Ey nefsim!
Nefsi tanımanın yolları- nefisle mücadele
Yıllardır beni uyuttun. Hep yarına bıraka, bıraka koca bir ömür heder oldu. Gecelerim; teheccüdsüz, heyecansız, gündüzlerim; semeresiz, başarısız geçti. Acaba yarın, yarın diye uyuttuğun yarınlarımı, meçhul bir yarında nasıl doldurabileceksin?
Ne zaman beni çevreleyen basitliklere, bağımlılıklara civciv misal küçük bir darbe vurup, hür dünyaya açılmak istesem, granitten dağlar gibi karşıma dikildin.
Olmadık desiselerle beni kandırdın.
Tûl-i Emelle beni aldattın.
Yıllardır taam, kelam, menam hapishanelerinde inim, inim inlettin
Izdıraplarımı bana ney gibi dinlettin.
İrademi; rehavet, meskenet zincirleriyle sımsıkı sardın.
Bana sunulan saat altınlarını değerlendiremedin.
Kimbilir, içlerinde ne hediyeler saklayan günlerin, ayların ve yılların zarfını açmama bile müsaade etmedin. Hepsi boşa gitti, içlerinde neler sakladığını anlayamadan.
Söyler misin, Allah aşkına senin yaşayan bir cenazeden ne farkın var?
İnsan suresini, ağlaya ağlaya okudun. Amma, o muhteşem sarayın kapılarını bir türlü aralayamadın. Kendi çevreni tanıdığın kadar kendini tanıyamadın. Kendi içinde kendine yabancı kaldın. Kendini kendine hapishane yaptın.
Fetih suresini okudun durdun. Bırak dışarıyı, içinde bir tek fetih bile yapamadın. Kelam, taam, menam hapishanesinden kurtulamadın. İradeni fethedemedin. Namazla, cenneti takas etmeye çalıştın. Ayetleri birer birer bir teyip gibi ezberledin amma, uyguladıkların hep adetlerin oldu.
Peygamberimizin saçlarını ağartan Hud Suresiyle karanlık gecelerini bir türlü aydınlatamadın. Gayreti hep birilerinden bekledin. Senin de birileri olduğunu hep unuttun.
Bir fikir uğruna hayatı hakir gören peygamberlerlerin, hayatını uzun kış gecelerinde, kıssa niyetiyle okudun. Ama hayatındaki kışları, bir türlü bahara çeviremedin. Çünkü, onları anlayamadın.
Yusuf'u düşündün mü hiç? Kuyu diplerini sultanlığa sıçrama rampası yaptığını, hapishaneleri birer, birer nasıl medreseye çevirdiğini anlayabildin mi?
Dünya ve içindeki her şey ayaklarının ucundayken, hayatı istihkar edip ölümü özlemesini anlayabildin mi? Anlayamadın, evet anlayamadın.
Ateşler içerisindeki İbrahim'in ateşleri bir baharistana çevirdiğini, bıçak altındaki İsmail'in yeniden doğduğunu, Sefine-i Nuh'u batırmak isteyen tufanların ancak Sahil-i Selâmete çıkmasına hizmet ettiğini, Suikastlar içinde İsa'nın denizler ortasında Musa'nın nasıl vuslata erdiğini anlayabildin mi? Anlayamadın.
Ya, çelikten duvarlara çarpmış gibi, bir örümcek ağı karşısında, beyinleri dumura uğrayan müşriklerin düştüğü perişan halde yatan gizli hikmeti çözebildin mi?
Bir gergef gibi ömrünün her anını çile yumağıyla dokuyan Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ümmetim derken, sen nefsim dedin. O, davam derken, sen hevam dedin. O, davasını yüceltirken, sen hevanda cüceleştin. Onun çağları peşinden sürükleyen davasından, sadece sarığı, sakalı, tesbihi, umresi, namazı kaldı. Ne yazık ki, onları da bir türlü anlayamadın.
Başındaki sarık beyaz kefenin iken, yastığının altında ki ölümü çok uzaklarda zannettin. Dünyanın oyuncaklarıyla evcilik oynarken, dünyanın elinde, oyuncaklaştığının farkına bile varamadın.
Bir adet haline getirdiğin beş vakit namazın, aynı safta omuz omuza namaz kıldığın kardeşini gıybet etmekten seni kurtaramadı. Kalbine, gözüne, kulağına el ve ayaklarına tutturamadığın oruçların, sadece midene münhasır kaldı. Oruç tuttuğunu zannettin, ama aç kaldığını anlayamadın.
Başına tac ettiğin başörtüsü, sadece başını örtebildi. Başının altındakiler ne yazık ki, başörtüsünden nasibini alamadı. Çünkü başörtüsünü takva örtüsüyle birlikte örtmedin. Gözlerin, kalbin ve duyguların çıplak kaldı. Kendini farkettirebilmek için aynanın karşısında çeşit çeşit kılıklara girdin. Yapmacık gülüşlerle, hırsızlama bakışlarla, başkalarının duygularını çalmaktan utanmadın Ruhunun çığlıklarına bedel sen gülüyordun. Düştüğünü ve düşürdüklerini anlayamadın. Ah ki anlayamadın.
Burnunun dibindeki farzları görmezden gelip, sünnet diye defalarca umreye gittin. Kabeyi tavaf ettin. Yeryüzündeki iki milyar müslümanın sadece kemiyet olduğunu bir keyfiyet olamadığını hiç düşündün mü? Düşündün mü, binlerce birlerimiz varken, nasıl ayrı kaldığımızı, nasıl parçalandığımızı?
Aynı camide, birlikte namaz kıldığın kardeşinin fakru zaruretini, görmezden geldin. O, ihtiyaçların pençesinde kıvranırken, sen seyrettin. O, kışların dondurucu soğuklarını kemiklerinde ısıtırken, sen buğulu camların arkasında tesbih çekiyordun. Dünyada cennet kevserlerine denk bir lezzeti, kardeşinin acılarını dindirme lezzetini tadamadın. O lezzeti felan duayı şu kadar okuyarak, alacağını zannettin. Aldandın, aldandın. Elindeki elmasları birkaç şekerlemeye değişen saf çocuklar gibi aldandın.