Video su altta verilmiştir.
1992 yılında, Elvis Presley’in bir filmini aramak üzere Ohio’nun Cleveland şehrine giden İngiliz video prodüksiyon şirketi Merlin Group’un başkanı Ray Santilli, burada elinde sözkonusu filmin bulunduğunu söyleyen kameraman Jack Barnett ile tanıştı. Elvis filmi üzerinde anlaştıktan sonra Barnett İngiliz prodüktöre elinde ilgisini çok çekecek başka bir film olduğunu söyledi ve Santilli’ye 16 mm’lik siyah-beyaz filmlerden oluşan 22 kutu gösterdi. Barnett’in söylediğine göre, bu filmler 1947 yılında Amerikan Ordusu’nda görev yaparken filme aldığı çok gizli bir olaydan kesitlerdi. Filmin konusu ise oldukça olağandışıydı: Bir uzay aracının ele geçirilişi ve ölü uzaylıların otopsileri!
Barnett’in iddiaları Santilli’nin ilgisini çekmişti, fakat yaşlı adamın hikayesinin doğruluğuna ancak Barnett kendisine 1942-1952 yılları arasında gerçekten de ABD Ordusu için kameramanlık yaptığını kanıtlayan kağıtlar ve fotoğraflar gösterdikten sonra ikna oldu.
Barnett’in geçmişi hakkında çok az şey bilinmektedir; Barnett, hükümet sırlarını açıkladığı için, olası bir kovuşturmayı engellemek amacıyla kişisel bilgilerinin gizli tutulmasını istemiştir. Barnett, Ordu’ya 1942 yılında katılmış ve savaş kameramanı olmuştur. 1944’te Hava Kuvvetleri Şef Yardımcısı’na bağlı İstihbarat Departmanı’na atanan Barnett, 1947 yılında New Mexico’daki White Sands Üssü’ne gönderilmiş, aynı yılın Haziran ayında ise Stratejik Hava Komutanlığı’ndan Tuğgeneral Clements McMullen’ın emri üzerine Washington D.C.’ye gitmiştir. Kısa bir süre sonra, Barnett ve çoğunlukla tıbbi personelden oluşan 16 kişilik bir ekip Washington’dan New Mexico’nun Socorro kasabasının güneybatısındaki bir kaza yerine gönderilmiştir. Roswell, Socorro’dan 163 mil uzaklıkta bulunmaktadır. Barnett’a kazanın Sovyet casus uçaklarından birinin düşmesi sonucu meydana geldiği söylenmiş ve kaza yerindeki enkazın kaldırılışını filme alması emredilmiştir. Barnett kaza yerine vardığında çöldeki enkazın bir Rus uçağına ait olmadığını, yerde tersyüz olmuş bir şekilde duran büyük bir uçan daireye ait olduğunu görmüştür. Enkazın kaldırılışını ve incelenmesini filme alan Barnett, daha sonra ölü uzaylılara yapılan otopsiyi görüntülemek üzere Teksas’taki Forth Worth Üssü’ne gönderilmiştir.

Uzaylıların otopsileri Profesör Detlev Bronk, ve Barnett’ın isminin Dr. Willies ya da Williams olduğunu söylediği bir doktor tarafından yapılmıştır. Bu otopsilerin birinde bizzat Başkan Truman da bulunmuştur.
Santilli, özellikle Başkan Harry Truman’ın bu otopsilerden birini izlerken çekilen sahneyi gördükten sonra, bu filmleri Barnett’ten satın almıştır. Aynı dönemde, Santilli İngiltere UFO Araştırma Derneği BUFORA’nın Araştırma Müdürü Philiph Mantel’la bir UFO belgeseli yapma konusunda görüşmüştür. Santilli ve Mantel, Londra’da bir basın toplantısında bir araya gelmişler, Santilli burada Mantle’a otopsi filminden bahsetmiş fakat onu Mantle’a göstermeye henüz hazır olmadığını söylemiştir.

Otopsi filminin ortaya çıkmasını isteyen Philiph Mantle, basın temsilcisi Carl Nagaitis aracılığıyla İngiltere’de bir dedikodu yayarak gizlenen otopsi filminin aslında film yönetmeni Steven Spielberg tarafından yürütülmekte olan yeni ve büyük bütçeli bir projenin bir parçası olduğunu söylemiştir. Steven Spielberg’in prodüksiyon şirketi ise bu haberler üzerine hemen bir basın açıklaması yayınlayarak yönetmenin Roswell ile ilgili herhangi bir projesi olmadığını belirtmiştir.
Bu gelişmeler üzerine Santilli, otopsi filmlerinden birini 28 Nisan 1995’te düzenlediği özel bir toplantıyla Reg Presley, ekin çemberleri araştırmacısı Colin Andrews, Roma’dan Maurizio Biata ve Philiph Mantle’a göstermiştir. Santilli’nin açıklamasına göre bu 9 dakikalık film, Temmuz 1947’de Dallas’taki Forth Worth Üssü’nde yapılan bir otopsiyi göstermekteydi.

Filmin görüntü kalitesi çok bozuktu, fakat birtakım çarpıcı detaylar fark edilebiliyordu. Kamera sabitlenmiş gibiydi, bir odanın köşesine bakıyordu. Odadaki masanın üstünde insan olmadığı açıkça fark edilen cansız bir beden yatmaktaydı; üstü bir örtüyle örtülmüştü. Beyaz giysiler içindeki iki adam cesetten doku örnekleri aldılar, bu sırada siyah giysili üçüncü bir kişi ön planda sırtı kameraya dönük olarak durmaktaydı. Masada yatan varlık orta boyluydu. Ellerinde ve ayaklarında altı parmak vardı. Mantle’a göre en dikkat çekici özelliği büyük, koyu renk gözleriydi. Film bu varlığa yapılan otopsinin görüntülerini içeriyordu.

Bir hafta sonra, 5 Mayıs 1995’te, Santilli 3 Temmuz 1947 tarihinde yapılan ikinci otopsiye ait daha uzun bir filmi, gazeteciler, bilimadamları ve UFO araştırmacılarından oluşan 90 kişilik bir seyirci kitlesine göstermiştir. Antropolojist ve Magazin 2000 dergisi editörü Michael Hesemann ekranda gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
“…Bir tür ameliyat masası üzerinde çıplak, insan olmayan bir yaratığın cesedi yatmakta. Yaratığın büyük saçsız bir kafası, büyük, koyu renk gözleri ve ağzı, küçük bir burnu ve kulakları var. Hemen hemen insan orantılarında bir vücudu olan yaklaşık 1.5 metre boyundaki yaratığın karın bölgesi oldukça şişkin (atmosferin etkilerinden meydana geldiği sanılmakta). Sağ ayağında derin yaralar var, kas lifleri görülebiliyor…Dış üreme organlarının yerinde vajinayı andıran bir çöküklük var…Yaratığın kafası incelenmek üzere kesilip ayrılıyor –kafatası zorlukla açılıyor ve daha şimdiden çürümüş beyin dışarı çıkarılıyor. Yaratığın cildi insan cildini andırıyor, iç organları da insan iç organlarından farklı. Uzaylı şaşırtıcı ölçüde insana benziyor. Hiçbir şekilde, uzun ve sıska kolları olduğu söylenen küçük gri yaratıklara benzemiyor; Buradaki, büyük bir kafatası, normal büyüklükte elleri ve ayakları olan kısa boylu bir varlık. Otopsi esnasında odada dört kişi bulunuyor; bunlardan biri bir kadına benziyor. Cesedin solunda üstünde ameliyat malzemeleri olan küçük bir masa duruyor…Duvardaki saat otopsinin başlangıcında 10:06’yı, bitişinde ise 11:45’i gösteriyor. Bu da otopsinin yaklaşık 2 saat sürdüğünü gösteriyor. Duvarda ayrıca spiral kordonlu siyah bir telefon ve üzerinde “Tehlike” yazılı bir levha asılı. Film her üç dakikada bir kararıyor ve sonra görüntü yeniden başlıyor.”

Film üzerindeki tartışmalar, filmin 28 Ağustos 1995’te dünya genelindeki 28 TV istasyonunda yayınlanmasıyla birlikte doruğa ulaştı. Şüpheci kesim sürekli yeni detaylar bularak filmin sahte olduğunu ispatlamaya uğraşıyordu. Telefonun spiral kordonu, duvardaki saat, ameliyat malzemeleri, hatta doktorların koruyucu giysileri bile bir şeylerin yanlış ve alışılmadık olduğunun bir kanıtı olarak sunulmaya çalışılıyordu.

İlk incelemeler olumluydu: duvar saati 1936 yılından beri satılmaktaydı; odada asılı mikrofon 1945’ten beri piyasadaydı. Filmde görülen ameliyat malzemelerinin, 1940’larda otopsilerde kullanılan standart aletler olduğu Amerikan Adli Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı Profesör Cyril Wecht tarafından doğrulandı.
Peki ya filmdeki doktorlar? Özellikle Majestic-12 belgelerinin su yüzüne çıkmasından sonra UFO çevrelerinde sık sık ismi geçen, bio-fizikçi ve Hava Kuvvetleri Danışma Komitesi üyesi Dr. Detlev Bronk, hiç şüphesiz, bir uzaylının otopsisini yapma konusunda güvenilecek nadir insanlardan biriydi. Fakat Dr. Williams Roswell araştırmalarında daha önce hiç sözü edilmemiş yeni bir isimdi. Uzun bir araştırmadan sonra, gerçekten de Dr. Robert Parvin Williams isminde bir doktorun olduğu ve o dönemde Virginia’daki Forth Monroe Üssü’nde genel cerrah asistanı olarak görev yaptığı ortaya çıkmıştır. Yalnızca Dr. Williams’ın adını vermesi bile Barnett’in Ordu hakkında oldukça bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.
Otopsi filmini inceleyen Sheffield Üniversitesi Adli Patoloji Bölümü’nden Prof. Christopher Milroy, filmdeki görüntülerin insanımsı bir vücuda sahip genç bir kadına ait olduğu sonucuna varmıştır. Milroy, bu kadının beyin yapısının insanınkine benzemediğini belirtmiş ve operasyonun bir cerrah tarafından değil deneyimli bir patalog tarafından yapılmış olduğunu da sözlerine eklemiştir: Tıpkı fizyolog ve bio-fizikçi Detlev Bronk gibi! Daha sonra araştırmacı George Wingfield’la da görüşen Milroy, otopsiye konu olan bedenin “zekice yapılmış bir model bebek değil, bir ceset” olduğunu bildirmiştir.
Tüm bunlara rağmen, şüpheci kesim film hakkındaki tartışmalarına devam etmiştir. Böyle şaşırtıcı ve radikal bir belgenin gerçeklere dayandığının kanıtlanması için belirli kriterlere uyması gerektiğini belirten şüpheciler, belgenin kaynağının bilinmesi ve tanımlanması gerektiğini söylemişlerdir. Fakat Santilli, ABD Hükümeti’nin Ordu sırlarını açıkladığı için ona karşı misilleme yapabileceğini söyleyerek Jack Barnett hakkında daha fazla bilgi vermeyi reddetmiştir. Şüpheciler ayrıca, belgenin doğruluğunun kanıtlanması için yaşının ve fiziki özelliklerinin de tespit edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Santilli’nin filmin yaşı konusundaki tek kanıtı Kodak’ın film kutuları üzerine işlediği, her yıl değiştirilen ürün kodlarıydı. Araştırmalar sonucunda otopsi filminin üzerinde bulunan, bir kare ve bir üçgenden oluşan kodun Kodak tarafından 1927’de, 1947’de ve 1967’de üretilen tüm filmler üzerinde bulunduğu ortaya çıkmıştır.
İşte tam bu sırada elde edilen çok güçlü bir kanıt, otopsi filminin gerçekliği hakkındaki tartışmalara son noktayı koymuştur. Filmin yaşı hakkındaki tartışmaları takip eden fotoğraf uzmanı Bob Shell, problemi kesin olarak çözebileceğini söylemiş ve Santilli tarafından kendisine gönderilen film parçaları üzerindeki incelemelerine başlamıştır. Shell’in araştırmasının ilk sonuçları 19 Ağustos 1995’te açıklanmıştır: “Kullanılan film, 1940’ların başlarında üretilmeye başlanan ve 1956-57 yıllarında üretimi durdurulan Cine Kodak Super XX marka bir filmdir. Filmin üzerindeki kodlar 1927, 1947 ya da 1967 yıllarına ait olabileceğinden ve bu film 1927 ya da 1967 yıllarında üretilmemekte olduğundan, geriye tek olasılık olarak 1947 yılı kalmaktadır. Resimlerin kalitesi ve filmin bulanıklığı, görüntülerin film çok tazeyken, yani üretiminden sonraki ilk 3-4 yıl içinde, çekildiğini göstermektedir. Bu bakımdan, filmi 1947’nin Haziran ve Temmuz aylarında çektiğini ve birkaç gün sonra da hazır hale getirdiğini söyleyen kameramanın bu açıklamasından şüphe etmek için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Filmin fiziksel özellikleri konusunda yaptığım testlere dayanarak, bu filmin kameramanın söylediği zaman ve söylediği şekilde çekilmiş olduğunu doğrulamaya hazırım.”
Shell film üzerindeki araştırmasını 6 Eylül 1995’te tamamlayarak tartışmalara son noktayı koymuştur: “Roswell filminin ve filmdeki görüntülerin fiziksel özellikleri 1947 yılında üretilen, çekilen ve işlenen bir film olduğunu göstermektedir.”
OTOPSİ – GİZLİ BELGELER
Roswell enkazında ele geçirilen ölü uzaylılar üzerinde gerçekten de otopsi yapıldığını kanıtlayan, Santilli filmi dışında başka belgeler de bulunmaktadır.
Amerikan Hükümeti’nin Gezegenlerarası Olaylar Birimi IPU ve MJ-12 gibi diğer birtakım gizli operasyon grupları tarafından Roswell kazası hakkında hazırlanan raporlar, olay hakkında bilinmeyen pek çok gerçeği gözler önüne sermektedir.
Roswell soruşturmasının en rahatsız edici noktası, kaza yeri yakınlarında bulunan uzaylı bedenlerinin incelenmek üzere kesildiğine ve otopsilerinin yapıldığına dair kayıtlardı. Örneğin bu soruşturmayla ilgili belgelerin birinde, uzay aracının içinde ölü hayvanlara ait parçalar bulunduğu belirtilmekteydi.
Kaza yerinin temizlenmesi sırasında uzaylı bedenlerinden birini ortadan kaldırmaya çalışan bir teknisyen son anda engelenmişti. Bir başka teknisyen, o dönemde “Dünya Dışı Biyolojik Varlıklar” adı verilen uzaylılardan birini ceset torbasına yerleştirdikten sonra dört saat boyunca komada kalmıştı. Yine bu operasyon esnasında, üç personel hastalık belirtileri göstermiş ve incelenmek üzere hemen Los Alamos Laboratuarına götürülmüştü. Bu üç asker, daha sonra ani hastalık nöbetleri ve durdurulamayan kanamalar nedeniyle can verdi. Bu askerlerin üçü de koruyucu elbiseler giyiyorladı. Bunlardan ikisi uzaylıların vücudundan çıkan sıvıya temas etmiş; diğeri ise itici güç reaktörünün yakınlarındaki bir enkaza girmişti.
Ölen varlıkların otopsileri de net bir sonuca varılmasını sağlayamamıştı. Uzaylıların bir tür toksin zehirlenmesi ya da bulaşıcı bir hastalık dolayısıyla öldükleri düşünülüyordu. Uzaylılardan alınan kan örnekleri Maryland’deki Fort Detrick üssünde saklanmaktaydı. Bunun iki temel nedeni vardı. Birincisi uzaylıların taşıdığı olası bir virüse karşı önlem almaktı, çünkü böyle bir durum karşısında yapılabilecek hiçbir şey bulunmamaktaydı. İkincisi de havadaki radyasyonun New Mexico’ya yayılması tehlikesiydi ki, ordu bu konuda kaygılanmakta haklıydı. Kaza alanının üzerinde yapılan denetleme uçuşları, kaza bölgesinde ve çevresinde yüksek oranda radyasyon bulunduğunu ortaya çıkarmıştı. Ölü uzaylıların bedenlerinin, Ohio’daki Wright Peterson Hava Üssü’ne ve New Mexico’daki AKC laboratuarlarına gönderildiği söylenmekteydi.
Enkazın teknik değerlendirme sonuçlarına göre:
Uzay aracının gövdesi çok dayanıklıydı,
Aracın yapıldığı metal çok yüksek sıcaklıklara dayanabiliyordu,
Aracın gövdesini bir arada tutacak herhangi bir bağlantı, kaynak ya da dolgu izine rastlanmamıştı,
Aracın kanat benzeri herhangi bir parçası bulunmamaktaydı,
Araçta herhangi bir hava girişi ya da egzos çıkışı bulunmamaktaydı,
Kontrol panelinde herhangi bir düğme, anahtar, elektrik devresi ya da pedal bulunmamaktaydı.
Kaza yerinde bulunan araç ileri bir mühendislik örneğiydi ve dünyada bir benzerine daha rastlanmamaktaydı. Tüm kanıtlar, bu aracın başka bir gezegenden gelme ileri bir kültürün ürünü olduğuna işaret etmekteydi. Bu kültür, sahip olduğu ileri bilim ve teknolojiyi kullanarak gezegenlerarası yolculuk yapmaya imkan sağlamıştı. Araç, birbirine bağlı bir dizi bobin ve mıknatıstan oluşma nötronik bir motora sahipti.
Aracın güç sağlayıcısının içinde, hidrojen-florit gazı, su, uranyum tetraflorit, magnezyum, potasyum, alüminyum, plütonyum, gümüş, berilyum gibi elementler ile kurşun benzeri bir bileşim ve plastik benzeri bir madde bulunmaktaydı. Aracın nasıl çalıştığı bilinmemekteydi, fakat içinde bulunan düz metalik panel sayesinde harekete geçtiği ve hareketlerinin TV benzeri bir monitörden izlendiği düşünülmekteydi. Araçta herhangi bir erzak ya da depo ünitesinin bulunmaması, aracın kısa mesafeli keşif uçuşları için dizayn edildiğini düşündürüyordu. Kaza hakkındaki raporlardan birinde, MIT’in enkazda bulunan mikroelektronik devreler üzerinde yürüttüğü bir çalışmadan bahsedilmiş ve elde edilen bulguların kendilerine stratejik avantaj sağlayabileceği belirtilmiştir.