İslam felsefesi inanç-akıl ilişkisinde insanın akıl yoluyla da inanabildiği ifade edilir. İnancın bilgisi, aklın bilgisiyle çelişkiye düşmez. İnançla akıl ilişkisinin tartışılmasında İslam kelamcıları ile filozofları arasında aşırı uçluluk görülmez.

İslam kelamcıları, meseleye teolojiden çok felsefi yönden bakar. İslam filozofları da teolojiyi dışarıda bırakmaz. İslam kelamcıları, Kur’an-ı Kerim’i delil göstererek akıl ile inancı uzlaşı içinde görür. Hakikatin akıl ile bilinebileceğini belirtmişlerdir. Kelamcılar, aklı genel olarak nazari (teorik) ve amelî (pratik) olarak ikiye ayırır. Nazari akıl, insanın davranışlarda var olmayan bilgileri anlamasını ve kavramasını sağlar. Amelî akıl ise insan bir şeye yönelik davranışta bulunurken onun yapılıp yapılmamasına karar verir. Akıl her ne kadar önemli olsa da İslam kelamcıları, akıl bilgisinin naklî (vahiy) bilginin önüne geçemeyeceği görüşünde birleşir. Çünkü aklın bir sınırı olduğu görüşündedirler. Bu bağlamda öne çıkan İslam kelamcıları Mutezile ve Mâturidi ekollerindendir. Ayrıca Eş’ari geleneğinden gelen İmam Gazâlî’nin görüşleri de önemlidir. İslam felsefesi filozofları, kelamcılar gibi inançla aklı uzlaştırma çabasındadır. Bunun için öne çıkan filozoflardan Künhî, Fârâbî ve İbn Rüşd’ün görüşleri önemlidir.

Mutezile ekolü kelamcılarının büyük çoğunluğu, akılla inancın bilgisine ulaşılabileceğini savunur. İnsanın kendi ve çevresinin bilgisinin akılla bilinebileceği, yaratıcının ve yarattığı her şeyin bilgisine de akılla ulaşılabileceği görüşündedirler. Allah’ın akla aykırı bir düzen kurmadığını ve insana akılla sorumluluk verdiğini vurgularlar.

Mâturidi ekolü kelamcılarına göre ise Allah, insanları İslam inancına davet etmiştir. Bazı kişiler, inancı bozacak nitelikte hurafeler uydurmuştur. Allah’ın varlığına yönelik delil sunma biçimlerinden biri de akılla yapılandır ve bu hurafelerin kaldırılmasında akla başvurmak önemlidir.

İmam Gazâlî; aklın küçümsenmemesi gerektiğini, inancın bilgisinin bilinip tasdik edilmesi açısından önemli olduğunu belirtir. İnsanın aklı sayesinde bazı bilgilere ulaşacağı ama aklın kesin bilgi verme noktasında yetersiz kaldığı görüşündedir. Kuşkusuz Gazâlî, naklî bilginin akli bilgiden önce olduğunu kabul eder. Bu bağlamda o naklî bilgiyi güneşe akli bilgiyi ise göze benzetir. İnsanın bir şeyi bilmesi onun görülmesi olarak düşünülürse güneş olmadan gözün göremeyeceğini, göz olmadan da ışığın yeterli şekilde idrak edilemeyeceğini ifade eder. Gazâlî, inanca dayalı bilginin kesinliğini, insanın ancak sezgisel olarak kalbi ile bilebileceğini belirtir. Akıl ile kalp, birlikte bulunan bir düşünce merkezi hâlindedir.

El Kindî, vahiy bilgilerinin akılla şekillenen felsefi bilgilerle aynı amaçta olduğunu belirtir. İki bilgi de hakikatin bilgisine ulaştırır. Gerçeğin bilgisini felsefenin verebileceğini ileri sürer. Dolayısıyla akılla inanca ulaşmak mümkündür.

Fârâbî, din ve felsefenin konu ve amaçlarının aynı olduğu görüşündedir. Felsefe ve dinin çeliştiğini söyleyen birinin öncelikle dini anlamadığını belirtir. Konuya bu açıdan yaklaşan birinin dine körü körüne bağlandığını ve bunun doğru bir davranış olmadığını belirten Fârâbî, inanç ve akla dayalı bilgilerin amacının insanın en yüksek mutluluğuna hizmet etmek olduğunu ileri sürer. O, aklın pratik ve teorik her türlü bilgiyi kavrayabileceğini belirtir ve aklın doğru şekilde işletildiğinde hakikati vereceğini söyler. Aklın kanıtlama kabiliyeti olduğunu ve inanca ait bilgileri kanıtlayabileceğini ifade eder.

İbn Rüşd’e göre Kur’an-ı Kerim, açık olarak var olan her şeyi akıl yoluyla değerlendirmeye insanları davet etmektedir. Dolayısıyla felsefenin dinle çatışmadığı aksine uzlaşı içinde olduğu görüşündedir. Hakikate götüren yollardan biri olan akılla bilgiyi ortaya koyan birinin kişisel durumlarına bakılmaması gerektiğini, önemli olanın bilginin akılsal olup olmadığının ortaya konması gerektiğini belirtir. İbn Rüşd açısından akılla doğru bilgiye ulaşılır ve akılsal olan inançsal olandır.