Eğitim ve Sosyal Değişim

Atilla Yusuf Alan

"Robotik Kültür" kitabından

Teknolojik buluş ve değişimlerle, sosyal buluş ve değişimler arasında kompleks bir ilişki vardır. Meselâ, televizyonun icat edilmesiyle dünya çapında bir sosyal değişim başlamıştır. Kılık kıyafet, dil, aile, siyaset, sağlık ve din, televizyonun tesir ettiği sahalardan sadece bir kısmıdır ve bütün bunlar cemiyetin talebine karşılık arzda bulunmak mazeretiyle ve eğlence bahanesiyle yapılmaktadır.

Eğitimden dikkatle tefrik edilen eğlencenin, eğitimin gerçekleştirdiğinden çok daha büyük sosyal değişimlere yol açması ise, ibretle mütalaa edilmeye değer.

Günümüzde, eğitim hususunda yanlış bir yaygın kanaat mevcuttur. Eğitim ve öğretimdeki temel maksatlar ne türlü ifade edilirse edilsin, neticelere bakıldığında, malesef, asıl gayenin para gözlü insanlar yetiştirmek olduğu ortaya çıkmaktadır.

"Öğrenme=kazanma" formülüyle okuma yazma bilen işçi ve memur yetiştirmekle meşgul okullar, global hesaplaşmalar plânlayan bir beyin takımı oluşturacak durumda değildirler. Mekanik ve papağanca talimatlarla vakit kaybettikçe de, mütefekkir ve müceddit namzetlerini terbiye etmeye zaman bulamayacaklardır.

Şu anda çoğu okulda olup biten şeyler, cemiyette olup biten şeylerin çok gerisindedir. Neyse ki, gelecekten zaman makinesiyle getirilmiş gibi, cemiyetin hayat standardını, dünya görüşünü ve idrak seviyesini aşan birtakım eğitim müesseselerinin mevcudiyeti bizleri ümitsizlikten kurtarmaktadır.

Bu tür kurumları farklı kılan dinamikleri incelediğimizde ister istemez şu sorular aklımıza geliyor: Dünya çapında başarılar elde etmenin sırrı nedir? Yoksa bizler eğitimdeki hedeflerimizi tekrar belirlemek ve eğitilmiş insan yetiştirmekten neler kastettiğimizi tekrar düşünmek mi zorundayız?

Evet, bilgiyi istif eden değil, yerinde ve tesirli olarak kullanabilen insanlara ihtiyaç var. Halbuki okullarda bilgilerin nasıl toparlanacağı üzerinde duruluyor, nasıl değerlendirileceği değil. Problem çözme, yorumlama, terkip ve tahlil etme gibi kabiliyetlerin, ekip çalışmaları yoluyla geliştirildiği farklı öğrenim ortamları, geniş ufuklu ve yeniliklere açık eğitimciler tarafından hazırlanmadıkça okulların, istenilen sosyal değişimleri gerçekleştiren, problemleri çözüp ihtimalleri değerlendiren birer irfan santrali haline gelmesi çok zordur.

Kısacası, okullar, zaman ve mekanla sınırlanmayan, arzu edilen ferdî ve içtimaî hedeflere en kısa zamanda ulaştıran eğitim müesseseleri ve kültür merkezleri haline getirilmelidir. Zaten bu ideal gerçekleşmiş olsaydı, bizim bildiğimiz okullar şimdiye kadar tarihe karışmış olacaktı. O zaman, bilgileri inhisarları altına almakta mahsur görmeyen uzman ve teknisyenlerin ipoteğindeki hakikat, ilim ve hikmet, kıtlıktan kurtulacak, dileyen herkesin onlara ulaşması da mümkün olacaktı.