Paradoks üzerindeki çalışmalar izlendiğinde, bu çalışmaların Aristo, Konfüçyüs, Freud, Hegel, Jung, Kierkegaard ve Lao Tsu gibi felsefe ve psikolojideki zengin temele sahip derin teorik köklerden faydalandığını görmekteyiz. Bu fikirler antik köklerden ortaya çıkmış olsa bile, paradokslar artan bir şekilde küresel, hızla değişen ve kompleks olan çağdaş organizasyonlar ve çevrelerine yoğunlaşmıştır. Küresel rekabet, organizasyonları düşük fiyata yüksek kaliteli ürünleri satmaya ve çeşitlenen yerel ihtiyaçlara cevap vererek küresel bazlı hizmetler önermeye itmiştir. Hızlı değişen işletme bağlamları ise kısa vadeli karlar ve uzun vadeli yönelimler için görünürde uzlaşmaz talepler yaratmıştır. Çevresel karmaşıklık, kafa karıştırıcı seçimlere yol açan muteber taleplerin eşit biçimde rekabetini elinde tutan çok çeşitli paydaşları ve ilgi gruplarını içermektedir. Bu paradoksal gerilimler farklı bir kurumsal mantığa ya da çoklu organizasyonel kimliklere gömülü olan organizasyonlar olarak yüzeye çıkmıştır. Üst düzey yöneticiler stratejik paradokslardan çıkan sürekli bir çekişme ortamı deneyimlerken, orta düzey yöneticiler ve çalışanlar bu duyguyu her günkü çalışma pratiklerinde, sosyo-duygusal ilişkilerinde ve bireysel kimliklerinde hissetmektedirler.
Paradoksal dinamikler çağdaş organizasyonlarda daha göze çarpar bir hale gelmeye başlayınca, araştırmacılar bu işin doğasını, yaklaşımlarını ve etkisini incelemeye yönelmişlerdir. Bazıları tanımlar, yapılar ve ilişkiler üzerinden paradoks teorileri yaparken, kimileri paradoksal ilişkileri spesifik olgulara uygulayarak incelemişlerdir. Hala da bazıları paradoksu teorileştirme aracı olarak kullanmaktadırlar. Bu uygulama çok yönlülüğü; paradoksu, anahtar yapı ve prensip setini olgular, bağlamlar ve teoriler üzerinden uygulayarak bir meta-teori haline getirmektedir. Meta-teori olarak paradoks, organizasyonel gerilimleri çevreleyen dinamiği, yapıları ve ilişkilerin daha derin anlamalarını sağlayarak ve teorileştirme süreçlerini ve mevcut teorileri zenginleştirerek yönetim bilimine güçlü bir mercek sunmaktadır.
25 yılı aşkın süredir yönetim araştırmacıları paradoks merceğini netleştirmeyi ve uygulamayı aramışlardır. Paradoks hakkındaki fikirler, felsefe ve psikoloji alanlarında derin köklere sahip daha eski geleneklerden faydalanarak gelişmişlerdir.
Temelleri
Paradoks hem Doğu hem Batı felsefesine dayanan kökleriyle zamanla kanıtlanmış bir kavramdır. Doğu kaynakları paradoksu varoluşun doğasını araştırmak için bir mercek olarak uygulamışlardır. Taoist Yin ile Yang sembolünce en iyi şekilde gösterildiği gibi paradoks birbirinden bağımsız, akışkan ve doğal olarak görülen zıtlıkları yansıtır (aydınlık-karanlık, maskülen-feminen, yaşam-ölüm gibi). Bireyler zıt unsurlar arasındaki gerilimleri tecrübe edebilirken, Budist, Hindu ve Taocu öğretiler böyle olmasının onların vurgulanan bütünlüğünü gizleyeceğini ortaya çıkarmışlardır. Bu gelenekler, paradoksun çözülmemesinin gerektiğini, aksine sahiplenilmesini ve ötesine geçilmesini, önererek, zıt unsurlar arasındaki birbirine bağlılığı vurgulamaktadır.
Paradoksun batıdaki felsefi temelleri para (aykırı, tersine) ve doxa (fikir, kanı) terimlerinde yansıtıldığı üzere Antik Yunanlılarda ortaya çıkmıştır. Doğudaki bilgelerle benzer olarak bu filozoflar paradoksu birbirine bağlı olsa bile çelişkili iddia olarak göstermektedirler. Bu gelenek birleştirici ilkeleri ve temelinde yatan doğruları yüzeye çıkarmak için zıtlıkları kullanarak çelişkilere vurgu yapmıştır. Antik filozoflar, retorik paradoksların akılla alay etmek ve en nihayetinde daha büyük rasyonelliği ve mantıksal analizi geliştirmek için irrasyonel ve absürt gözüktüklerini değerlendirmişlerdir. İyi bilinen bir örnek “ben yalan söylüyorum” ifadesinde özetlenen Yalancı’nın paradoksudur. Burada doğru ya da yanlış düşüncesini uygularsak tuhaf bir döngüyü başlatırız: Eğer biri bu ifadeyi doğru bulursa, o yanlış olacaktır; ama biri yanlış olduğunu düşünürse, o zaman bu doğru gözükecektir. Bu tip beliğ, retorik paradokslar çelişkilidir ve özgönderimseldir. Buna rağmen filozoflar paradoksu çözmeyi çabalamışlardır. Sokrates’in diyalojik metodunda nihai doğru, hüküm veren rekabet içindeki taleplerden çıkmıştır. Daha sonra Plato tarafından geliştirilen bu gelenek modern bilimsel sorgulama için temel ilkeleri sağlamıştır ve Aristo’nun biçimsel mantığı çelişkili olan doğruyu aramaya vurgu yapmıştır.
Daha sonraki modern felsefe, özellikle diyalektik ve varoluşsal yaklaşımlar, birbirine bağımlı çelişkilerin Doğu ve Batı kavrayışlarını harmanlamıştır. Hegel gibi diyalektik filozoflar zıt unsurlar (tez ve antitez) arasındaki doğal bir çatışmayı varsaymışlardır. Bu yaklaşım, mantığı kullanarak, çatışmanın çözülmeyi sağlayacağı vasıtasıyla ilerlemeli bir süreç tasavvur etmiştir. Ancak bu tip çözülme yeni bir çözüm (sentez) ortaya çıkararak ve daha büyük doğru için asla son bulmayacak bir arayışı körükleyerek alternatifini (antitez) ortaya çıkaran yeni bir iddiaya (tez) hizmet edebilir. Varoluşçuluğun babası olan Kierkegaard ile karşılaştırma yapıldığında, o varoluşsal paradoksu özellikle sonlu (kişisel ve sosyal normlar yada kısıtlamalar) ve sonsuz (araştırma ve belirsizlik) gibi zıt kuvvetler arasındaki sürüp giden bir alçalma ve akış olarak dile getirmiştir. Biçimsel mantık sonsuzluğun korkusundan bilinci koruyan ancak sonsuzluğun farkındalığını sonunda kızıştıran daha büyük anlamın bulunmasını engelleyen yapı ve düzeni olanaklı kılarken, rasyonellik sonlunun üzerinde durur. Sonlu ve sonsuz deneyimleri, devam edegelen karşılıklı tanımlayıcı bir etkileşimde kilitli kalır.
Çoğunlukla psikanalizde telaffuz edilen psikoloji, birbirine bağlı çelişkilere bireyle ilgili bilişsel ve duygusal yaklaşımları araştırarak tamamlayıcı temeller önermektedir. Örneğin Carl Gustav Jung özbilinçlilik ve özbilinçsizliğin çift taraflılığını kavramsallaştırmıştır. Zihinsel sağlık iç içe geçmiş zıtlıkları (güven-güvensizlik, bağımlılık-bağımsızlık, aşk-nefret) kapsamaktan yada -Jung’un terimleriyle- ışığın gölgeye imkan vermesi ve gölgenin ışığı vurgulaması olan tanımadan doğar. Rothenberg bu eğilimlerin ilham olarak doğadaki birbirine bağımlı çelişkileri kasıtlı olarak arayıp bulan yaratıcı dahilerin çalışmalarında bol miktarda olduğunu bulmuştur: Einstein hareketsiz ve hareket halindeki objelerin eşzamanlılığını karıştırmış, Mozart müzikte uyuşma ve ahenksizlikle meşgul olmuş ve Picasso ışığı ve karanlığı taşıyan görsel resimleri çıkarmaya çalışmıştır. Paradoksa karşılık olarak insan eğilimleri ters etki yaratabilir,hatta patolojik olabilir. Freud’e göre gerilimler kaçınma, bölünme ve yansıtma olarak gözlenen savunuculuğu tetikleyerek genellikle kaygıyı artırabilir. Bu gibi cevaplarla imkan tanınan herhangi bir rahatlık anlık bir his yaratır ve yine de bir tarafa ya da diğerine çekerek en sonunda iki arada bir deredeki gerilime yoğunlaşır. Aslında Palo Alto’daki Zihinsel Araştırma Ensititüsü’ndeki Bateson ve Watzlawick kısır ya da verimli döngülerdeki paradoksal dinamiği yükseltmek için potansiyele vurgu yaparken, Viyana’daki Adler ve Frankl tarafından yapılan psikanalitik çalışma gerilimlerin sıkıntısından, uzağından değil, hareketi cesaretlendiren terapiyi geliştirerek paradoksal yaklaşımları tavsiye etmiştir.
Tanım Olarak Paradoks
Bu felsefi ve psikolojik temeller, paradoksu tanımlamaları ve bu bakış açısını yönetim bilimi açısından netleştirmeleri için erken dönem organizasyonel teorisyenlere ilham vermiştir. Paradoksun kökenlerine bağlı kalarak, yönetim çalışmaları için cimriliğe imkân verecek bile olsa, paradoks “birbirine bağımlı unsurlar arasında ısrarlı çelişki” olarak tanımlanabilir. Bu tanım paradoksun iki temel özelliğini tespit etmektedir: çadırı genişletirken -bu çalışmaları diğer ilgili literatürlerle bağlayarak- merceği netleştirmek adına paradoksun sınırlarını birlikte bildiren çelişki ve birbirine bağlılık.
Çelişki paradoksal gerilimlerin temelinde yatmaktadır. Erken dönem filozofların ve psikologların açıkladığı üzere, çelişkiler iki grup arasındaki bir çekişme deneyimini besleyen zıt unsurlar olarak ortaya çıkar. Cameron ve Quinn’e göre paradokstaki temel özellik, karşılıklı dışlayan unsurlar olsalar bile çelişkili iddianın eşzamanlı mevcudiyetidir. Lewis’in açıkladığı üzere organizasyonel aktörler gerilimi tecrübe ederler çünkü çatışan talepler izole edildiklerinde mantıklı gözükürler ancak eşzamanlı olarak bakıldığında absürt ve irrasyoneldirler. Benzer şekilde Poole ve Van de Ven paradoksları kavramsal zorluklar yaratan teoriler arasındaki ilginç gerilimler, zıtlıklar ve çelişkiler olarak tanımlamışlardır. Yin ile Yang’ın çelişen siyah ve beyaz dilimleri çelişkili ilişkiyi göstermektedir.
Birbirine bağlılık, zıtlaşan unsurlar arasındaki kaçınılmaz bağlantılara vurgu yapmaktadır. Araştırmacılar zıt kuvvetler üzerinden birbirine bağlılığın çeşitlenen derecelerini göstermektedir. Erken dönem yönetsel yazılar; zıt kuvvetleri birbirine karışmış ama ayrı olarak tanımlarlar. Örneğin Cameron paradoksun mevcut olan ve aynı anda işlem gören çelişkili, birbirini dışlayan unsurları içerdiğini önermiştir. Bu araştırmacılara göre unsurları ayırmak mümkündür ancak onların eş zamanlılığı daha büyük bir bütünlük hissi yaratır ve yükselen verimliliğe ve yaratıcılığa olanak sağlar. Yin ile Yang’da siyah ve beyaz dilimler arasındaki uygunluk birleşmiş bir bütünü yaratan farklı unsurlar olarak bu sinerjistik ilişkiyi sergilemektedir. Diğer araştırmacılar çelişen unsurları karşılıklı oluşmuş ya da ontolojik olarak ayrılamaz olarak tanımlamışlardır. Bir süreçte mevcut olarak bu unsurlar asla tamamen ayrılamazlarmış gibi bir diğerini tanımlar. Diğer bir ifadeyle unsurlar aynı bozuk paranın iki tarafına işaret ederler. Bireysel farklılıklar ve kolektif uyuşma için iç içe geçmiş gereksinimler gibi grup paradokslarını araştırırken, Smith ve Berg çelişkilerin birbirine bağlı olduklarını ve çelişki olarak görünmesinler diye onları ayırmak için çelişkileri çekip ayırmaya insanlar ne kadar çok çaba gösterirlerse paradoksun özgönderimsel bağlarında o kadar ağa sarılmış olacaklarını açıklamışlardır. Yin ile Yang’da zıt gölgeyi yüzeye çıkaran siyah ve beyaz noktalar bu karşılıklı oluşuma vurgu yapmaktadır.
Paradoksun temel özelliği, devamlılığını doğurmaktadır. Smith ve Lewis paradoksu eş zamanlı olarak mevcut olan ve zaman geçtikte sürüp giden birbiriyle ilişkili unsurlar olan çelişkili iddia olarak tanımlamıştır. Paradoks alternatif kutuplar arasında sürekli değişen ve dinamik bir ilişki içerse bile, temel unsurlar çözülmeye dayanıklı olarak kalırlar. Aksine, birbirine bağlı çelişkiler zıt kuvvetler arasında periyodik bir ilişkiyi fitillerler. Bu dinamik ilişki her bir unsurun nasıl devamlı olarak bir diğerini bilgilendirmesini ve tanımlamasını anlatan süreçsel bir perspektif önerir. Yönetim üzerindeki talepler bu yüzden kontrol, kararlar ve çözümler üzerine daha geleneksel bir vurgudan paradoksu “ele alma” ya da “detaylı inceleme”nin dinamik, devam eden sürecine doğru değişmiştir.
Çelişkili ve birbirine bağlı unsurları baz alarak inceleme, paradoksun sınırlarını tanımlarken, kendisini diyalektikler ve dualiteler gibi ilişkili literatürlerle bağlamıştır. Paradoksa benzer olarak bu literatürler birbirine bağlı çelişkileri öncelikli olarak vurgu ve odağından farklılaşarak araştırır. Hegel’in yazdıklarında ortaya çıkan ve Marks ve Engels gibi siyasal araştırmacılar tarafından benimsenen diyalektik geleneği zıt unsurları tez ve antitez olarak tanımlamışlardır. Diyalektik literatürü -birbirinin altında yatan unsurlar arasındaki etkileşimleri tanımlarken- güç, çatışma ve değişim kavramları üzerinde durmuştur. Bu etkileşimler yoluyla Moshe Farjoun organizasyonel düzenlemelerin üretildiğini, sürdürüldüğünü ve dönüştürüldüğünü dikkate almıştır. Zamanla bu değişiklikler alternatifler arasında birleşmiş bir sinerjiye yol açabilir (sentez).
Paradoks araştırmacıları, yeni sentez temelde yatan gerilimi işe yaramaz hale getirdiğinde diyalektik gelenekten ayrılırlar çünkü paradokstaki gerilim sürerken, diyalektikteki sentez yeni oluşan bir antitezle karşılaşır. Yeni bir sentez diğer tez ve antitezle ilişkili olan ilk tez ve antitezi sürdürdüğünde diyalektik paradoksalı kanıtlar. Örneğin liderler mevcut ürünün pazarını ve teknolojisini silmekten ziyade bunlar üzerine eklenerek geliştirilen yeni ürünleri yapma gibi mevcut bir ürün ve inovasyonun gereksinimlerini eşzamanlı karşılayan bir sentez bulabilirler. Yine de bu sinerjilerin ortasında, araştırma ve kullanmanın paradoksal doğasını vurgulayarak temelde yatan gerilimler devam eder.
Dualiteler çelişkili unsurlar arasında olan birbirine bağlı bir ilişki üzerinde durur. Giddens ve Bourdieu gibi düşünürlerden faydalanarak, dualite araştırmacıları biri olmadan diğerini tanımlamak imkansız olacağı için karşılıklı oluşmuş ve ontolojik olarak ayrılamaz olan çelişkili unsurların arasındaki etkileşime vurgu yaparlar. Bu araştırmacılar bu tür ilişkiyi durağanlık ve değişim, maddesellik ve söylem ya da daha genel olarak madde dünyası ve sembolik dünya arasında olarak detaylandırmışlardır. Dualite araştırmacıları var oluşun daimi bir durumunda kalan değişen, süreçsel ve dinamik ilişkiler üzerine odaklanmışlardır. Paradoks anlayışlarla beraber, dualite araştırmacıları alternatifler arasındaki ilişkinin altını çizerken, onların çelişkilerine, tutarsızlıklarına ve çatışmalarına daha az önem vermişlerdir.
Artan çevresel dinamizm ve karmaşıklık paradoksun tecrübesine yoğunlaştığı için paradoksal anlayışlar geniş çapta uygulanmaktadır. Quinn ve Cameron’un belirttiği gibi, paradokslar bu yüzden çalkantılı zamanlarda daha sık idrak edilir. Smith ve Lewis benzer şekilde organizasyonel paradoksların sıklıkla görünmez kaldığını ve özellikle çoğulluk, değişim ve kıtlık şartları altında göze çarpar hale geldiğini savunmuşlardır. Çoğulluk farklı istekleri olan çoklu paydaşların bildirdiği görüşlerin çeşitliliğini içerir. Farklı bakış açılarının olması zıt yönlerin çekiliyor olma duygusunu doğurur. Çeşitli paydaşlar stratejik çatışmaları yüzeye çıkaran rekabetçi beklentilerini ortaya koyar. Değişim o andaki uygulamalar ile gelecekteki fırsatlar arasındaki çatışmayı kızıştırarak şimdiki zamandan uzak bir geleceğin yaratılmasını gerektirir. Liderler yeni fırsatları ararken hâlihazırdaki yetenekleri kullanmaya girişmekle boğuşur. Sonunda kıtlık, kaynakları sınırlı olarak çerçeve içine alır. Aşırı kaynakların ya da gevşekliğin tecrübesi deneylemeyi ve yaratıcılığı körükler. Karşıt olarak kaynakları kıt olarak tecrübe etmek, rekabet içerisindeki talepler arasında gerilimin tanınmasına yoğunlaşarak çoklu hedeflerle yüzleşme kabiliyetini ortaya çıkarır. Çoğulluk, değişim ve kıtlığın çevresel şartları, paradoksla meşguliyet ve göze çarpmasına yoğunlaşan sınırlar işlevini görür.
Bir Meta-teori Olarak Paradoks
Kriterler artan bir şekilde tanımlı ve şablonlar hem detaylı açıklanmış hem de tutarlı oldukça, paradokslar, organizasyonel gerilimler ve onların yönetimi üzerine bir meta-teori olarak ortaya çıkacaktır. Bir meta-teori “kapsayıcı bir teorik perspektifi” temsil eder. Bunun gibi bir meta-teorinin değeri iki yönlüdür. İlki, geniş bir şekilde farklılaşan fenomenlerin çalışılmasına ve teorileştirilmesine yardımcı olacak genel ilkeleri tanımlamaya çalışır. Bir meta-teori olarak paradoks gerilimlerin ilkelerini ve onların çoklu bağlamlar, teoriler, metodolojik yaklaşımlar ve değişkenler üstünden yönetimini ele alır. İkincisi, bir meta-teori daha spesifik ve önceden uygulanmış teoriler arasında köprü kurmaya olanak verebilir ve teorileri tamamlar. Bu itibarla çoklu yönetim teorileri üzerinden meta-teorileştirme için bir araç olur. Bu potansiyel, paradoks anlayışlarının uygulamasının üç farklı yönetim alanında tanımlanmasıyla görülmektedir: yönetişim, liderlik ve değişim.
Kurumsal yönetişim araştırması firmaların yönetim kurullarını, onların sorumluluklarını ve organizasyonel sistemler, pratikler ve üyelerle etkileşimlerini inceler. Yönetişim literatürü, yönetim kurulu ve firma yöneticileri arasındaki ilişkiyi çok sık bir biçimde çevreleyen birçok ısrarcı gerilimi tanımlamaktadır. Paradoks merceğini uygulayarak Sundaramurthy ve Lewis kontrol ve işbirliği için hem birlikte var olan hem de rekabet eden yönetişim ihtiyaçlarını araştırmıştır. Birlikte var olmayı açıklarken, yöneticileri izlemede eleştirel yönetim kurulu rollerini ve fırsatçı davranışı zapt etmeye yardım için kontrol mekanizmasını tanımlayarak, vekâlet teorisinden (agency theory) faydalanmışlardır. Rekabet eden yönetişim ihtiyaçları için ise, daha yaratıcı problem çözmeyi geliştirerek ve liderlerin içe yönelik motivasyonunu ateşlemek için yönetim kurulu-yönetici işbirliklerini artıracak potansiyel üzerinde durarak temsil teorisini (stewardship theory) kullanmışlardır. Önceki kurumsal yönetişim çalışması kontrol ve işbirliğini sıklıkla çelişen talepler olarak gösterirken, bir paradoks merceği onların birbirine bağlılığının ve ısrarlı durumunun çalışmasına yardım etmiştir. Aktörlerin bu gerilimlere defansif yanıtlarını incelerken, bu iki araştırmacı kısır ve takviye döngüleri, eğer yönetişim çok uç noktaya çekerse, sonuç bulacak detaylı bir şekilde anlatmışlardır.
Liderlik araştırması, etkilemenin farklı tarzlarının verimliliğini inceler. Gelgelelim liderlerin rollerinin ve etkileşimlerinin değişen ve çeşitlenen doğası çok sayıda paradoksal taleplerle karşı karşıya gelir. Smith, araştırma, kullanma ve onların entegrasyonu arasındaki vurguyu yineleyen dinamik karar vermenin, liderlerin inovasyon gerilimlerini yönetmesine yardım edeceğini ortaya çıkarmıştır. Sağlık bakımı sağlayıcılarındaki çoklu vaka çalışmalarından faydalanarak, Denis, Lamothe ve Langley organizasyonel değişim sırasında durağanlık ve uyarlanırlık arasındaki gerilimleri yönetmek için kuvvetli liderlik ile onaylama eğilimli liderlik arasında değişim olmasını önermiştir. Buna ek olarak Smith, Besharov, Wessels ve Chertok, hem birbirine bağlı hem de çelişkili sosyal ve ticari taleplere değinen sosyal girişimcilere imkân tanımayı amaçlayan bir paradoks liderliği modeli ileri sürmüşlerdir. Benzer biçimde Zhang ve arkadaşları paradoksal liderlerin spesifik özellikleriyle uzun dönemli başarı arasında bağlantı kurmuşlardır.
Organizasyon teorisi sıklıkla iki yönlülük etrafında çerçevesi çizilen geçmiş ve gelecek arasındaki değişim gerilimlerini vurgularlar. Bu çalışmalar eş zamanlı olarak araştırma ve kullanma ve dolayısıyla üstün uzun dönemli firma performansına olanak vermesi için organizasyonlara kabiliyeti işaret etmişlerdir. Paradoks perspektifinin artan kullanımı bu alandaki akademik tartışmayı, ayırmaya dayalı olan talimatlardan (yapısal farklılaşım ya da ardışık dikkat) araştırma ve kullanma arasındaki sinerjiyi olanaklı kılan daha entegre yaklaşımlara taşımıştır. Ek olarak çalışmalar, organizasyonlar inovasyon gerilimleri kanalıyla hayatta kalmayı, büyümeyi ve işlemeyi öğrenirken, paradoksla ilgilenmenin nasıl verimli ve takviye döngülerini ateşleyeceğini örneklemektedir.