Kültür Merkezciliği Nedir, Ne Demektir?

Kültür merkezciliği (ethnocentrism), kişinin kendi kültürünü esas alarak öteki kültürleri küçük görmesi, kendi kültürünü doğal sayarken ötekilerini suni olarak değerlendirmesidir.

Burada aynı zamanda en tepede kendi kültürü olmak kaydıyla tüm kültürleri belli bir hiyerarşi içinde tasarlamak da vardır.

Kültürel merkezcilik, diğer kültürlerin medeni dünyanın içinde yer alamayacağı, isteseler dahi kültürel yapılarını değiştiremeyeceklerine dair gizli ırkçılıktan açıkça diğer kültürleri ve mensuplarını tahrik ederek ikinci sınıf sayan biyolojik ırkçılığa kadar çeşitli fikirleri kapsar.

Kişinin içine doğduğu kültürü ile ilişkisinde hayatını uyumlu bir şekilde sürdürebilmesi için onu olumlaması önemlidir. Hatta tüm kültürel pratikler kendilerini doğal ve haklı kabul eden ideolojik bir içeriğe sahiptir.

Bu bir ölçüde makul kabul edilmelidir. Sosyal çevresini kendi haklılığı konusunda ikna edemeyen kültürel değerlerin yaşama şansı olmaz. Ancak sorun, özellikle bir toplumdaki kamuoyu önderlerinin, ideoloji taşıyıcılarının, entelektüellerin kendi kültürleriyle başka kültürler arasında pratiklere, değerlere ilişkin bir fark olmakla birlikte bunun ahlaki bir fark olmadığını, herhangi bir kültürü ötekine karşı özellikle değerli hâle getirecek bir gerekçe ortaya konulamayacağını kitlelere iletip iletmemelerinde düğümlenir.

- Kültürel görelilik, kültürel farklılıklar hakkında değer yüklü yargılardan kaçınmayı öneren ve her kültürü diğerine karşı göreceli kabul eden yaklaşım biçimidir.

Diktatörlüğe dayalı siyasal rejimlerde, tek parti iktidarlarında ya da aşırı milliyetçi ideolojilerin egemen olduğu siyasal yapılarda ait olunan kültür kayıtsız şartsız olumlanır ve ahlaken yüceltilir. Bu tutumun ne kadar çatışmacı bir toplumsal iklim doğurduğu Nazi Almanya'sı döneminde tüm dünyaca tecrübe edilmiştir.

Demokratik toplumlarda ise kültürel farklılıklara daha toleransla yaklaşıldığı, ait olunan kültürel sisteme ilişkin daha yapıcı bir eleştirelliğin devreye girdiği gözlemlenir. Bu eleştirellik aynı zamanda o kültürel sistemin kendini yenilemesi, canlılığını sürdürmesi bakımından önemlidir.

Montesquieu Fransız toplumuna kendi dünyalarının dışarıdan nasıl görüldüğünü "Acem Mektupları" isimli eserinde iki İranlıyı konuşturarak gösterirken esasen Fransa'ya bir eleştiri getirmektedir. Türk toplumunun uzun asırlara dayalı imparatorluk tecrübesi, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı barışçı bir toplumsal iklim doğurmuştur.

Yabancı hayranlığı ise bir bakıma kültürel merkezciliğin bütünüyle karşıtı bir hâli ifade eder. Burada da kişi içine doğduğu kültürü hakir, çirkin, değersiz görür ve hiçbir analitik muhakemeye dayanmaksızın dışarıdan gelen her tür kültür unsurunu olumlamaya dayalı bir ruh hâli ile davranır.

Özellikle toplumların sorunlarının çoğaldığı, gerileme dönemine girdikleri, şartlarını değiştirmek için başkalarının tecrübelerinden faydalanmak istedikleri ortamlar yabancı hayranlığı için elverişli bir iklim oluşturur. Örneğin Tanzimat Döneminin kültürel ikiliğinin yarattığı karmaşada yabancı kültürlerin etkisi artmış ve onlara karşı hayranlık, özellikle hızla sosyal sınıflarını değiştirip zenginleşen çevrelerde güç kazanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, yabancı dille konuşmayı, evlerine yabancı kökenli mobilyalar getirtmeyi, yabancı mürebbiyeler tutmayı medenileşmenin en temel göstergeleri sayan anlayışın dönemin pek çok entelektüeli tarafından çarpıcı eleştirilere tabi tutulduğunu görürüz.

Her toplumda ölçüsüzce kültürünü abartılı bir biçimde yücelten ya da tersine bir yabancı hayranlığıyla davranan birileri olabilir ancak toplumun çoğunluğu böyle davranmaz.

Bu iki karşıt tutum arasında dengeli bir konum geliştirebilmek pek çok bakımdan faydalı olabilir.