İnanç ve akıl arası ilişkiye yönelik Hristiyan felsefesinde ileri sürülen yargılarda değişiklikler gözlemlenir. Her ne kadar yargılarda değişiklikler olsa da Hristiyan felsefesi düşünürleri için inanç ile akıl ilişkisi daha çok inanç merkezindedir. Akıl, inancı anlamak için vardır. İnanmak, bilme ediminden önce gelir. Bu durum fizik, kimya, astronomi ve hekimlik gibi bütün bilgi alanlarını da etkilemiştir.
Patristik Dönem’in başlarında Tertullian, “Akıl almaz (saçma) olduğu için inanıyorum.” yargısında bulunarak akılla inancın kıyaslamasını yapar. O, hem Yunan felsefesine hem de Hristiyanlık’ı mantıksal düzlemde açıklamaya çalışan görüşlere karşı çıkar. Aklın bir sınırı olduğunu, akılla bazı şeylerin anlaşılamayacağını dolayısıyla inandığını belirtir.
Clemens, “Anlamak için inanıyorum.” yargısıyla Tertullian’u eleştirmiştir. O, inanılan şeyin akıl tarafından onaylanması gerektiği üzerinde durur. Augustinus da akılla inancı temellendirmeye çalışmış ve inancın akıldan önce geldiğini söyleyerek “Anlamak için inanıyorum.” yargısına katılmıştır. Bu yargı, bilme sürecinde ilk koşul olarak inancı işaret etmektedir. Skolastik Dönem’de Aristoteles’in etkisiyle inanç ile akıl arasındaki ilişkide ilk döneme göre aklın önemi artmış ve Hristiyan dininin bilgisi, sistemli olarak öğretilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan akıl, inancın temellendirilmesi ve sistemli olarak öğretilmesi için kullanılmıştır. Ayrıca Skolastik Dönem’in sonlarına doğru akıl ve inancın ayrı alanlar olduğu görüşlerine de rastlanılır. Bu dönemin öne çıkan filozofları Anselmus, Aquinolu Thomas ve Ockhamlı William’dır.
Skolastik Dönem’in başlarında Anselmus da “Anlamak için inanıyorum.” yargısına katılır ve inancı akıl ile temellendirmeye çalışır. O, akılla inanmayı kanıtlamaya değil inanmanın getirdiği bilgiyi akılla açıklamaya çalışmaktadır. Aquinolu Thomas, “Anlamak için inanıyorum.” yargısını “İnanayım diye biliyorum.” yargısına dönüştürür. Bununla inanç ve aklın birbirinden ayrı iki bilgi alanına ait olduğunu ama bunun aralarında bir ilişki olmadığı anlamına gelmediğini ve akılla inanç alanına ait bazı bilgilerin bilinmesinin zor olduğunu anlatmaktadır.
Ockhamlı William, inanç ile aklın birbirinden bağımsız iki ayrı alan olduğunu belirterek inancın akla, aklın da inanca müdahalesine karşı çıkmıştır. Bunun gibi düşünen filozofların tarih sahnesine çıkışları Skolastik Dönem’in sonlarında Rönesans’a doğrudur. Çünkü inancın olmadığı bir bilgi alanının varlığı, bu dönem boyunca Hristiyan dinine karşı yapılmış bir hakaret olarak görülmektedir.