Aristoteles'in Devlet Anlayışı
Platon gibi Aristoteles de insanı toplumsal bir varlık olarak görmüş, onu daima içinde yaşadığı toplumla birlikte düşünmüştür.
Ona göre toplum içinde yaşama kabiliyetine sahip olmayan ya da kendine yeterli olduğu için buna ihtiyaç duymayan biri ya hayvandır ya da Tanrı (Politika, 1253a 27-29). İnsan bireylerinin toplumdan bağımsız biçimde yaşamalarına imkân yoktur.
Bunun sebebi, insanın yaşamsal ihtiyaçları bakımından bile başkalarına özlü biçimde gereksiniyor olmasıdır. Bu yüzden insan ancak devlet düzeni içinde tüm ihtiyaçlarını karşılayabilir ve kendi doğasına uygun olan amacı ancak devlet ve toplum içinde gerçekleştirebilir. O hâlde insanın kendine yetebilmesi, kendi iyisine, mutluluğuna ulaşabilmesi ancak devlet ve toplum yaşamı içinde mümkündür.
Zaten devletin varoluş amacı da insanın mutluluğundan başka bir şey değildir. Aristoteles’e göre yeryüzünde var olan her şey mutlaka bir amaca yönelmiştir ve o amacı gerçekleştirmeye tabii bir eğilim duyar. Devlet için bu amaç insanın en yüksek iyisini gerçekleştirmektir, insanın akli ve ahlaki yaşamıdır. O hâlde Aristoteles’in toplum ve siyaset anlayışı şu iki temel yargıya dayanır;
1) Devlet de tıpkı doğada varolan şeyler gibi doğal bir varlıktır çünkü insanın doğal ihtiyaçlarından ve eğilimlerinden doğmuştur,
2) İnsan doğası gereği toplumsal ve siyasal bir hayvandır (Arslan, 2007: 279).
Aristoteles’e göre insan kendi amacına, iyisine, mutluluğa ancak toplum ve devlet düzeni içinde erişebilir. Devletin varoluş amacı da insanın mutluluğundan başka bir şey değildir.
Aristoteles devletin, insanın doğal amacının gerçekleştirilmesine yönelmiş daha küçük topluluklardan oluştuğunu teşhis etmiştir. Örneğin; aile, insanın dünyaya gelir gelmez kendisini içinde buluverdiği en küçük topluluk olarak iyi bir yaşam amacına yönelmiştir. Ama bu yaşam tek tek ailelerin vereceği mücadelelerle sağlanamayacağı için aileler birleşir ve köyleri oluştururlar. Köylerin amacı da iyi bir yaşamdır ama ne aileler ne de köyler iyi yaşamı sağlayacak olan yeterliğe sahiptirler.
Bu yüzden köyler bir araya gelirler ve siteyi oluştururlar. Aristoteles’in devlet derken kast ettiği şey, birden çok köyün bir araya gelmesiyle oluşan sitelerdir. Bu tabloda Aristoteles’in, Platon’un tersine aileye ve aile yaşamına sitede büyük bir değer verdiği, onu sitenin yapı taşı olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Aristoteles, bu esas üzere Devlet’te çizilen ailesiz devlet anlayışını eleştirmiş ve siteyi son kertede bir aileler dayanışması olarak görmüştür.
Aristoteles, Politika isimli eserinde ideal bir site devletinin nasıl olması gerektiğini uzun uzadıya tartışmakta, bununla ilgili bazı gerek şartlar öne sürmektedir. Site her şeyden önce kendisine yeterli bir büyüklükte olmalıdır. Büyüklük ölçüsü ise devletin ereğidir. Yani her site, ereğini gerçekleştirebilecek büyüklükte olmalı ve ereği gerçekleştirilemez kılacak kadar da büyük olmamalıdır (Politika, 1325b -1326b).
Bu durum hem yurttaş sayısı hem de sitenin arazi genişliği bakımından geçerlidir. Öte yandan Aristoteles, Platon’un ortaya koyduğu “Devletteki birlik ne kadar büyükse bu devlet için o kadar iyidir” anlayışına da karşı çıkar. Ona göre devletin doğası benzer olmayanların oluşturduğu bir çokluktur. Her ideal devlet, farklı sınıfların üstlendiği farklı işlevlerin çeşitliliğine dayanır (Ross, 2002: 283). Bu yüzden siteyi tek bir sınıfmış gibi aşırı bir birlik anlayışı etrafında örgütlemek yerine, site yaşamının sağladığı çeşitliliğin vurgulanması yerinde olacaktır.
Aristoteles’in ideal site devleti; insanlara ihtiyaç duydukları gıdaları sağlayacak olan çiftçiler, toplumun ihtiyaç duyduğu araç gereçleri üretecek, el sanatlarını işletecek olan zanaatkârlar, ülkeyi iç ve dış tehditlere karşı gerekirse silah zoruyla koruyacak olan askerler, ülkeye ihtiyaç duyduğu silahları sağlaması için gereken parayı kazandıracak olan zengin tüccarlar, toplunun dinî ihtiyaçlarını karşılayacak olan din adamları ve kamu yararının ne olduğuna karar verip halka adalet dağıtacak olan yargıçlardan oluşur.
Bu sınıflar ideal bir toplumun olmazsa olmazları olsalar da Aristoteles çiftçilerin gerekli boş zamanı edinemeyeceklerini, zanaatkârların ve tüccarların ise yaptıkları iş gereği erdeme yatkın olmadıklarını savunarak bu üç sınıfın yurttaşlık hakkından mahrum bırakılmalarını savunmuştur. Askerler, din adamları ve yargıçlar ise sitenin gerçek anlamda parçalarıdır ve bu nedenle ülke yönetiminde de söz sahibidir (Arslan, 2007: 319-320).
Bu sınıflar dışında Aristoteles, sitede kölelik kurumunun varlığını da meşru kabul etmiştir. Köleliğe verdiği bu meşruiyet nedeniyle çokça eleştirilmiş olsa da köleliğin onun yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi iklimi göz önünde bulundurulduğunda çok normal karşılandığını ve insanlığın Aristoteles’ten sonraki yüzyıllar boyunca da kölelik müessesini ortadan kaldıramadığını unutmamak gerekir.
Aristoteles’e göre ideal site düzeni farklı sosyal sınıfların bir araya gelerek oluşturduğu bir yapıdır. Bu esas üzere site; çiftçiler, zanaatkârlar, askerler, zengin tüccarlar, din adamları ve yargıçlardan oluşur.
Bu sosyal sınıfların üstlendiği farklı işlevlerin bir uyumundan oluşan toplum düzeni, bizzat devletin denetimi ve koruması altında olacaktır. Devlet, tıpkı Platon’un siyaset anlayışında olduğu gibi yurttaşların eğitiminden doğrudan sorumludur ve tıpkı Platon’da olduğu gibi aynı zamanda büyük bir eğitim kurumu olarak düşünülmüştür.
Aristoteles, sitenin köylerden, köylerinse ailelerden oluştuğunu söyleyerek devlet yapılanmasını son kertede aile temeline dayandırmıştır. Aileler de köyler de siteler de insan bireyleri tarafından oluşturulan sosyal yapılanmalardır. Oysa Aristoteles sitenin ya da devletin doğal bir yapı olduğunu savunmaktadır.