Arthur Schopenhauer'in Din Anlayışı

Her ne kadar Schopenhauer düşüncelerini ateist bir temele oturtmuş olsa (ki bu onun dönemi için büyük bir adımdı) ve dini "yığınların metafiziği" olarak tanımlasa da özellikle Hıristiyanlık'a ve Budizm'e saygı ve yakınlık duyardı.

Ona göre Hıristiyanlık bir karamsarlık diniydi, birçok dogma ve ibadet karamsarlık çerçevesi içinde yapılanmıştı ve yaşam açısından faydalı olabilirlerdi.

Örnek olarak, Schopenhauer'a göre, "oruç" kişinin bilincine uymasını engelleyen, onu çoğunlukla hayalkırıklığına uğratan ve yalnızca doymak bilmez bir döngü olan arzularının esaretinden ufak bir ölçüde de olsa korurdu; kişiyi arzularına karşı biraz daha güçlü kılar ve arzuları az da olsa zayıflatırdı.

Hıristiyanlığın ötesinde, düşüncelerini de fazlasıyla etkilemiş olan Budizm'e yoğun bir ilgi ve saygısı vardı. Budizm temelinde kişileri acıya ve hayâl kırıklığına sürüklediği için istençlerin yok edilmesini içeriyordu, istençlerin yok edildiği ve kişinin her anlamda kemale erdiği "nirvana"yı hedefliyordu. Zaten, Budizm ve diğer Hint kökenli öğretilerin Schopenhauer'ı fazlasıyla etkilediği bilinen bir gerçektir.

Gelecek günlerde Hint felsefesinin Avrupa'yı fazlasıyla etkileyeceği ve Avrupa'da yeni kapılar açacağını düşünüyor; gelecek yüzyıllarda Sanskrit edebiyatının etkisinin, 15. yüzyıldaki Yunan edebiyatının etkisi kadar büyük olacağını söylüyordu.

Özellikle ileriki yaşlarında dinsel dogmalara olan saygısı ve onlarda bulduğu garip ama önemli anlamlar arttı; fakat, belirtmekte yarar var ki ne felsefesi ne de kendisi ateist temelden ayrılmış sayılmazdı.