Aristoteles'in Erdem, Ahlak Anlayışı
Platon, mutluluğun (eudaimonia) bütün insanlar için nihai amaç olduğunu, insanı mutlu kılacak şeyin ise iyilik olduğunu savunmaktaydı.
Hemen tüm Yunan düşünürlerinin kabul ettikleri bu düşünce Aristoteles etiğinin de temelini oluşturur. Aristoteles, etik alanındaki en önemli yapıtı olan Nikomakhos’a Etik’in henüz açılış cümlelerinde bu kabulü açıkça ortaya koymaktadır; “Her sanat ve araştırmanın, aynı şekilde her eylem ve tercihin bir iyiyi arzuladığı düşünülür; bu nedenle iyiyi ‘her şeyin arzuladığı şey’ diye yerinde dile getirdiler” (Nikomakhos’a Etik, 1094a).
O hâlde Platon’un etik anlayışında olduğu gibi Aristoteles etiğinde de eylemler daima bir erek, bir amaç doğrultusunda incelenirler ve tüm insani eylemler son kertede insanın iyiliği yani mutluluğu amacına yönelmişlerdir. Böylece Aristoteles’in etik anlayışı da tıpkı Platon’unki gibi “mutluluk ahlakı” olarak değerlendirilir.
İnsanın iyiliğinin ya da amacının elde edilmesine yarayan her eylem doğru eylemdir, onu bu iyilikten uzaklaştıran eylemlerse yanlıştır (Copleston, 1997: 68). Her ne kadar iyilik ve mutluluk insan için nihai amaçsa da gündelik yaşamda eylemler bazen bu yüksek amaca doğrudan yönelmeyebilirler.
Daha alt amaçlar, üst amaçlara ulaşılabilmesi için birer araç hâlini alabilirler. Nihai amaç olan iyi, her zaman kendisi için seçilen, asla başka herhangi bir şey için araç olmayan bir yapıdır. Çünkü Platon gibi Aristoteles de iyiyi tam olma, yetkin olma, başka herhangi bir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi kendine yeterli olma durumu olarak görmekteydi. İşte bu iki işaret yani “daima kendisi için seçilme, asla araç olmama” ve “kendi kendisine yetme, hayatı kendisiyle seçilmeye değer kılma” iyinin iki ayırt edici özelliğidir (Ross, 2002: 224).
Platon’un ahlak anlayışı gibi Aristoteles ahlakı da bir mutluluk ahlakıdır. Çünkü insan bireylerinin ve bir bütün olarak toplumun iyiliğini, mutluluğunu amaçlar. İnsanın tüm eylemleri bu en yüksek hedefin elde edilmesi amacına yönelmiştir.
İyinin insanlar için nihai amaç olduğu böylece vurgulanmış olsa da iyinin ya da mutluluğun ne olduğu ve ne ile sağlanabileceği sorusu henüz yanıtlanmamıştır. Aristoteles, seçilen amaçlara uygun olarak dört farklı hayat biçimi olduğunu savunmuştur. Haz elde etme amacına yönelmiş olan hayat biçimi ancak kölelerin ve hayvanların yeğleyeceği bir şeydir. Bunun üstünde, nispeten daha iyi bir hayat tarzı olan onur hayatı vardır.
Ama onur, bir onurlandıranın varlığını gerektirdiği için kendine yeterli değildir. Bazı insanlar servet peşinde koşarlar ama servet Aristoteles’e göre asla bir amaç değildir, sadece araçtır. Aristoteles’e göre dördüncü ve en doğru hayat tarzı, insanın doğal amacına ve yapısına uygun olan teorik hayattır (Ross, 2002: 223-224). Teorik hayat, hiç kuşkusuz bilgi esasına dayanan, insanı kendi özlüğüne uygun bir duruma sokan akıl yaşamıdır. Ama bu doğru bir yaşamın sadece bir yönüne işaret etmektedir. Öteki yönü, hiç kuşkusuz eylemlerimizle, yani etik değerlerle ilgilidir.
Böylece Aristoteles biri “etik erdemler” diğeri akli yani “dianoetik erdemler” olmak üzere iki tür erdemden söz eder. Biri insanın akli yaşamına işaret ederken öteki gündelik yaşamdaki edip eylemelerine ilişkindir. Her ne olursa olsun Aristoteles’in önerdiği doğru yaşam bir erdem yaşamı olmakta ve bu da erdemin ne olduğunu incelemeyi gerektirmektedir. Bu incelemeye, etik erdemlerle başlamak yerinde olacaktır.
1. Ahlaki Erdemler: Adalet, cesaret, ölçülülük, cömertlik, dostluk gibi… İki aşırı uç arasındaki doğru ortayı bulmaktan meydana gelen erdemlerdir.
2. Dianoetik Erdemler (Bilgelik Erdemleri): Entelektüel faaliyete bağlı olan ve şeylerin niçin olduklarını anlamak ve keşfetmekle belirlenen erdemlerdir. Bu erdemler teorik bilgelik ya da “Sophia” ile belirlenen erdemlerdir.
Etik erdemler insanın günlük yaşamındaki edip eylemelerine ilişkinken dianoetik erdemler bilim, sanat, pratik ve teorik bilgelik vb. gibi akli uğraşlarla ilgilidirler.
Aristoteles’e göre iyi olma ya da mutluluk denen şey erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilecek bir amaçtır. Erdem, en genel anlamıyla ele alındığında insanın kendi amacına uygun bir durumda olmasıdır. Yani insan, daima doğasına uygun biçimde eylemelidir. İnsan ruhunun farklı bölümleri doğru biçimde hareket etmeli, beden, işlevlerini uygun biçimde yerine getirmelidir.
Erdemli ruh, iyi düzenlenmiş bir ruhtur. Yani ruhun akıl, duygu ve arzu gibi yetileri arasındaki ilişkinin uyumlu olması gerekir. Erdemli bir eylem, işte böyle düzgün işleyen bir ruhta zemin bulabilir. Ahlaki eylem, bu vasıflara sahip bir insanın gönüllü ve bilinçli olarak amaçladığı ve özgürce seçtiği eylemdir (Thilly, 2000: 169-171). O hâlde bir eylemin ahlaki değer taşıyabilmesi için hiçbir baskı altında olunmaksızın gönüllü biçimde seçilmiş olması, eyleyen kişinin eylemi üzerinde bir bilince sahip olması, yani akli yeterliliğinin bulunması ve eylemin özgür biçimde seçilmiş olması gerekmektedir.
Bu durumda kendisine tehditle bir iş yaptırılmış olan kişinin eylemi, kişiyi ahlaki bir yükümlülük altına sokmaz. Aristoteles bunun yanı sıra bazı dış sebepler de saymaktadır. Örneğin; aşırı yoksul toplumlarda, maddi çevrenin elverişsiz olduğu durumlarda erdemli davranışlarda azalma ve zayıflama görülebilir. Yine de erdemli olmak, kişinin iç dünyasıyla ilgili bir durumdur ve tüm bu dış koşullardan bağımsız biçimde ele alınabilecek bir konudur.
Aristoteles’e göre erdemli, yani iyi bir kişilik, insanın özgür seçimleriyle daima erdemi seçerek ona göre eyleyerek ve bunu bir alışkanlık ve doğal eğilim hâline getirerek başarabileceği bir amaçtır. İnsanda “erdeme göre eyleme” yetenek ve kapasitesi doğuştan mevcuttur. Erdemlilik, bu yetinin uygun biçimde işlenmesi yoluyla yine bu yetiden çıkan bir eğilimdir.
İnsanlar erdemli iş yapa yapa erdemli, adil iş yapa yapa adil, ölçülü iş yapa yapa ölçülü olurlar (Nikomakhos’a Etik, 1105a). Yani tüm erdemler, dayanaklarını insanın doğal bazı yeteneklerinde, kapasitelerinde bulurlar ama bunlar ancak akıl ve bilgelik tarafından idare edildiklerinde, insanda tabii bir eğilim hâline getirildiklerinde gerçek birer erdem hâlini alırlar (Zeller, 2008: 265). O hâlde etik erdemler, insanın istemesinin ve seçimlerinin eğitilmesiyle oluşurlar.
Bu eğitim sayesinde insan doğru görüşlere dayanarak eylemeye alışır, kararlarında doğru bir görüşe dayanmak yeteneğini kazanır (Gökberk, 1994: 88). Kısacası insan her durumda erdemli eylemi seçmeli ve yapmalı, bunu alışkanlık hâline getirmelidir. Demek ki Aristoteles’e göre erdem, aynı zamanda bir seçim sorunudur. İnsanın, bir amaç adına herhangi bir eylemi seçmesi ve eylemesi sorunudur. Bu durumda sorun neyi seçmeliyiz, hangi eylemi seçersek erdemli oluruz sorusuna odaklanmaktadır.
Erdemli kişilik, erdemli davranışlarda bulunmayı alışkanlık hâline getirenlerce başarılabilecek bir amaçtır.
Aristoteles bu noktadan sonra her insan için az çok geçerli olabilecek bir seçim ilkesi belirlemeye girişir. Aristoteles’e göre bölünebilir yapıdaki her şey iki uç ve bir de orta noktadan oluşur ve bölünebilir her şey için daha az, daha çok gibi ifadelere başvurulabilir. Matematikte, bir doğrunun ortası, iki ucundan eşit uzaklıkta olandır.
Ama insani olaylarda bu denli kesin yargılara başvurmak, herkes için geçerli olacak bir “orta” tanımına ulaşmak elbette imkânsızdır. Aristoteles, insani olaylar ve durumlar söz konusu olduğunda herhangi bir şey için çok az ya da orta gibi ifadelerin kişiden kişiye değişeceğini kabul etmekle birlikte, herkesin kendi durumuna göre bir az, çok ve orta anlayışına sahip olduğunu da benimser. Aristoteles’e göre erdem, insanın aşırılıklardan ve eksiklikten kaçması, daima ortayı araması, onu tercih etmesidir. Bu orta, elbette matematik kesinlikte bir orta değil, “bize göre” orta olandır.
Erdem, işte bu ortayı hedef edinmektir. Aristoteles bize göre ortayı “gerektiği zaman, gereken şeylere, gereken kişilere karşı, gerektiği için gerektiği gibi davranmak” olarak tanımlar ve bunu erdeme özgü bir hâl tarzı olarak kabul eder. Sonuçta şu yargıya ulaşır; “O hâlde erdem, tercihlere ilişkin bir huy: Akıl tarafından ve aklı başında insanın belirleyeceğiyle belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur” (Nikomakhos’a Etik, 1106a-1106b).
Erdem, tercihlere ilişkin bir huydur. Aklı başında bir insanın, aklını kullanarak seçtiği, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur.
Aristoteles bu genel belirlemelerden yola çıkarak çeşitli erdemleri incelemeye koyulur. Örneğin; savurganlık, vermekte aşırılık, almakta ise eksiklik sergilemektir. Cimrilik ise almakta aşırılık, vermekte eksiklik sergilemektir. Oysa cömert kişi almakta da vermekte de ne aşırılık ne eksiklik gösterir. Cesaret korkaklıkla gözü karalık (ya da gözüpeklik) arasında orta olma durumudur ve aynı durum tüm erdemler için geçerlidir (Nikomakhos’a Etik, 1107b).
Örneğin; samimiyet, dalkavuklukla asık suratlılığın; alçakgönüllülük, utangaçlıkla utanmazlığın; doğrusözlülük, övüngenlikle öz güven yokluğunun; kibarlık, öfkelilikle öfkesizliğin; ılımlılık, sefihlikle duyarsızlığın ortasında durur (Ross, 2002: 240). Böylece Aristoteles, insana gündelik yaşamında eylemde bulunurken başvurabileceği genel bir seçme ilkesi sunmuş olmaktadır. Bu seçme iradesi, daha önce de ifade edilmiş olan amaç olanlarla araç olanların bilgisiyle birleştiğinde insanı erdemli bir yaşama yani iyiliğe, mutluluğa götürecek etkili bir yol olacaktır.
Çünkü Aristoteles’e göre eylem, hiçbir zaman kendinde bir amaç olamaz. O bir amaç değil, son aşamada insanın ereği olan teorik hayatı hedefleyen bir şeydir. Amaca yönelmiş bir araçtır. İnsan, her eylemini, kendisini nihai amacına, mutluluğa vardıracak bir araç olarak görmeli, mutluluğu elde etmesini sağlayacak eylemleri seçmelidir. Bu eylemler de yukarıda görüldüğü üzere daima aşırılıklardan ya da eksikliklerden uzakta olana yönelmelidirler.
Aristoteles insanın seçimlerinde daima göz önünde bulundurması gereken bu temel kuralı ortaya koyduktan sonra ahlaksal süreci çözümlemeye girişir. Ünitenin buraya kadarki kısımlarında verilen bilgiler ışığında süreç en genel ifadesiyle şu şekilde ilerler; a) Kişi bir ereği ister, b) Kişi düşünüp taşınır, B’nin A’ya, C’nin B’ye vs. araç olduğunu görür.
Yani araçlarla amaçlar arasındaki ilişkiyi çözümler, ereğe giden yoldaki araçları ya da aşamaları tespit eder, c) Ereğe ulaşma adına, burada ve şimdi yapabileceği şeyin ayırdına varır, d) Kişi burada ve şimdi yapabileceği araç eylemi seçer, e) Son olarak seçtiği eylemi yerine getirir (Copleston, 1997: 75). Bu temel kural gereği, örneğin bir öğrenci, her insan gibi mutlu olmayı amaçlamaktadır. Öğrenmenin, bilmenin kendisini mutlu kılacağını görmektedir. Böylece bilmek ve bilgiyi edinmek için bir okulda öğrenim görmek onun için araç eylemler olur.
Bu amaç ve araçlar adına burada ve şimdi yapabileceği şey ders çalışmaktır, bunu seçer ve yapar. Aristoteles’in bu çözümlemesi, herkesin gündelik yaşamı nda farkında olarak yahut olmaksızın gözettiği durumların bir özeti gibidir. Bu yönüyle Platoncu ahlaka nispetle gerçekçi bir görünüm sergiler.
Aristoteles’in, erdemi “etik erdemler” ve “dianoetik erdemler” olarak ikiye ayırdığı belirtilmişti. Yukarıda kısaca ele alınan etik erdemler, ruhun arzu ve iştah yetisinden kaynaklanan erdemlerdir. Oysa ruhun, tamamen akıl sahibi olan, akıllı kısmından kaynaklanan bazı erdemler de bulunmaktadır.
Bunlar; zorunlu ve ezeli-ebedi şeylerin bilgisi olan bilim, şeyleri nasıl meydana getireceğimizin bilgisi olan sanat, bilimin kendilerinden hareket ettiği ilk ilkelerin bilgisini veren sezgisel akıl, insan hayatının amaçlarının nasıl sağlanabileceğinin bilgisini veren pratik bilgelik ve sezgisel akılla bilimin birliğini ifade eden felsefi yani teorik bilgeliktir (Arslan, 2007: 251). Görüldüğü üzere Aristoteles, insanın zihinsel etkinlikleri sonunda elde ettiği her türden bilgi ve bilgeliği erdem kapsamında değerlendirmiştir ki bu da erdemi salt ahlaki bir durum olarak değil, aynı zamanda bilgi ve bilgelikle içli dışlı bir şey olarak gördüğünü göstermektedir.
Yukarıda sıralananlar içinde yer alan teorik bilgelik, metafizik, matematik ve doğa bilimi gibi disiplinleri içeren ve insan aklının ulaşabileceği en yüce hedeflere yönelmiş bir bilgeliktir. Buna karşılık pratik bilgelik, iyi ve doğru düşünüp taşınma gücüdür. İnsanlar için iyi ve kötü olan şeylerle ilgili olarak bir kural yardımıyla eylemde bulunma eğilimidir. Aristoteles bu pratik
bilgelik anlayışıyla etikte doğru kuralın ne olduğu sorusuna verdiği yanıtı tamamlamış olmaktadır: Doğru kural, pratik bakımdan bilge insanın düşünüp taşınması sonucunda ulaştığı ve ona, insan hayatının amacına, ereğine iki uç arasındaki orta noktayı oluşturan belli eylemlerle ulaşılacağını söyleyen kuraldır. Bu tür bir kurala uymak ahlaki bir erdemdir (Ross, 2002: 251-258). Böylece Aristoteles’e göre bilgelik de bir erdemdir ve insana doğru davranışın yolunu gösterir.
Adalet yasaya uygun olma ve doğru ya da eşit olma gibi iki anlama sahiptir. İlki adaletin genel anlamı, ikincisiyse özel ya da tikel anlamıdır. Adaletin tikel anlamı da dağıtıcı adalet ve düzeltici adalet olarak ikiye ayrılır. İlki servet ve imtiyazların yurttaşlara pay edilmesi, ikincisi ise yurttaşlar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi, suçların cezalandırılması esasına dayanır.
Aristoteles’in ele alıp incelediği belki de en önemli erdem, siyaset anlayışının da temelini oluşturacak olan adalet erdemidir. Aristoteles, adalet bahsinde sözcüğün iki ayrı anlamını birbirlerinden ayırarak başlar. Adil olan ile kast edilen şey; 1) Yasaya uygun ya da yasal olandır 2) Doğru ve eşit olandır.
İlk anlam adaletin tümel, evrensel kullanımına karşılık gelir. Devlet ve devletin oluşturduğu hukuk sistemi adaleti ve haklı olanı tanımlayıp kurduğuna göre yasaya uymak hiç kuşkusuz kişiyi adil kılacaktı r. Ama sözcüğün ikinci kullanımı, yani doğrulukla eş anlamlı olan kullanımı özel ya da tikel adalet olarak adlandırılır. Bu da kendi içinde ikiye ayrılır;
1) “Dağıtıcı” ya da “pay edici” adalet,
2) “Düzeltici” adalet.
Dağıtıcı adalet sitenin ya da toplumun gelir ya da ganimetlerini yurttaşlar arasında adil biçimde pay etmek esasına dayanır. Site yaşamı, özellikle de antik Yunan sitelerindeki yaşam görevlerin, onurların, servetlerin, ganimetlerin, toprakların, kısacası devlete ya da topluma ait olan ne varsa bunların tümünün yurttaşlara hak ettikleri oranda pay edilmesi esasına dayanmaktaydı. Elbette bu dağıtım yapılırken farklı devletlerde farklı ölçütler işletilebilir. Örneğin, demokraside ölçüt özgürlüktür
ve tüm özgür yurttaşlar eşit sayılırlar; oligarşide ölçüt doğuştan soylu olmak, aristokraside ise erdemdir.
Düzeltici adalet ise ya satın alma, borç verme gibi kişinin kendi rızasıyla girdiği işlerde uğradığı haksızlıkların düzeltilmesi ya da hırsızlık, yaralama, dolandırıcılık gibi kendi iradesi dışında yaşadığı haksızlıkların düzeltilmesi esasına dayanır. Burada dağıtıcı adalette olduğu gibi kişinin servetine, soyuna vb. bakılmaz.
Düzeltici adalet bakımından yurttaşlar kanun karşısında eşit sayılırlar ve eğer iyi bir insan kötü bir insana kötülük ettiyse ilgili kişilerin iyiliğine ya da kötülüğüne bakılmaksızın zarar telafi edilir. Bu durumda örneğin, bir adam bir başkasının eşyasını çalmışsa devlet çalınan eşyayı çalan kişiye geri verir ve hırsızı uygun bir cezayla cezalandırır (Nikomakhos’a Etik, 1129a-1132b). Aristoteles, adaleti bir yandan site ve toplum düzeniyle ilgili bir değer olarak görürken öte yandan onu bireyin durumuna ilişkin özel bir erdem olarak tanımlamıştır. Kişi doğru ve iyi bir insansa aynı zamanda adildir.
Çünkü adalet, sadece yasaya uymak değil, aynı zamanda doğru bir insan olmak, haksızlık etmemektir. Bu yönüyle adalet Aristoteles’in hem etik hem de siyaset anlayışında önemli bir yere sahiptir. |