İslâmiyet doğduktan sonra kısa zamanda yayılmaya ve kendine taraftar toplamaya başladı. Bu durum, Arap ileri gelenlerinden imana gelmemiş bulunan bazı kimseleri huzursuz ediyordu. Ebu Leheb ile Ebu Cehil de bunların başında gelmekteydi. Küfür ve inkârın melun bayrağını ellerinden düşürmeyen bu iki kişi büyük bir telaş ve endişeye kapılmışlardı. Çünki İslâmiyet bir gün zafere ulaşırsa, hem ata yadigarı (putperestliklerinden) hem de bir yığın menfaatlerinden olacaklardı. İslâmiyet meselâ Allah'a inanılmasını, içki içilmemesini ve iman eden herkese kardeş gözüyle bakılmasını, aynı zamanda da eşit muamele edilmesini şart koşuyordu.
Halbuki İslâm'dan önceki Arapların tüm üçyüz altmış tane putları vardı. Bunlara Allah diye tapıyorlardı. Varlıklı ailelerin sofralarında içki su yerine içilmekteydi. İleri gelen Araplar, fakir ve yoksul olanlara köle gözüyle bakıyordu. Kız çocuğu dünyaya gelenler bunu uğursuzluk sayarak bu masum yavrularını vahşice diri diri gömüyorlardı.
İşte İslâmiyet bütün bu vahşilik ve haksızlıklara dur diyordu. Bütün insanları Allah birdir, bayrağının altında toplanmaya çağırıyor ve bu birliğin içine girenleri de hep kardeş olarak ilan ediyordu. Haksızlıkların asla yapanların yanına kalmayacağını bildiriyordu. Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı ilâhi adâletin tecelli edeceği kıyamet hesaplaşmasından söz ediyordu.
Bu durum karşısında Arap ileri gelenlerinin çıkarları ve kurulu düzenleri nasıl bozulmaz, nasıl rahatsız olmazlardı. Elbette olurlardı. İslâmiyet'in günden güne artan bir hızla yayılıp güç kazanmasına hele Ebu Leheb ile Ebu Cehil çok içerliyordu. Ne yapıp edip bu dinin ilerlemesine engel olmalıydılar. Onun için de bir sürü plânlar hazırlıyorlardı. Başta iki cihan güneşi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'i ortadan kaldırmayı göze almışlardı.
Ebu Cehil bir gün şöyle bir tuzak hazırlamıştı: Evine girilen yolun üzerine bir kör kuyu kazdıracak, sonra da bir bahaneyle Hz. Peygamber'i evine çağırarak kör kuyuya düşmesini sağlayacaktı. Nitekim adamlarını toplayarak evin cümle kapısı önünde bir kör kuyu kazmalarını emretti. Kuyu kazılıp üstü de ince tahtalarla kapatıldıktan sonra ince kumlarla belli edilmez bir şekilde iyice örtülür. Lanetlik Ebu Cehil de çok hastayım diye Hz. Peygamber'e haber salar. Adamlarına da Hz. Peygamber (s.a.v.) gelip kuyuya düştükten sonra toprakla üzerini tamamen örterek orada helâk olmasını sağlamalarını emretti:
Hastalık haberini alan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) baş düşmanı olduğunu bile bile belki imana gelir diye hemen Ebu Cehil'in evine koşup geldi. Tam ev kapısının önüne, kör kuyunun yanına yaklaşmıştı ki, karşısına Cebrail (a.s.) çıkarak hazırlanan tuzağı haber verdi ve kendisini içeriye girmekten men etti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) hemen geri döndü. Hizmetçilerden durumu öğrenen Ebu Cehil de yatağından kalkarak ardına düştü. Güya neden döndünüz, ey Allah'ın elçisi? Diye soracak ve de gönlünü aldıktan sonra içeri buyur ederek kör kuyuya düşmesini sağlayacaktı. Fakat ne ilginç ilâhi tecellidir ki kör kuyunun varlığını unutarak içine düştü. Evet, boyuna dememişler, başkalarının kuyusunu kazan, kazdığı kuyuya bir gün kendi düşer diye.
Kuyu içinde, "imdat kurtarın!" diye acı acı bağırmaya başlayan Ebu Cehil'i kurtarmak için kuyunun başına toplanan adamları ip attılar. Fakat ip yetişmedi. Ebu Cehil ipi bir türlü yakalayamıyordu. Çıkarıp ikinci bir ip ekledikten sonra ikinci defa ip attılar. Üçüncü, dördüncü defa ipi ekleyip saldılar, yine tutmadı. İpi her ekleyip saldıklarında kuyu da devamlı derinleşiyor ve Ebu Cehil de bir türlü ipi yakalayıp da dışarı çıkamıyordu. Baktı ki çıkacağına devamlı dibe doğru inmekte. Bunun üzerine adamlarına seslenerek, "Bana Hz. Peygamber'i çağırın, çünkü beni buradan ancak O kurtarır" diye emretti. Gidip Hz. Peygamber'i çağırdılar. Kuyunun başına gelen sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), "Ey Ebu Cehil!" dedi. "Allah'a ve resûlüne iman edersen seni bu kör kuyudan çıkarırım. Yoksa orada geberip gidersin."
Tabii ki çaresizlik içinde kalan Ebu Cehil içinden değil, fakat dilinden evet, diyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) kuyuya elini uzatır uzatmaz Ebu Cehil hemen yakalayarak yeryüzüne çıktı. Orada bulunan herkes şaşırıp kalmıştı. Öyle ya Ebu Cehil'i en uzun iple çıkaramamışlardı da, Hz. Peygamber (s.a.v.) eliyle nasıl çıkarabilmişti. Bu imkânsız gibi bir şeydi. Fakat değildi. Çünkü bu bir mûcize idi. Ama kimlere göre. İman edenlere göre, İman etmeyenlere göre ise sihirdi. Nitekim Ebu Cehil de daha çıkar çıkmaz sevgili Peygamberimize, "Ey Muhammed! Sen büyük bir sihirbazsın" dedi.
Gerçekte ise bu hadisenin sihirlik bir tarafı yoktu. O tamamen kuvvet ve kudretine son olmayan Allah'ın peygamberine bahşettiği bir mûcize idi. Hem de başkalarının kuyusunu kazmaktan başka bir işi olmayan kimselerin kendi kazdığı kuyuya kendilerinin düştüğünü gösteren bir mucize. O yüzden sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
"Mü'min kardeşinin kuyusunu kazan kimse, kazdığı kuyuya er geç kendi düşer."
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi kendi işiyle uğraşan, başkalarının kuyusunu kazmayan kullarından eylesin, amin.