Bu sözün basit şekildeki açıklaması şudur: varlığınızdan şüphe duyuyorsanız, doğal olarak düşünme etkinliğini gerçekleştiren bir “ben” söz konusudur. Bu yüzden varlığınızı sorgulamaya başlamak saçma bir girişimdir. Bu izgenin diğer tarafında ise bilginin duyusal deneyimlerle elde edildiğini ve akıl ve mantık yoluyla yorumlandığını savunan pozitivizm bulunur. Bu durumda tarih, gelişme yönünde aralıksız süregelen doğrusal bir süreçtir. Onu, Batı dünyasının değerleri üzerine inşa edilmiş, durdurulamaz bir makine olarak düşünebilirsiniz. Bu durumda, kapitalist üretim, yasalar, düzenlemeler, teknoloji ve yaşam tarzlarımız durdurulamaz güçlerdir ve bunları değiştirmek imkansızdır.
Yalnızca bu iki teoriyi göz önüne alarak dahi, varoluşçuluktan etkilenmiş felsefi hareketlerin çatıştığı bir dünyada yaşadığımızı fark etmek güç değildir. Hippiler yaşamın sonsuz ve mantıksız bir döngü olduğuna ve sonraki hayat diye bir şeyin olmadığına, insanların ancak sıradan yaşam tarzlarını ve daha önemlisi sıradan farkındalıklarını değiştirdiklerinde bu döngünün değişeceğine inanırlar.
Savaşların yararsız olduğunu bilen Hippiler tam da bu sebeple Vietnam savaşına karşı çıktılar. Bu güneydoğu ülkesinin istilasının ardındaki sebepleri anlamanın da yersiz olduğunu savunuyorlardı. Barış, dinsel anlamda, savaşa son vermek için bir araç ve Gandhi’nin Hind Swaraj ile yaptığı gibi bir tür pasif direniş olarak görülüyordu.
Hippiler ideolojilerini iki evrensel kavram üzerine kurarlar: aşk ve barış. Bu karşı kültür, barışçıl ideallerini ilkel komünizm üzerinden ortaya koyar; pasif direniş ve sevgi üzerine kurulu toplumlar oluşturmayı amaçlar. Hippiler, şiddete başvurmadan, barışçıl yöntemlerle toplumu yavaş yavaş dönüştürmeyi hedefleyen “çiçek gücü” nü topluma öğretmeye çalıştılar.
Uyuşturucu ve halüsinojenikler kullanmak yüzyıllardır birçok kültürün geleneklerinde yer almış ve çoğunlukla da kutsal ayinler olarak görülmüştü. Arkaik bilgiye ve akla ulaşmanın eşiği ancak bilincin değiştirilmesi vasıtasıyla mümkündü. Bu değiştirilmiş deneyim ise insan ile doğanın birleşmesi anlamındaydı. Her şeyin organik olarak birbirine bağlı bir “bütün” olduğuna inanılıyordu. Hippi akımı bu tür halüsinojenik maddelere — öncesinde Gautier, Balzac, Baudelaire, Blake, Poe, Wilde ve Rimbaud gibi sanatçılar tarafından ele alınmış olan—Batı’nın geliştirdiği kavram alanını, bugün bilinen haliyle psikedelia ile tamamlamıştır.
Psikedelik yaratıcılığın sonu, LSD’nin keşfi ve Merry Pranksters karavanı ile başlar. Ken Kesey liderliğindeki bu grup, Amerika’yı dolaşarak psikoaktif uyuşturucuların yarı-tıbbi kullanımları hakkında bilgi verip insanlara LSD dağıtırlar. Projektörler, doğuya özgü enstrümanlar, ışık ve ses ekipmanları kullanırlar. Kısa süre içinde hippi alt kültüründeki tüm gruplar psikoaktif maddelere saplantılı hale gelir. Akımın önemli figürlerden biri LSD’ye saygısıyla bilinen, The League For Spiritual Discovery’nin kurucusu Timothy Francis Leary’dir.
Hippi akımının konu ile ilgili bir diğer özelliği, küreselleşme gibi kapitalizme de olan karşı çıkışıdır. Bir yandan bu, altmışların ve yetmişlerin tüketiciliğini hedef alır. Ancak diğer yandan hippiliğin temel prensiplerine dayanarak oluşturulan sosyal yapı, sistemden kopmak yerine “gösteri toplumu” nun temellerini atan bir karşı kültür oluşturmuştur. Halka açık alanlarda dans etmek, sınırlara takılmadan sev/iş/mek, Monterey Pop Festivali, Altamont Speedway Free Festival ve ünlü Woodstock Festivali gibi bağımsız etkinliklerle başlayan eylem, hegemonyacı bir söylemi ve piyasa stratejilerini üreten isyancı bir fenomene dönüşür.
Açık ve iyimser doğalarıyla hippiler, tüm sosyal yapıyı parçalamak amacıyla toplumsal gelenekleri ve rolleri bir kenara koymuşlardır. Yeni deneyim arayışları onları ofislerdeki sıradan işlerini bırakmaya ve kapitalizme karşı bir direniş olarak ve “karşı” kültür için iş imkanları yaratmak adına başıboş bir hayat sürmeye yöneltmiştir. Sanatçılık, organik besin, rock ikonları ve doğu kültürüne artan ilgi, ruhsal seyahatler ve öğrenci aktivizmi, sermaye için de yararlı olan başıboşluk için bir çözüm sunmuş; farklı düşünce yapılarına sahip olmanın yanı sıra, başıboş gruplar sanat ve organik besin üretimi gibi farklı pazarlar üretmiştir.
Hippi ideolojisi başta karşı oldukları aynı rasyonalizmden dolayı düşüşe geçmiştir. Hippiler problemlerin çoğunun, insanların zihinlerinde olduğunu düşünerek toplumsal problemleri ikinci plana atmışlardır ve sonunda karşı oldukları düzene karşı geliştirdikleri yıkıcı düşüncelere yer kalmamıştır. Bu sırada Pozitivizm asi bir sürüm ile yeniden yayılmaya başlamış, “laissez-faire” (bırakınız yapsınlar) mottosuyla problemlerden kaçma ve gerçekliği dönüştürme yolu olarak insanların zihinlerini doldurmuştur.
Bu gidişatta hippiler kendi kültürlerinin ürünlerinin zorunlu tüketicileri haline gelmişlerdir. Ayrıca farklı ve hedonistik uyaran arayışları ile kendi çöküşlerini hızlandırmışlar ve sonunda düzeni ve yaşama olan inançlarını yitirmelerini unutmak adına, tüketiciliğe sürüklenmişlerdir. Siyasete olan uzaklıkları ise bireysellik ve toplumsal sebeplere karşı ilgisizlikle sonuçlanmıştır.