Epicuros (Epikür, Epiküros) Kimdir?

Epikuros (ya da Epikür), Helenistik felsefenin en önemli düşünürlerinden birisidir. Sisam adası olarak bilinen Samos'da doğdu.

(M.Ö. 341 - 270)

Epikuros, Septisizmde ve Stoacılıkta olduğu gibi, pratik felsefeye, yani ahlak felsefesine yönelmiş ve bu alanda etkinlik göstermiştir. Aristoteles'in ölümünden sonra gelişen iki ana okuldan birisi olan Epikürcülük okulunu kurmuştur. Bu okullardan diğeri ise Stoacılık olarak adlandırılır. Epikuros'un pek çok şey yazdığı söylenmektedir, ancak bunlardan fazla bir şey kalmamıştır geriye. Bilinen bir kaç mektubudur yalnızca, ancak bu mektuplar felsefesinin anlaşılmasında önem taşımaktadır.

Epikuros çok uzun zaman etkili olmuş bir filozoftur, neredeyse ondan sonra 4. yüzyıla kadar etkili olmuş bir filozof daha ortaya çıkmamıştır. Epikuros, Demokritosçu filozoflardan dersler almış ve özellikle onların atomcu teorilerinden etkilenmiştir. Septiklerden şüpheciliği öğrenmiş, özellikle Pyrrhon'un şüpheciliğinden etkilenmiştir. Epikür'ün hem ahlak felsefesinde hem de bilgiye yaklaşımında kuşkuculuğun izleri/etkileri belirgin olarak görülür. Daha sonra Atina'da bir bahçe satın alan Epikuros, burada kendi okulunu kurmuştur.

Sokrat'tan sonra Kynikler ve Kyrene Okulu arasındaki bu görüş ayrılığı, sonradan Stoacılar ve Epikürcülerde de görülür. Stoacıların ahlak anlayışı gibi, Epikür'ün ahlak anlayışı da "fizik"e dayanır. Stoacılar fizikte Herakleitos'tan hareket eder. Epikür ise fiziğinde Demokritos'a dayanır. Her iki okul da Platon'a karşı çıkarak, reeli (gerçek) maddi olarak düşünür. Stoacılar gerçeği maddesel olarak düşünmekle birlikte, bir de gerçeği panteizme bağlar, evrene bir yaşam ve ruh ekleyerek tüm evreni canlı ve bütün bir organizma olarak görür. İnsan da bu canlı organizmanın bir parçasıdır.

Buna karşı Epikür, gerçeklerin (realitenin) sayıca sınırsız olan ve görünmeyen küçük kısımlardan oluştuğunu, ayrıca bunların boş uzay içinde hareket ettiklerini kabul eder. Bu görünmeyen parçacıklar, yani "atomlar", birbiriyle birleşirler, çarpışırlar, birbirine takılırlar ya da birbirlerinden ayrılırlar. Böylelikle atomların ilişkilerini tümüyle "kendiliğinden olan" yasalar belirler. Sonuç olarak Stoa evreni bir birlik, bir bütün olarak anlar, oysa Epikür evreni sonsuz sayıda küçük parçacıklara böler.

Stoaya göre evrendeki herhangi bir olay; tıpkı bir tohumun belli bir bitkiyi var etme amacı taşıması gibi, belli bir amaca yönelir. Oysa Epikür'e göre evren cansızdır. Evren içindeki her şey "kendiliğinden bir zorunluluk"un, atomların birbirine çarpışmasının ve birbirine takılmasının bir ürünüdür.

Epikür, temelde kabullendiği Demokritos'un atom varsayımını bir noktada değiştirir. Demokritos'a. göre atomlar, başlangıçtan beri sonu olmayan bir hareket halindedir. Oysa atomların boş uzay içinde "düşey" olarak düştüklerini kabul eden Epikür; atomların bu "düzey" düşme hareketinden, çok güç hesaplanabilecek kadar küçük sapmalar yaptığını savunur. Epikür de Demokritos gibi, evrendeki her şeyin kendiliğinden olan bir zorunluluğa bağlı olduğuna inanır. Ona göre; bu kendiliğinden olan zorunluluk, Demokritos'un savunduğu gibi, kesin ve mutlak değildir.

Bu zorunlulukta küçük sapmalar olur ve bu küçük sapmaların tümüyle ölçülü olmasına olanak yoktur. Böylelikle Epikür, "rastlantı"yı bir dereceye kadar kabul etmekle, insanın davranışlarında belli bir "özgürlük" olmasına olanak bırakıyor. Gerçi Stoacılar da evrende bir zorunluluk olduğunu kabul eder. Ancak onlara göre bu zorunluluk, kendiliğinden olmayıp, canlıdır. Tıpkı; bir tohumda ilerde oluşacak bitkiyi saklayan cinsten bir zorunluluktur. Oysa canlı zorunluluk görüşünü reddeden Epikür, yalnız kendiliğinden olan bir zorunluluğu ve bunun yanında zorunluluktan kurtulan küçük sapmaları, yani hesaplanması mümkün olmayan rastlantıları kabul eder.

Stoacılar ile Epikür'ün doğa konusundaki bu karşıt görüşlerinden "ahlak" için de bazı sonuçlar çıkar. Stoacılara göre ilk ilke, insanın kendisini evren denilen bütünün bir organı olarak anlaması gereğidir. İkinci ilke, her şeyin en mükemmel biçimde oluştuğu bu evrende insanın kendi yerini bilmesi, yani kendisine uygun görülen yazgıyı benimsemesi gerektiğidir. Epikür'e göre ise evren kör ve kendiliğinden bir zorunluluğa göre işler. Yazgı, bir yandan bu kör zorunluluğun, öte yandan hesaplanamayan bir rastlantının sonucudur.

Mademki insanın yazgısını, kendiliğinden olan bir zorunlukla önceden görülemeyen rastlantılar belirler, o halde insan kendi iradesinin ürünü olan şeylere ilgi duyabilir. Bu nedenle insan yaşam ve ölüm karşısında ilgisiz kalacak ve akıllı davranarak çevresindeki bir yığın şeyden mutluluk verenleri ayırt etmeyi bilecektir.

Epikür Kyrene Okuluna uyarak, ahlakta ideal olarak, hazzı elde etmeyi ve elemden kaçmayı benimser. Ancak Epikür'e göre insan bunu "akıllıca" yapmalıdır. Sonu, elem getirecek şiddetli hazlardan kaçınmalıdır. Kuşkusuz insan bazı temel gereksinimlerini giderecek biçimde davranacaktır. Böyle olmaksızın insanın yaşamını sürdürmesi olanaksızdır. Ancak insan hiçbir şeyde "gereğinden fazlası"na ilgi duymamalıdır. Çünkü aşırılık sürekli eleme neden olur.

Ayrıca insan şan ve şeref gibi aldatıcı ve geçici değerlerden uzak durmayı da bilmek zorundadır. Geçici değerler insanı daha çoğunu elde etmeye yönlendirir. Bunlara hiçbir zaman yeterince sahip olunamayacağı için, sonunda insan sürekli bir huzursuzluk içine düşer. O halde sonu doyumsuzluk ve tiksinti yaratmayacak olan "manevi' haz"lara ilgi duymalıdır. İnsan bir de uyuşabileceği, kendisiyle aynı görüşte olan, benzer karakterdeki insanlar ile dostluklar kurmalıdır.

Bu görüşleri sonucu Epikürcüler, İlk Çağ'da eşine gerçekten güç rastlanan, bir arkadaşlık cemaati (komünote) kurmuşlardır. Epikür'e göre mutlu olmak için; ölçülü yaşamak, insanı ruhen ve manen sürekli haz içinde bulundurarak şeylere yönelmek ve bunlara uygun düşecek davranışlar içinde olmak gerekir.

Epikür'ü ölüm konusundaki düşünceleri şöyledir: Yaşadığım sürece ölüm yoktur. Ölünce de artık ben var değilim. Bu görüşün sonucu olarak: Ölümü "düşünmemek" gerekir. Zaten ölümü düşünmeye ne gerek var? Yaşadıkça ölüm yok, ölünce de öldüğümüzün farkına varmayacağız. Ancak akla şöyle bir soru geliyor: Acaba tüm yaşam boyunca ölümü akıldan çıkarmaya olanak var mı? Öte yandan Stoacılara şöyle karşı çıkılabilir: Her an ölümü düşünerek yaşayan bir insan, normal bir yaşam sürmüş olabilir mi?

Stoacılarla Epikürcüler başlangıçta karşıt görüşlerden hareket ettikleri halde, sonuçta aynı düşünce de birleşirler; Her iki okul için de ölüm konusunda kazanılması istenilen tutum, ölümden korkmamak, ölüm karşısında ilgisiz kalmaktır. Ancak bu sonuca giden yollar, bu iki okula göre başka başkadır.



Epikür ve ona bağlı olanlar için genellikle din boş inançtan başka bir şey değildir. Dinin en büyük sakıncası, insanı sürekli olarak "korku" içinde bulundurmasıdır. Din; insanı Tanrı'dan, ölümden, öteki dünyadan sürekli korkutur, durur. Bu korkudan kurtulmak gerektir. Bu da ancak, din ile her tür ilişkiyi kesmekle mümkün olur. Ancak Epikür "Tanrılar'"ın var olduğunu kabul eder. Epikür'e göre, Tanrıların dünya ile, hele de insanlar ile hiçbir ilişkisi yoktur. Tanrılar, "Ara evrenler"de yaşayan mutlu varlıklardır ki dünya işleri ile hiç ilgilenmezler. Epikür'ün bu yaklaşımı Tanrılara saygı ve onlara tapınmaya uygun değildir. Bunun içindir ki Epikürcüler, haklı olarak, ateist (Tanrı tanımaz) sayılmıştır.

Stoacıların ve Epikür Okulunun "devlet" konusundaki görüşlerine gelince: Platon ve Aristoteles için insanın yapısı gereği, bir devlet içinde yaşamını sürdürmesi kaçınılmazdır. Platon olsun Aristoteles olsun devlet ile, Yunan şehir devletini göz önünde tutar, başka türden bir devlet düşünemezler. Bu iki filozofa göre her vatandaşın siyasal yaşama katılması gerekir, bu katılım her vatandaşın görevidir. Aristoteles döneminde Yunan şehir devletleri çökmeye başlamıştı. İskender'in imparatorluğunu kurması sonunda tüm Yunanistan bu imparatorluğun bir eyaleti durumuna gelmişti.

Böylece Yunanistan'ın siyasal özgürlüğü, bir daha geri gelmemek üzere kaybedilmiş oldu. Nitekim İskender imparatorluğu dağıldıktan sonra Yunanistan bu kez Roma'nın eline geçti. İşte bu tarihsel görünüş, gerek Stoacıların ve gerekse Epikürcülerin devlet felsefesini etkilemiştir. Platon ve Aristoteles için devlet, öncelikle kendilerinin de içinde doğup yaşadığı "şehir devleti" demekti. Stoacıların zamanında bu bağımsız şehir devleti, Yunanistan'ın önce Makedonya'nın, sonra da Roma'nın bir eyaleti durumuna düşmesiyle yok olmuştur.

Epikür için devlet, yalnızca "büyük kütle" için yapılmış bir örgütlenmedir. Bunun içindir ki üstün olan insan kendisini siyasal yaşamdan uzak tutar. Çünkü üstün insan, yığınlara has olan her tür çalışmadan, buna benzer bir yığın uğraşısı olan siyasetten kendisini uzak tutar. Epikürcülerin ideali, sevilen ve uyumlu arkadaşlar ile sınırlı bir yerde birlikte sürdürülen bir yaşamdır. Epikürcüler dostluk ilişkisine çok değer verir. Epikürcüler tam anlamı ile bireycidirler.

Epikür'ün "bilgi teorisi" konusundaki görüşlerine gelince: Epikür, "bilginin kaynağı"nın "deney"olduğu konusunda söylemde bulunmuştur. Platon'un düşündüğü gibi doğuştan bilgileri, yani önceki bir yaşamda bilgilere sahip olduğumuz görüşünü, Epükür reddeder. Ancak bilgiyi deneyden çıkarma biçiminde, iki okul birbirinden ayrılır. Epikürcüler kelimenin tam anlamıyla "deneyci"dirler.

Onlara göre her tür bilginin kaynağı "agılar"dır. Ancak biz bu agıları, sonradan daha tutarlı bir düzen içinde birleştirerek, bilgiyi bir bütün olarak oluşturabiliriz. O halde bilgi, algılardan hareketle bilinçte genel varsayımlara yükselme çabasının ürünüdür. Bu nedenle bir bilgideki gerçekliğin ölçüsü, deneyden gelen gerçeklerin derecesine bağlıdır. Sonuç olarak, Epikürcülere göre bilgi elde etmenin yolu: Önce algılamak, sonra algıları dikkatle ve de düzenli bir biçimde birleştirmektir.