Doğa Düzeni ve Hareket
Aristoteles, varlığın geneline ilişkin tüm bu temel metafizik belirlemeler ışığında doğadaki düzeni de incelemeyi ihmal etmemiştir. Aristoteles’de Platon’un aksine, karşımıza çok canlı bir doğa felsefesi, doğa bilgisi çıkmaktadır. Çünkü daha önce de ifade edildiği üzere Aristoteles, ideanın, formun, özün, diğer bir deyişle gerçekliğin görünür şeylerde yani doğanın kendisinde içkin durumda olduğunu düşünmekteydi.
Bu yüzden doğayı araştırmak, gerçekliğe, hakikate ilişkin araştırmalardan ayrı değerlendirilemezdi. Aristoteles tek tek şeylerin, tikellerin bilgisini edinmenin, tümelin, kavramın, formun, özün bilgisini elde etmekte önemli bir adım olduğunu savunmaktaydı.
Aristoteles doğaya (physis) baktığında orada daima madde ve hareket yasaları görmekteydi. Yani ona göre doğa hareket hâlindeki maddi yapıların oluşturduğu bir alandı (Copleston, 1997: 57). fiu hâlde doğa araştırması, madde yasalarının, her şeyden önce de hareket yasalarının incelenmesi demekti. Hareket, Aristoteles’in doğadaki varlıkları ya da evren unsurlarını sınışandırırken başvurduğu temel ölçütlerden biriydi.
Ona göre ne kadar varlık kategorisi varsa o kadar hareket çeşidi vardı (Weber, 1993: 76). Nitekim tüm varlıkları, kendisinde en ufak bir hareket taşımayıp diğer tüm şeyleri hareket ettirebilme gücüne sahip olan Tanrı ile kendiliğinden hareket edemeyecek durumda olan, hareket için daima bir dış etkene ihtiyaç duyan salt madde arasında sıralamış, kendisinde hareket bulunan her şeyin hareketini forma, öze atfetmişti.
Aristoteles’de madde hareket ettirilen, form ise hareket ettirendir. Bir şeyde form kendisini ne kadar açığa vurmuşsa ne kadar edimselleşmişse o şeydeki hareket de o ölçüde mükemmelleşecek, değişmez ilkelere uygun bir görünüm kazanacaktır.
Bu esas üzere Aristoteles, evreni başlıca üç kısma ayırır; Ay-altı âlem, yeryüzüdür. Evrenin bu bölümündeki her şey Empedokles’in dört nedeninden, yani toprak, su, hava ve ateşten meydana gelmişlerdir. Bu özellikleri gereği, doğal olarak doğrusal biçimde hareket ederler.
Yani hareketleri bir noktada başlar, bir başka noktada sona erer. Bu yüzden bütün Ay-altı cisimler ölümlüdürler, bir yerde hareketleri son bulacaktır. Doğrusal hareket, kendisini başlıca iki biçimde açığa vurur; merkeze doğru olan hareket ve merkezden uzaklaşan hareket (Gökberk, 1994: 85). Ay-üstü âlem, gök cisimlerinin alanıdır. Buradaki cisimler yeryüzündeki gibi toprak, su, hava ve ateşten değil, çok daha ince ve tanrısal bir yapı olan esirden (aether) meydana gelmişlerdir ve bu yüzden hareketleri de değişmez, dairesel biçimdedir.
Pythagorasçılardan beri mükemmelliğin, tanrısallığın simgesi olan dairesel hareket anlayışı, Aristoteles’in evren anlayışında da yerini bulmuştur. Ay-üstü âlemin sonunda ise sabit yıldızlar alanı bulunur ki Tanrı’ya yapıca en çok benzeyen varlıkların alanı olduğu için orada en ufak bir değişme bulunmamaktadır.
Aristoteles’e göre doğa, harekete tabi olan maddi yapıların bütününü ifade etmekteydi ve ona göre doğa araştırması, her şeyden önce hareket yasalarının araştırılmasıydı.
Aristoteles’in evren anlayışı Ay-altı âlem, Ay-üstü âlem ve sabit yıldızlar alanı olmak üzere üçe ayrılır. Ay-altı âlem yeryüzüdür ve orada her şey dört elementten yapılmıştır ve doğrusal harekete tabidir.
Ay-üstü âlemdeki gök cisimleri ise esir denen bir maddeden yapılmışlardır ve bu yüzden tanrısal nitelikteki değişmez dairesel harekete tabidir. Sabit yıldızlar alanı ise tanrısal olana en yakın alandır ve hareketini doğrudan tanrıdan aldığı için değişmezliğe yakın mükemmellikte bir görünüm sergiler.
Aristoteles’in ortaya koyduğu bu evren tablosu, kendisinden sonraki düşünürleri, özellikle Hristiyan ve Müslüman filozofları esinlemiş, etkisi yüzyıllar boyu süren klasik bir öğretiye dönüşmüştür.
Öyle ki Kopernik ile başlayan bilimsel devrime kadarki neredeyse tüm astronomi çalışmaları bu tabloya az çok sadık kalmış ve Aristotelesçi evren anlayışı, geçerliliği yaklaşık iki bin yıl süren bir paradigma olmuştur.