Tanzimat aydını, Batı’nın sanat hayatını Romantizmle Realizmle sınırlı bırakırken, Servet-i Fünun aydını hem Realizmi hem Romantizmi yakından tanımış hem de Sembolizm, Parnasizm gibi çağdaş akımları da takip etmeyi başarmıştır. Bu da onları mesnetsiz bir eleştiriden uzaklaştırıp yöntemli bir eleştiriyi öğretmiştir.
Servet-i Fünun aydınının en önemli şansı ise geçmişle uğraşmak zorunda kalmayışıdır. O işi zaten Tanzimatçılar yapmışlardır, dolayısıyla Servet-i Fünun aydının en önemli şansı Tanzimat aydınıdır. Bu konuya Atilla Özkırımlı şöyle bakmıştır : “… Ayrıca divan edebiyatının kötülenmesine de gerek kalmamıştır artık. Batılılaşma sürecinde eski, yalnız edebiyatıyla değil bütün üst kurumlarıyla yenik düşmüştür. Şimdi sıra yeni edebiyatın ilkelerinin, niteliklerinin açıklanmasında, eskiyi savunanların saldırılarını püskürtmeye, yeni düşünce ve kültür ortamının temellerinin sağlamlaştırılmasına gelmiştir.”
Servet-i Fünun aydınları olarak şu isimler dikkat çeker: Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit Yalçın, H. Nazım, Ali Ekrem, Cenap Şahabettin ve Halit Ziya Uşaklıgil. Bu aydınların özel olarak değerlendirilmelerinin nedeni, ismi anılan kişilerin Servet-i Fünun edebiyatını açıklayıcı, eleştiri türünde sayılan eserler kaleme almış olmalıdır. Bu aydınlar, sadece edebiyat ile değil, dil ile de ilgilenmişlerdir. Özellikle Cenap Şahabettin ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın bu yolda büyük çabaları vardır. Bu iki aydının dönemsel ve tarihsel koşullarda edebiyatımızı inceleyen yazıları, bu yazılarındaki nesnellik ve bilimsellik, edebiyat hakkındaki somut düşünceleri oldukça önemlidir.
Peki, neden Tanzimatçılar da bu özellikleri geçen yazılar yazamamışladır. Sonuçta Tanzimat edebiyatçıları, Batı’yı izlemişlerdir. İşte bu soruya Atilla Özkırımlı’nın cevabı net ve tatmin edici : “ Tanzimatçılar Batı’yı biraz geriden izlemişler, klasiklerle, romantiklerden öteye pek geçememişler. Oysa Servet-i Fünuncuların gerçekçilerden başlayarak çağdaşları sembolistlere kadar Batı’yı hemen hemen günü gününe izledikleri bilinmektedir. Ayrıca Hippolyte Taine, Anatole France, Jules Lemaitre, Emile Faguet, Frederic Brunetiere gibi değişik eleştiri yönlerini geliştiren yazarları da tanıyorlar, onlardan etkilenerek yeni ‘tenkit’ anlayışlarını tanıtan yazılar da yazıyorlardı.”
Tanzimat aydınlarının halkı eğitmek gibi bir amaçları olduğunu Servet-i Fünun için böyle bir şeyin söz konusu olmadığını bildirmek isteriz. Bu sanat anlayışı da Servet-i Fünun aydınının sanatla daha haşır neşir olmasını açıklayabilir.
Servet-i Fünun döneminde salt eleştiri ile uğraşan en önemli aydınımız Ahmet Şuayb olmuştur. Bu dönemde ne şiir ne de başka bir edebi türle uğraşır Ahmet Şuayb, sadece eleştiri yazısı yazar. Taine etkisindedir. Hayat ve Kitaplar başlığı altında toplar yazılarını. O, yazılarında edebiyat yapıtlarını duygusal yönden değil bilimsel yönden eleştirir. Yapıtın, bağlı olduğu sanat akımına, onun yazarı ile alakasına, toplum bilime göre durumuna, psikolojiye göre durumuna bakar. Bu müthiş bir birikimdir. Kendi yazılarını bu şekilde yazarken de eleştiri yazısının böyle olması gerektiğini savunarak günümüzdeki eleştiri anlayışını Servet-i Fünun’a aşılar. Ahmet Şuayb, Servet-i Fünun dergisinde Esmar-ı Matbuat adlı köşeye de sahiptir. Bu köşede Fransız edebiyat dergilerinin son sayılarını takip ederek haftalık bir sanat, edebiyat yazıları yazar.
Ahmet Şuayb’ın eleştirisinden bir örnek:
“Şimdi ikinci noktaya gelelim : Gayr-ı şahsiyet [kişisel görüşten ayrılmak, nesnel bakmak], yani natüralizm mutlak ve kat’i [ kesin ] surette, kabil-ül-husul [üretimin şartı/ edebiyat eseri oluşurmanın şartı ]müdür ? Hayır; çünkü mutlak natüralizm eşyasının tıpkı tıpkısına bir kalıbını, tam bir nümunesini mihanikî [ölçüsel, hassas bir ölçü birimi] bir tarzda irae etmeyi [göstermeyi] icap eyliyeceğinden içinde beşerî hiçbir şey bulunmamasına ve binaneleyh san’atkârlığın fıkdadına [yok olmasına] bâis [neden] olur. Eser-i san’at [sanat eseri] denildiği zaman onda tabiat ile insanın mevcudiyetini farzederiz; tabiat bir fotoğraf gibi aynen tersim [resmedilmek] ve tasvir edilmeyip insanın; yani san’atkârın tesiriyle ve mizaciyle tâdil [aslına zarar vermeden değiştirmek ] edilmiştir. Demek natüralizm müellifi [yazan, meydana getiren] eserinden tamamiyle çıkarmıyor. Müellif orada da mevcuttur; bununla beraber natüralizmin esası yine gayr-i şahsidir.“
Yukarıdaki eleştiri konusu natüralizm sanatıdır. Tanzimat döneminde bırakın bir akımı eleştirmeyi, akım tam anlamıyla uygulanamıyordu. Burada ise akımın uygulanması bir kenara, akım eleştiriliyor, akıma farklı gözle bakılıyor. Bu, edebiyatın ilerleyişinin en yetkin örneği sayılabilir. Çok değil, bir elli yıl kadar zamanda, öykünmeden çıkıp eleştiri boyuna varabiliyoruz. Elbette ki Tanzimat edebiyatını bu yönden kınamıyor ya da küçük görmüyorum/ görmüyoruz/ göremeyiz; çünkü bu bir yürüme ve ilerleme işidir.
Servet-i Fünun dönemindeki eleştiri konuları sadece edebiyat değildi, dil konusunda da eleştiriler mevcuttu. Halit Ziya Uşaklıgil, bu konuda çabalayan aydınlarımız arasında… Elbette ki Tevfik Fikret’i de bu kefeye koymalıyız:
“Lisan daha incelmeli, daha derin, daha tabiî, daha hassas, daha şeffaf, daha münevver, daha espirî olmalı… Müteessir [üzüntülü], mütefekkir [düşünceli, fikir sahibi] görülmeli… Pek güzel amma nasıl?
Nasıl mı?.. Bunu sormağa ne lüzum var? Zate’n mahiyet-i lisan [lisanın içeriği] ne olduğunu azıcık tedkik ü takdir [ düşünmek ve değer vermek ] etmiş olanlar içün bundan başka türlü düşünmek, bundan başka türlü söylemek mümkin midir? Lisan tasavurat ü tehassüsatın [ düşünce ve duygunun ] bir vasıta-i tebliği [ bildirme aracı ] ise şüphe yok ki mütefekkir ve müteessir de görünmek lazım gelir.
Bir de lisanımızın ya’ni Osmanlıcanın Arabî ve Farsî elfaz ü terâkibden [sözler ve tamlamalar] istiğnası [çekilmesi, tok bırakılması ] kabil değildir [ kabul edilemez ]; Binae’n’aleyh [bunun üzerine] sadeliği bir istiğnanın husülünde [türesinde, çıkarımında] aramak hiç doğru olmaz. “( Tevfik Fikret, Servet-i Fünun,1896)
Şair olan ama düz yazılarıyla da edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Cenap Şahabettin, yine şairane bir tabirle eleştiri yazıları yazmıyor. İşte onun kendi şiiri hakkında yazdığı bir eleştiri daha doğrusu bir müdafaa yazısı:
“ Henüz tezahür etmemiş [ görülmemiş, zuhur etmemiş ] bir bahar-ı sebzin [baharın yeşili] ile memlû [dolu], bütün berk ü çemenle [yaprak ve yeşillik] mestûr [örtülmüş], bütün bir hadâret-i mütemevvice [huzur dalgası] ile mahdûd [sınırlandırılmış] bir rüya görürseniz… Bu rüya-ı kari [rüya tabircisi(?)] yormamak, usandırmamak içün yalnız bir kelime, yalnız bir sıfatla anlatmanız iktiza ederse [lazım gelirse] ne dersiniz?... Biz ‘yeşil rüya’ diyoruz. Yine meselâ bütün deryâdan, bütün semâdan ibaret, kebûd [gök mavisi] ü nâmahdûd [sınırsız] bir hülyaya dalarsanız, bu hülyayı yalnız bir lâfz ile bir işaretle ifham içün ne yaparsınız? Biz ‘mai [mavi] rüya’ terkibini [tamlamasını] buluyoruz; ve bütün o âlemlerde göze çarpan umumî [herkesle alakalı]bir hassayı [özelliği] mefhum-ı külliye [anlaşılmış olan çoğunluk] izafe ederek [karıştırmak/karıştırarak] bir lafzın [sözün] meâlini [anlamını] külliyât ü mübhemiyyet [ yazılan eserlerin hepsinden ve anlaşılmazlıktan] kurtarıyoruz. ( Cenap Şahabettin, Servet-i Fünun,1897]
Atilla Özkırımlı, Servet-i Fünun eleştiri için şu yorumu vermektedir : “… sonuç, Türk edebiyatında bir tür olarak eleştirinin Servet-i Fünun döneminden başlayarak, Batı’da ortaya çıkıp sistemleşen eleştiri anlayışlarının etkisinde geliştiğidir. Bu gelişiminin, birbiriyle zaman zaman kesişen iki ayrı çizgide sürdüğü söylenebilir:
- Edebiyat tarihi, inceleme ve araştırma alanında,
- Yeni edebiyat akımlarının (Fecr-i Ati, Garip, İkinci Yeni gibi) ilkelerinin niteliğinin açıklanması ve savunulmasında.
Yeni yayımlanan edebiyat yapıtlarını tanıtmayı amaçlayan eleştiri yazılarını ise bu iki gelişim çizgisinin tamamlayıcısı olarak görmek gerekir.”
Eleştiri, her ne kadar Servet-i Fünun döneminde amatörlükten çıkıp uzmanlaşsa da bizde asıl edebiyat eleştirmenliği 1940’tan sonra gelişmiştir.