Elitizm Nedir, Elitist Teori Nedir?

Elit (seçkin) kelimesi on yedinci yüzyılda üstün nitelikteki lüks malları tanımlamak için kullanılmıştır.

Sonradan bu sözcüğün kullanım alanı genişlemiş ve birinci sınıf askeri birlikle ya da soyluluktaki yüksek mertebeler gibi üst sosyal grupları kapsamaya başlamıştır. Seçkin kavramının sosyal ve siyasal literatürde sık kullanılmaya başlaması Kıta Avrupa’sında on dokuzuncu yüzyılın sonlarında olmuştur (Bottomore, 1997, s. 7-8).

Elitizm, siyasi ve sosyal literatürde belli niteliklere sahip kişilerin (bir azınlığın) devlet yönetiminde sorumlu olması, dolayısıyla aristokratik ve oligarşik bir düzenin varlığını tanımlamaktadır. Bu bağlamda elitist düşünce, siyasetin özerk ve belirleyici olduğu görüşünden hareketle şekillenmiştir (Vergin, 2003, s. 111).

Elitizmin kuramsal bir çerçeveye oturtulması ve buna dönük birtakım teorilerin geliştirilmesi her ne kadar on dokuzuncu yüzyıldan sonra yaygınlık kazanmışsa da seçkin bir azınlığın yönetimi düşüncesi oldukça eskidir. Bu bağlamda ilk elitist yaklaşımın sahiplerinden biri Platon’dur. Platon’un devlet anlayışında ideal devlet bilge bir azınlığın yönetimini öngören aristokratik bir düzendir. Bu ideal devlette üç toplumsal sınıf bulunmaktadır. Bunlar üreticiler, koruyucular ve yönetenlerdir. Platon’a göre devlet yönetimi için akıllı, değerli, üstelik de toplumla ilgili insanlar bulunmalıdır.

Platon ya filozofların kral ya da kral olanların filozof olması gerektiğini; toplumun anarşi, kaos ve diğer bunalımlardan bu şekilde kurtulacağını iddia etmektedir (Ağaoğulları, 2014, s. 100; Tunçay, 2006, s. 64; Göze, 2015, s. 21). Yöneten sınıfın dışında kalanlar; toplumun bütün üretici güçleri, toplumun varlığını sürdürmek için ihtiyacı olan maddi ürün veya malların üretimi ve dağıtımı için çalışan kesimlerin tümüdür (Arslan, 2006, s. 409).

Platon ve daha sonra Aristo’da da görülen elitist yaklaşımının kuramsallaştırılmasında Vilfredo Pareto, Roberto Michels, Gaetona Mosca, Joseph Schumpter ve Wright Mills gibi yazarlar önemli rol oynamıştır (Vergin, 2003, s.. 112- 120). “Elit teorileri” olarak adlandırılan bu kuramlar Marxist toplumsal sınıflar ve sınıf çatışması analizine karşı liberal kuramcılar tarafından sistemleştirilmiştir (Duverger, 1998, s. 160, Bottomore, 1997, s. 23).
Mosca elit ve kitle arasında bir ayırım geliştiren ilk yazardır.

Fakat Mosca’nın çalışmalarında “elit” (seçkin) kavramı değil, “yönetici sınıf” ya da “siyaset sınıfı” tabiri bulunmaktadır. Mosca toplumsal yapının “yönetici sınıf/ siyaset sınıfı” ve “yönetilen sınıf” olmak üzere iki ayrı kutuptan oluştuğunu belirtmektedir. Mosca, bunun evrensel bir gerçeklik olduğunu da belirtmektedir. Çünkü ona göre bu durum, her toplum ve siyasal rejim için geçerlidir. Yönetici sınıf, kemiyet (nicelik) itibariyle azınlıktadır; fakat siyasal sistemi ve iktidar olgusunun işlevlerini kendinde toplar; kaynakların dağıtımında ve paylaşılmasında söz sahibidir. Aynı zamanda yönetici sınıf bir siyasal formül yardımıyla bu somut ve pratik durumu da meşrulaştırır.

Bu açıdan keyfiyeti (niteliği) yüksektir. Yönetilen sınıf ise nicelik itibariyle çoğunluktadır. Bu sınıf yöneten sınıfın gözetiminde ve denetimindedir; mevcut normatif kurallara uymaktadır (Vergin, 2003, s. 116-117; Duverger, 1998, s. 162-163).

Pareto, Mosca’dan farklı olarak ‘yönetici sınıf’ kavramını yerine “elit” kavramını kullanmıştır. Pareto’ya göre tarih belirli bir elit grubunun bir döngü içerisinde birbirlerini ikame etmelerinden ve nöbetleşmelerinden ibarettir ve bu yönüyle “aristokrasilerin mezarlığıdır” (Pareto, 2005, s. 35-39). “Elit dolaşımı” olarak kuramsallaştırdığı bu düşüncesine göre, toplumda siyasal ve sosyal işleyişin üst tabakasında belli bir elit kesim bulunmaktadır (Vergin, 2003, s. 113-114).

Bu kesim kendi faaliyet dallarında en yüksek endekslere ya da notlara sahip olan insanlardır. Bir okulda en yüksek notları alan öğrenci, bir şirkette en yüksek performansa sahip çalışan veya bir siyasi dizgede seçimleri kazanıp iktidarı ele geçiren siyasetçilerin oluşturduğu sınıf seçkinler sınıfıdır (Bottomore, 1997, s. 8). Bu bağlamda Pareto’da elitler “hükümet/siyasi elitler” ve “hükümet dışı/siyaset dışı elitler olmak üzere iki ayrı kesimden meydana gelmektedir (Duverger, 1998, s. 161). Elit dolaşımı toplumsal barışı ve uyumun sağlanmasında önemli bir işlev yüklenmektedir. Çünkü bu döngünün içine katılmak soy ya da başka ihtiyari olmayan niteliklere göre değil; bireysel niteliklere göre olduğundan toplumun alt katmanları bu döngüyü beslemektedir. Böylece yönetilen sınıfın her bireyi gerekli nitelikleri edindiğinde elit kesiminin parçası olmak için adaydır (Duverger, 1998, s. 162).

Joseph Schumpeter ise demokrasiyi bir amaç değil, bir yöntem (vasıta) olarak değerlendirmektedir. Demokrasi; insan hakları, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi ideallerin gerçekleştirilmesinde çok önemli olabilir; ama bu ideallerden biri değil, bu ideallere giden bir yol ve yöntemdir. Demokrasi, Shumpeter’e göre yönetici kadrolar arasında bir rekabettir; halk yönetimi değildir.

Zaten halk da, siyasal süreci tek başına yürütecek zihni ve pratik donanımlardan yoksundur. Bu noktada halk güvendiği bir kadroyu, karar alma sürecini ve siyasal sistemi yönetmek için destekleyip iktidara getirmekte; rekabet sürecindeki diğer elit aktörleri reddedip, yönetim hiyerarşisinden dışlamaktadır (Vergin, 2003, s. 120-122).

C. Wright Mills de ABD toplumunda elit kesimini üç farklı gruptan oluştuğunu iddia etmektedir. Bunlar siyasal kurumlardaki üst kademe yöneticiler, askeri liderler ve büyük şirketlerin yöneticileridir. Bu gruplar karşılıklı taviz ve uzlaşılarla işbirliği yapıp homojen bir grup oluşturmakta ve iktidarı paylaşmaktadır (Vergin, 2003, s. 123-124).

Avrupa ve özellikle Almanya’daki Sosyalist partilerin ile bazı işçi sendikaların iç yapılanmalarını ve davranışlarını inceleyen Roberto Michels de örgütler söylem ve formal (resmi) düzeyde her ne kadar demokratik olduklarını belirtse, yönetici kadrosu düzenli aralıklarla yapılan seçimler neticesinde belirlense de nihai kertede yönetimi ele geçirip kendi menfaatlerine hizmet edecek şekilde örgütlerde güç ve sorumluluğu ele alan küçük bir kurmay heyetin, elit grubun ortaya çıkacağını savunmaktadır.

Bu durumu “oligarşinin tunç yasası” olarak niteleyen Michels, demokrasinin örgütlenmeyi, örgüt yapılarının da “doğası” gereği oligarşik bir yapıyı meydana getirdiğini belirtmektedir (Duverger, 1998, s. 175-176; Vergin, 2003, s. 116-117)

Türkiye toplumu da açıkçası elitizm tartışmalarına belli aralıklarla şahit olmaktadır. Eski bir manken olan Aysun Kayacı’nın, 2008 yılında katılımcısı olduğu televizyon programında 'dağdaki çobanla benim oyum eşit mesela. Niye?' ifadelerini kullanması ve yine aynı programda bulunan ve Türkiye’nin çok okunan edebiyatçılarından olan Pınar Kür’ün de destek çıkması toplumda uzun süre tartışılmıştır. Sonraki tartışmalarda bu elitist tutum “çoban ile profesörün oyu aynı mı?” ve benzeri ifadelerle gündeme gelmeye devam etmiştir.

Yakın dönemde de bir pop müzik sanatçısı olan Erol Evgin 2016 yılında verdiği röportajda “parmak basanla 3 üniversite bitirenin birer oy hakkı olması adaletli mi?” demesi başka bir elitist yaklaşımın örneğidir.
Platon’da görülen ve daha sonra başka yazarlar tarafından kuramsallaştırılan elitist düşünce liberalizmin önemli isimlerinden olan J. Stuart Mill’de de görülmektedir.