İnsan Bedeni ve Post-Modernizm

Hastalık kavramının tarihçesi verilirken, özellikle Descartesçı felsefenin yaygınlık kazanması ile birlikte, ruh beden ayrımı yapıldığı, bu ayrımın bedenin üzerinde insan tasarrufunu yasallaştırdığı, dolayısıyla, fiziksel sorunların yine fiziksel neden-sonuç ilişkisi içinde çözülmesi gerektiği anlayışının tıpta hakimiyet kurduğu belirtilmektedir.

Bir başka anlatımla, insan bedenine ilişkin gelişen ya da değişen kavrayışlar, tıbbi araştırmaların doğasında etkilendiği gibi, bireysel/toplumsal değer sisteminin nasıl şekilleneceği de etkilemektedir; çünkü bedenin sorunları ile tıp ilgilenirken ruhun sorunları ile de toplumsal bilimler ilgilenme durumundadır.

Bunun için zorunlu olarak insan bedeninin ele alınış tarzı çağdan çağa önemli değişikliklere uğramış, bireysel ve toplumsal yaşamın nasıl olması gerektiği sorusunun temelini oluşturmuştur.
Bu başlık altında bu yoğun ilgiden cesaret alarak, insan bedeninden neler anlaşıldığı, beden-sağlık ilişkileri ve bedenin klasik tanımları dışında günümüzde nasıl ele alındığına yani post-modernizm ile beden arasındaki ilişkilere yer verilecektir.

Vücut konusunda yapılan araştırmalar birçok disiplin ve birçok alt disiplin içinde gerçekleşmektedir: örneğin, medikal sosyoloji, medikal antropoloji, sosyo ve pisiko-fizyoloji, medikal ekonomi, sağlık ve hastalık sosyolojisi, sosyal pisikoloji, tarih, vücut felsefesi ve etik gibi dallar bu alanda bilgi üretmektedir; ancak, alanlar çok geniş olmasından dolayı bir alanda yapılan araştırmalarla ilgilenirken araştırmacıların diğer alanda yapılan araştırmalardan haberi olmamaktadır. Bunun için vücudun incelenmesi bu disiplinlerde üretilen bilgilerin bir araya getirilebilmesi ile olacaktır.

O halde, insan bedenine yönelik geliştirilen yaklaşımlar hangi alandan kaynaklanırsa kaynaklansın genel olarak iki grupta toplanabilir: ilk grupta insan bedenini sadece bio-medikal inceleyen yaklaşımlar, ikincisinde ise insan bedenini toplumsal ve kültürel ortamda ele almak isteyen görüşler bulunmaktadır.

İnsan vücuduna ilişkin görüşler özellikle felsefe alanında geliştirilmiştir. Ancak, sosyologlar ve antropologlar da bedeni sosyal bir ortamda tanımlamaya, yani onun toplumsal olarak nasıl şekillendiğini araştırmışlardır. Hastalık/sağlık ikilemi üzerinde geliştirilen sosyoloji perspektifleri genel olarak insan vücudunu, toplumsal eğilimlere ve sınırlara sahip, toplumsal olarak yapılanmış bir gerçeklik olarak ele almışlardır.

Sosyolojinin bir alt dalı olarak “beden sosyolojisi”, temel olarak insanın vücuda gelişinin toplumsal doğası, vücudun toplumsal olarak üretilmesi, vücudun toplumsal temsili ve dile getirimleri ve vücut, toplum ve kültür arasındaki karmaşık ilişkileri incelemelidir.

Diğer yandan, etkileşimcilik yaklaşımın kurucusu olarak bilinen Mead de insanın vücudunun parçalarının insanlar arasındaki günlük etkileşimde oynadıkları rolün önemini vurgularken insan bedeninin önemini de dile getiriyordu. Ona göre, örneğin yüz haltlarındaki oynamalar günlük hayatta hiç de dikkatimizi çekmeyen bir anlamda tamamen rutin olmuş bir çok jest ve mimiklerimiz iletişimde belirleyici bir rol oynamaktadır. Vücudumuzu kullanarak günlük hayatımızda düzen kurmaya çalışırız. [1]

Günümüzde beden üzerindeki toplumsal değerler kısa zaman içerisinde öyle farklılaşmaktadır ki kimi kuramcılar, araştırma düzeyi olarak toplumsalı değil, daha küçük birimleri de seçmektedirler.

Bu durumda, bedene ilişkin düşüncelerin bireyin içinde bulunduğu sınıfa göre de değiştiği belirtilebilir. Örneğin, orta sınıftakiler zinde olmayı tercih ederlerken, alt sınıftakiler güçlü bir vücuda sahip olmayı tercih edebilmektedirler. Bu noktada, beden, tüketim toplumunu temsil ettiği kadar, sınıflar arası farkı dile getiren bir araç olmaktadır.

İnsan bedenine yönelik geliştirilen yaklaşımların bir kısmı da sosyoloji alanında kendisine her geçen gün daha fazla hissettiren post–modernizm adı altında toplanan yeni yaklaşımlarla ortaya çıkmaktadır. Bu amaçla ilkin, post-modernizmin genel ilkelerinin ve amaçlarının belirtilmesi yerinde olacaktır.

Daha sonra post-modernist proje içinde insan bedenine ve sağlık sorunlarına nasıl bakıldığı ele alınarak, günümüzdeki sağlık sorunlarına yaklaşımlar irdelenecektir.

Yaygın bir şekilde bilindiği gibi, “modernite” ya da “modernleşme”den sonra geldiği iddia edilen yeni bir döneme işaret eden post-modernizim herkesin üzerinde birleşebileceği bir şekilde tanımlanamamaktadır.

Post-modernizm ilkin sanat alanlarında başlamış daha sonra düşünsel alanlara doğru yayılmıştır. Bu akımın savunucuları, sınıf yapısının değişmesi, [2] emeğin yapısının değişmesi, [3] pazarın yapısının değişmesi [4] gibi bir çok nedenden dolayı, modernist ilkelerin artık açıklayıcılarını yitirdiklerini dolayısıyla terk edilmeleri gerektiğini savlamışlardır. Örneğin, “modernite”, amaçlılığı, aklı, birleştiriciliği, belirlenimciği, tekçiliği, pozitivizmi, yeniliği, dengeyi temsil ederken “post-modernizm” bunların bir anlamda zıddı olan, amaçsızlığı, tesadüfiliği, irrasyonatiliği, ayrımcılığı, çokçuluğu, gelenekselliği vs. temsil etmektedir.

Yani, bir durumdan tam tersi olan bir başka duruma geçiştir post-modernizm; değişecek olan ya modern sistemin eski kanunları, ya sermaye kültürü, ya sanatı frenleyen modernist değerler, ya da modern olgu-değer ayrımıdır. Genel olarak, “post-modernizm”in kurucusu olarak bilinen Lyotard ise, modern teriminin, üst bir söylem geliştirmeye çalışan her türlü bilim için kullanılabileceğini belirtmiş ve bu tür açıklamaların günümüz koşullarındaki zayıflığına dikkat çekmiştir. [5]

Özellikle tüm toplumların tarihini bir hamlede incelediğini iddia eden Marksist ekolü de aynı nedenden dolayı eleştirmiştir. Dolayısıyla, bilim diğer söylemler gibi eleştirilmeye ve karşılaştırılmaya açıktır artık. ‘Post-modernizm’, ona göre gerçekliğin büyük ölçekli anlatımlar temelinde değil bölgesel bir temelde yorumlanması demektir.

Aynı şekilde Baudrilard da günümüzde etrafımızda olup bitenlerin anlamını sorgulama bağlamında ‘Post-modernizm’i tanımlamıştır. Ona göre modern toplumlarda ekonomiler artık ‘işaret’ ve ‘imge’lerin çok çeşitli şekillerde değiştirilmeleri ile yönlendirilmektedirler. Bireylerin neyi tüketecekleri medya ya da başka aracılarla dikte edilmektedir. Bu o kadar yoğunluk kazanmıştır ki gerçeklik ile imge-işaret arasındaki bütün farklar ortadan kalkabilmektedir. Bunun için Baudrilard toplumsal bilim fikrini tamamen reddetmiş, araştırmaların ancak interdisipliner bir şekilde yapılırsa faydalı olabileceğini ileri sürmüştür.

Tıp içerikli birçok reklam hastalanınca nasıl çare aranacağından çok hastalanmamak için neler yapılması gerektiğine yönelik ürünlerin reklamı olmaktadır. Klasik tıbbın bilgi üzerinde kurmuş olduğu egemenlik birçok alanda kırılmaktadır. Örneğin toplumumuzda alternatif tıp olanakları gittikçe artmakta ve buna ilişkin halkın başvurusu da yoğunluk kazanmaktadır.

Özellikle gelişmiş ülkelerde dile getirilen rasyonel tıbbın en klasik nesnesi olan özürlü kişiler ve kadınlar kendi kuramlarını kendileri geliştirerek tıbbın kendilerine hesaba katmayan geleneksel tedavi tekniklerine karşı çıkmaları da post-modern dönemin bir özelliği gibi durmaktadır.

Modernliğin amaç edildiği günlük hayatta homojenlik yaratma yerini heterojenliği bırakmakta ve profesyoneller bireylerin günlük hayatlarındaki hakimiyetlerini yitirmektedirler. Ayrıca batı toplumlarında dahi modernleşme bu bakımdan tam anlamıyla tamamlanabilmiş değildir.

Oysa ona göre post-modernizm ileri sürdüğü yeni amaçlar modernleşme geleneğini feda etmektedir. Dolayısıyla Habermas, modernliğin ilkelerinden vazgeçmemeyi ve bunların hayata geçirilmesi için ortak bir iletişim zemininin yeni uzlaşmanın yaratılmasını tavsiye etmektedir.

Diğer önemli bir eleştiriyi de Jameson yapmıştır ona gör kapitalizmin tüm dünya ülkelerine doğru genişlemesiyle kültürde toplumsal kökeninden koparak tüm dünyaya yayılmıştır. Post-modernist kültürün dört özelliği vardır ki bunlar günümüz kapitalist ekonomik sistem tarafından yaratılmıştır;

a) Post-modernist kültür derinliği kabul etmez ve kendisinde derinliği olmayan bir kültürdür.
Hemen hemen her şey klasiklerin taklitidir. Sadece üretimleri hedefler bunun arkasında hiçbir insani üretim heyecanı yoktur.

b)
Post-modern kültür, tarihsel değildir ve sadece şimdiyle ilgilenir.

c)
Post-modernizm zamanı tanımaz zamanın kurgulanmasını olsa olsa bireylere terk eder.

d) Post-modernizm dünyayı doğal bir varlık olmaktan çok teknolojik bir varlık olarak görür.

Özellikle, az gelişmiş ülkelerde modernleşme sürecinin neresinde olunduğu bu süreçte başarı sağlanmışsa neden başarısızlık varsa neden başarısız olunduğu bilim çevrelerinde halk tarafından yeteri kadar tartışılmadan bireyler neredeyse kendilerini post-modern bir hayat tarzı içerisinde buluvermektedirler.

Post-modernist stratejilere karşılık az gelişmiş ülke aydınları zengin bir ulus olabilmenin yolunun iç koşulları dinamikleri yeniden düzenlemek kadar dış koşulların dinamiklerin de önemli olduğu bilincinde olmalıdır.

“Hem feminist, hem de özgürlük üzerine çalışan yazarlarca, kadınlara ilişkin geliştirilen görüşler, bu görüşlerin oluşturduğu kültürel söylemden ayırt edilerek incelenemez.” görüşünden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz.

Bu türden kültürel özellikler de post-modern bir dönemin özelliklerini dile getirmektedir. Bu anda yapılan araştırmalarda ister istemez toplumda hakim olan gücün ya da söylemin izlerini taşıyacaktır. Bunun için, post-modern toplumlarda, insan bedenine yönelik tıbbi bir bakım, sadece kendi egemenliğini kurmanın bir amacı olacaktır.

Kısaca vurgulamak gerekirse medikal sosyoloji içerisinde ileri sürülen görüşlerin genellikle insan bedeninin toplumsal yanına ağırlık verdikleri söylenebilir. Bu durumda beden sadece bir toplumsal söyleme indirgenmemiş olur. Böyle bir tanım insanın toplum içindeki etkileşimlerini olduğu kadar bireylerin organik ve psikolojik yanlarını da dile getiriyor olması gerekir.

Modern’den post-modern’e doğru geçildiği düşünülen günümüzde hastalık/sağlık kavramlarına yönelik geleneksel bakış açılarının kökenci bir şekilde her toplumda değiştiğini söylemek yanlış olmaz.