Kadının Toplumdaki Yeri ve Önemi

Toplumsal hayat kadın ve erkekle birlikte biçimlenir. Her iki cins de kendine ait özellikleri ile toplumsal hayatta belli bir konum işgal etmekte ve toplumsal işleyişe katkı sağlamaktadır.

Ancak kadının çocuğun bakımına ve büyütülmesine olan fıtri yatkınlığı, cinsiyete göre düzenlenmiş iş bölümünün olduğu toplumsal yapılar, kadına ve erkeğe biçilen kültürel roller ve kalıplar gereği zaman zaman kadının toplumsal hayata etkin katılımını engellemiş, birtakım eşitsizliklerin de ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Demokratik gelişmeler, hızlı toplumsal değişmeler, sanayileşmeye bağlı olarak çeşitlenen meslekler kadını ev hayatından iş hayatına çekmiş ve ekonominin vazgeçilmez parçası konumuna getirmiştir. Geçmişten günümüze kadar kadın, toplum içinde önemli olduğu kadar birçok sorunla da karşı karşıya kalmıştır.

Kadınların modern hayattaki konumları toplumların modernleşme ve sanayileşme tecrübeleriyle yakından ilişkilidir. Hem Batı’da hem de Türkiye’de kadınların sosyal, siyasal ve kültürel haklarını elde etmek için modernleşme çabalarıyla eş zamanlı olarak kurumsal yapılara karşı mücadele ettiklerini ve çeşitli kadın hareketlerini başlattıklarını görüyoruz.

Batı’da kadın hareketlerinin ilk ortaya çıkışı kadını dışlayan kamusal düzenlemelere karşı düzenlemelere bir tepki olarak 18. yüzyılda olmuştur. Bu hareketlerin en temel talebi kadının erkek egemen kamusal yaşam alanında yer almak istemesiydi.

Kadının siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam alanlarında yer almasını sağlamak üzere gelişen kadın hareketleri Batı’da üç aşamadan geçerek günümüze gelmiştir. Özetle kadın hareketleri birinci aşamada ekonomik hayatta var olmayı, ikinci aşamada sosyal hayatta söz sahibi olmayı ve üçüncü aşamada ise her alanda erkeğin düzeyine çıkmayı amaçlamıştır.

Batı’dakine benzer bir şekilde Türkiye’de de kadınların kamusal hayatla bütünleşme tarihini 18. yüzyıldan başlatmak mümkündür. Türkiye’deki kadın hareketleri de birkaç evreden geçmiştir.

Birinci evre, 1700’lü yıllardan I. Meşrutiyetin ilan edilmesine kadar devam eden dönemi kapsar. Bu dönemi “kadınların toplumsal hayata, özellikle de ekonomik hayata katılım evresi” olarak tanımlamak mümkündür. Osmanlı’da kadınların külliyelerin, medreselerin ve camilerin yapımında önemli bir katkısının olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra başta İngiliz olmak üzere Batı teknoloji ve sermayesinin Osmanlıya akmaya başlamasıyla birlikte kadınlar kent merkezlerinde gelişen ekonomik hayat içinde yer almaya başlamışlardı. Özellikle tekstil alanındaki üretim büyük ölçüde kadın emeğine bağlı olarak gelişmekteydi.

Kadın hareketinin kökleşme dönemi olarak nitelendirilebilecek bu dönemde kadınların henüz politik bir kimlik kazanmadığı sadece yeni gelişen kamusal alanda ekonomik hayata katılmak istediği söylenebilir.

Bununla birlikte gelişmekte olan Osmanlı sanayisinin ihtiyaç hissettiği alanlarda gelişen eğitim kurumlarında da kadınların eğitim alma imkânına kavuştuğu, dolayısıyla “kültürlü” kadın kuşağının özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yükseldiğini söylemek mümkündür.

Türkiye’deki kadın hareketinde en önemli dönemlerden biri de I. Meşrutiyetten cumhuriyetin ilanına kadar devam eden süre içinde görülmüştür. Bu dönemi “kadınların kamusal alanda sosyal aktör olma” evresi olarak tanımlamak mümkündür.

Devletin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadının eğitimi konusuna verdiği önem, kadınları bir toplumsal özne hâline getirmekteydi. II. Abdülhamit’in en önemli reformu kadın konusunda göze çarpmaktaydı. Abdülhamit tarafından açılan Muallime Mekteplerinde yetişen kadınlar öğretmen olarak Osmanlı kadınını eğitmek üzere taşraya gönderiliyordu.

II. Meşrutiyete kadar devam eden bu süreçte İstanbul, İzmir, Bursa, Selanik gibi gelişmiş kentlerde önemli sayıda eğitimli kadın ordusu ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu kadın ordusu içinde kalem oynatabilen, yazı yazabilen, resim yapan, şiir yazan, Batı dillerinden çeviriler yapabilen çok sayıda kadın yetişmiştir.

Fatma Aliye, Emine Semiye, Halide Edip, Nezihe Muhittin, Nigâr Hanım, Gülizar Hanım, Gülnar Hanım gibi çok sayıda Osmanlı kadını eser verebilecek duruma gelmişti. II. Meşrutiyetin özgürlükçü ortamından en fazla yararlanan, hatta II. Meşrutiyeti en fazla coşkuyla karşılayanlar İstanbul’daki kadınlar olmuştu.

Kadın hareketinin Türkiye’deki üçüncü evresi cumhuriyetin ilanıyla başlar ve günümüze kadar devam eder. Osmanlının son döneminde önemli bir sivil toplum hareketi oluşturan kadınlar cumhuriyetin ilan edildiği yıllara gelindiğinde Türkiye’deki en aktivist grupların başında yer almaktaydılar.

Hatta cumhuriyetin ilanının hemen akabinde cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından daha önce Kadınlar Halk Fırkası adında bir siyasal parti kurarak siyasal hak elde etme yönündeki isteklerini siyasal alana taşıyarak ortaya koydular. Bu partinin kurulmasına izin verilmeyişini takiben kadınlar bu kez “Türk Kadınlar Birliği” adında bir dernek kurarak bu derneğin çatısı altında siyasal haklar elde etme yönündeki faaliyetlerine derneğin kapandığı 1935 yılına kadar devam etmişlerdir.

Türkiye’nin değişik illerinde düzenledikleri sempozyum ve konferanslar aracılığıyla yöneticilere seslerini duyurmuşlardır. Kadın hareketinin üçüncü evresinde devletin tutumu kadınları “koruma ve onlardan yararlanma” şeklinde olmuştur.