ATATÜRK VE MİLLİ EGEMENLİK

“Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktır. Milletin gelişmesi ve yükselmesi için selâmet yol bu idi. Ben de böyle hareket ettim. Milletin vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme istidadını, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, sırası geldikçe bütün toplumumuza uygulatmak mecburiyetinde idim..” ATATÜRK

Atatürk’ün hürriyet, demokrasi, egemenlik ve bağımsızlık konularındaki düşüncelerini, 19 Mayıs 1919’dan yola çıkarak yaptığı uygulamalar içinde takip etmek mümkündür. Erzurum Kongresi kararlarının bir maddesi, vatanın bütünlüğü ile milli bağımsızlığımızın sağlanmasına ayrılmış, bir diğer maddesinde, “Milletin kendi kaderlerini kendilerinin belirledikleri bu tarihi dönemde, merkezi hükümetimizin de MİLLİ İRADEYE bağlı olması zorunludur. denilmek suretiyle, demokratik devlet yapısına doğru ilk adımlar atılmaya başlanmıştır.Devletin temel öğeleri; insan topluluğu, sınırları belli bir ülke ve egemenlik olarak alındığında, Atatürk, egemenliği elde etmek için, önce yeni kurulacak Türk devletinin sınırlarını 28 Ocak 1920’de İstanbul Meclis-i Mebusan’ından da geçirmiştir. Kısa bir süre sonra bu karar TBMM tarafından da benimsenmiştir. Misak-ı Milli, Türk vatanının sınırlarını kesin olarak belirlemekle kalmamış, 6. maddesinde “Milli ve ekonomik gelişme olanağını elde etmek ve daha çağdaş ve düzenli yönetim şeklinde işleri başarabilmek için, her devlet gibi, bizim de gelişme sebeplerimizin sağlanmasında TAM BİR HÜRRİYET ve BAĞIMSIZLIĞA kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın esasıdır. denilmek suretiyle, yeni kurulacak Türk Devleti’nin hangi temeller üzerine kurulacağını ortaya koymuştur. Atatürk, Misak-ı Milli’yi Lozan da dahil olmak üzere İstiklâl Harbi boyunca her fırsatta savunmuştur. Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşmasında Misak-ı Millinin tanındığına dair bir madde yer almış, İsmet İnönü, Lozan görüşmeleri başlarken, “Misak-i Millî bizim hareket tarzımızın esasını teşkil ederdi” demiştir.

Atatürk, uygulamaları üzerine inşa edeceği fikirleri, hem çok iyi incelemiş ve hem de çok iyi seçmiştir. Milli Egemenlik de bunlardan biridir. Esasen bu kavramı Türk devlet yapısına sokan da “0”dur
.
Atatürk bir çok yerde egemenlik ve bağımsızlık deyimlerinin birlikte kullanmış, “..Türkiye devletini kuran milletin, TAM BAĞIMSIZLIĞINDAN ve MİLLİ EGEMENLİĞİNDEN zerre kadar fedakârlık yapmayacağını…” belirtirken bu iki kavramın birbirinden ayrılmayacağını vurgulamak istemiştir. Atatürk’teki Millî Egemenlik fikri, siyasi bir tercihi, yani demokrasiyi gündeme getiriyordu. O’na göre Milli Egemenliğin yolunda tam bağımsızlık vardı, demokrasi vardı. O, Rousseau’nun “Du Contrat Social = Toplum Sözleşmesi”nde bahsettiği egemenliğin bölüşülmesi fikrine karşı, Duguit’in “Traité de Droite Constitutionnel = Anayasa Hukuki İncelemesi”nde, bahsettiği millet egemenliğinin bir ve bölünmez olduğu görüşüne katılıyor ve bu görüşünü Nutuk’ta şöyle ifade ediyordu:
“…Milli Hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak… İşte daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar bu karar olmuştur..” Daha sonra da bu karar 20 Nisan 1924’te kabul edilen Anayasanın 3. Maddesine devletin temel taşlarından biri olarak “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.” ifadesiyle geçecekti.
Şüphesiz ki Millî Egemenlik ilkesi, Türkiye’de demokrasiye geçişin ilk basamağı olmuştur. Atatürk, önce bu ilkeyi Türk milletine benimsetmekle işe başlamış, milleti, asıl hedefi olan, demokrasiye yönlendirmeye çalışmıştır.
İsmet İnönü’nün de dediği gibi: “…Demokratik rejim Atatürk idaresinin amacı olmuştur. Atatürk ömrünün sonuna kadar demokratik rejimi kurmak için uğraşmış ve çok güçlükleri yenmiş, tamamlanmasını, milletin diğer bazı ihtiyaçları gibi, yeni nesillere bırakmıştır.
Cumhuriyeti emanet ettiği yeni nesil, O’nun yüksek idealine durmadan, yorulmadan yürüyecek; Milli Egemenlik, demokrasi ve bağımsızlık meş’aleleri genç neslin yolunu aydınlatmaya devam edecektir.